3 Nisan 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sub e — Kocanla ne lııdır zaman ayrı yaşadınız?, — Ona üç sene gibi gelmiş. Bana 3 saat gibi geldi. Hakikalte üç aydır ay- rıldıl: NiSANDA Beraber gezelim gel, Nisanda bir gün olsun; Ne olursun sen güzel; Nisanda bir gün olsun.. Yan yana; hem kol köla, Çıkalım biz de yola; Desinler uğurola, Nisanda bir gün olsun.. Yağmur yağsın şıp şip Hp; Çamurlarda çıp çıp ap, Zıplıyalım biz zıp zıp, Nisanda bir gün olsun.. Bitsin artık bu çile; Gel bana hele hele, Sevişelim seninle, Nısında bir gun olsun — Bütün eşyanızı haczettiğime mi müteessirsiniz 7?. — Hayır, kaynanamın evde ol - madığına müteessirim. Evde olsaydı, belki onu da haczederdiniz de.. Suratımı astım — - Karklık çirkin kıza de - dim ki: '——"Evvelki gece bir rü - Ya gördüm.. dünyanın en Senç, en güzel kızile evlen- Miştim, Kırklık çirkin kız gü - lümsedi; SÖ ri mes'ud yaşadık * Bir görseniz Bir genç kızdan bahse - iliyordu: — Çok güzel dikiş diki- Yor. Dediler.. oldu: tasdik eden de güzel dikiş dikiyor.. anne - sinin entarisine bir yama ?apmıs görseniz, en usta ir terzi elinden çıkmış zan nedersiniz, , — Evet, hakikaten çok ıd! HJ.'Z — Ben kimim bil bakayım? — Bilmez olur muyum, kocamsın, — Aferin sana.. | — Asıl sana aferin. Söylediğimi yapmışsın.. soğanını doğradığın elinin kokusundan belli. Çünkü Genç ressam arkadaşıma sordum: — Nasıl; resmini yaptığın kimseler memnun oluyorlar mı? — Maatteessüf hayır! — Neden? — Çünkü resimleri tıpatıp kendilerine benziyor. * Ne yaptı? — Bir kadına hoş görün - yemeğin mek için, giydiğinin ken- disine — yakıştığını — söyle - meli. — Ben de karıma, geçen sene yaptırdığın Tmanto çok yakışmış! dedim. — Ne yaptı2 — Suratıma bir tokat at - tı. — Bu saate kadar bankada çalıştı- ğima ne diye inanmıyorsun bilmem ki klrıc:ığım.__ O söyler Vakit epey gecikmişti. Balıkpazarı Meyhanesinde gecikenler birbirlerine derd yandılar.. — Şimdi eve gidince karıya ne söy- lemeli) — Sahi ne söylemeli o müşkül. Bir tanesi akıl öğretti: — Benim gibi yapın.. — Sen ne yaparsın? — İşte, karıcığım ben geldim, de - Tim, üst tarafını o söyler. Olmaz mı? Bakkal kapıyı çaldı, alacağını istedi: — Yok! Bakkal kızdı: — Vallahi, billâhi Bayan yüz defa daha gelirim. — Kendini yüzüncü addet olmaz mı? * * * Horlamak için — Geceleri uyurken çok horluyo - defa gelmiş Trum, Horlamamdan kendim de uya - niyorum. — Uyandıktan sonra ne yapıyor - sun? — Tekrar horlamamak için ıslık ça- liyorum, * *& * Niçin — Niçin içiyorsun? Dediler. Cevab verdi: — Kederlerimi boğmak için. — Ah, ben onu da yapamıyorum. — İçki size yasak mı? — Yasak değil ama, kederlerim yüz meyi öğrendiler. İçkinin içinde de boa- ğgulmuyorlar. Otomobili kullanan — Korkma, korkmaı yok, ben acemi degılım, çarpmam.. Çalınan at Bir Çerkesi bir at çaldı diye mah - kemeye vermişlerdi. Hâkime Çerkesin atı çaldığı kanaati gelmişti. Fakat or- tada kat'i bir delil yoktu. Hâkim bir an düşündü.. ve kararını verdi: direğe tırmanmana İüzum — Çalındığı iddia edilen malın at olması, ve çaldı diye maznüunen mah * kemeye verilen kimsenin bir Çerkes olması bu Çerkesin bu atı çaldığına bir delil teşkil ettiğinden tecziyesine ka - rar verilmiştir. Yenı nişanlı ki genç kız kar- şılaştılar: Na Tebrik ede Tim, nişanlanmiış sın, — Teşekkür & erim, — Nişanlın ne ci? — Sivil polis. — Bari güzel mi? — İşte onu bil - Miyorum. Biğ gün sarışın, bir gün es * mer, bir gün sakal- h, bir gün gözlük - h. reden bulayım ?.. — Odayı kiraladığınız zamanki ha- lile teslim etmelisiniz.. — Ben yüzlerce tabtakurusunu ne- Duyn anıştım Memur işine geç gelmişti. Müdür kızdı: — Niye gec kal- dın? — 'Sabahleyin u- yanamadım, Bay Müdür. Müdür başını sal- ladı: — Ben senin bu — Yabancı misafirler, yaşını sor- dukları zaman sakın yirmi; deme.. bana kızınızı on yaşında iken mi do- ğgurdunuz? diye soruyorlar. rada — uyuduğunu duymuştum, — âma evinde de uyudu - ğgunu hiç duyma - mıştım, Tarlhî Tetkikler. Yıldırımın av alayı * * * . Bu avlarda yedi bin doğan kuşu, altı bin zagar, av köpeği ve Pars bulunur, ipekli, sırmalı örtüler, Parsların boynunda mücevherli tasmalar görülürdü köpeklerin - sırtlarında Yazan : Eskiden dünyanın hiç bir tarafında bugünkü kadar çeşitli spor yoktu, Sporlar hayatın zaruüret ve ihtiyaçla - rına müvazi olarak teşekkül ederdi. Meselâ hayatımızda hiç bir zaman a - yağımızla topa vurarak bir tehlikeden kurtulmamız, yahut birisine yardım e- debilmemiz mümkün değildir. Fakat ata binmesini iyi bilmek, mızrağı uza- ğa savurmak, ok atmak gibi şeyler bi- zim yaşama haklarımızı tanıtmağa ya- rar. Türklerin cirit veok atmak gibi spor- ları olmakla beraber avcılık bütün sporların başında — geliyordu. Çünkü avcılıkta her türlü hareketler yapılmak. ta ve hemen hemen bütün sporlar bir arâya toplanmaktadır. Bunun için orta Asyada olduğu gibi Anadolu ve Rumelideki Türkler de av- cılığa çok ehemmiyet verirlerdi. . Her sonbaharda valiler, beylerbeyiler, san- cak beyleri ve padişahlar büyük av a- layları tertip ederler; sürek avları ya - parlardı. Bu avlara binlerce kişi iştirak eder- di. O kadar ki bunların sayısı bazan bir devletin ordusu gibi çok olurdu. Türk padişahları arasında Yıldırım Beyazıt ta avcılığa meraklı olanların başında geliyordu. Yıldırım Beyazıt Niğbolu meydan müharebesinde Ehlisalip ordusunu pe- rişan etmiş; Avrupanın her tarafından Türkleri denize dökmek üzere gelen en Mmeşhür ve zengin şövalyeler! esir etmişti. Hıristiyanlık âlemi bu esirleri kur - tarmak için bir çok fedakârııklara kat- landı, Fıansız Kıbris, Venedik ve Macar elçileri Türk sarayına geldiler. Fran - sa kralr-ahancı Şarl altından yapılmış bir doğanlık (avcı doğan kuşların: koy- mağa mahsus kümes), üç katır yükü erguvani kumaş, ince Reyms bezleri ve Arras halıları göndermişti. Kumaş - lar o zaman için dünyanın eri ağır mal- ları olduğu gibi halıların üzerinde bü- yük İskenderin harplerini gösteren ve çok ustaca yapılmış büyük tablolar vardı. Kıbrıs kralı Lüzinyan, çok kıy - metli mücevherlerle işlenmiş bir mey- va tabağı yollamıştı. Bunun değeri “en az bir hesapla-on bin altından ibaretti. Macar ve Venedik elçileri de muhtelif hediyeler takdim ettiler. Bunlardan başka katırlar sırtında tamam iki yüz bin düka altını getirmişlerdi. Yıldırım Beyazıt içlerinde en meş - hür âsılzadelerin, Fransa mareşalının bulunduğu esirleri artık memleketle - rine gönderecekti. Fakat biraz da mi- safir olarak bulundurmak ve onları a- gırlamak istiyordu. Bir av tertip etti. ÖO zamanlarda Türklerde olduğu ka- dar Avrupalılar arasında da avcılık iti- barda bulunuyordu. Kontlar, dükler ve krallar vakit vakit büyük av parti- leri yaparlar; bu'aralık zenginlik ve ih- tişamlarını da göstermeyi fırsat bilir - lerdi. Esirlerin her biri kralların yakın adamları hattâ akrabaları olduğu için Turan Can # —— — H4 Avrupanın en büyük avlarında bulun— muşlardı. Bunun için: — Adam sen de, görüp te ne olacal: sanki... Bilmediğimiz şey mi? Bu yüz. den bir kaç zaman daha burada kalas cağız. Değer mi? | Diyerek üzülmüşlerdi. | Fakat bunda yanıldıklarını pek ça « buk anladılar ve hayretten ağızları a « çık kaldı. | O sabah sarâayın önünden Uludağ ya- maçlarına kadar sanki bir ordu sıra « tanmıştı. Renk renk elbiseli, kavuklu ve külâhlı atlıların hepsi de seçilmiş a- | damlardı. Çoğu gümüş işlemeli eğerler üzerinde di îık duran Türk yıgıtleri bir ava-değil, sanki harbe gidiyorlar « w dı, İ | Yıldırım Beyazıt at üstünde saray- dan çiktı. Misafirlerini arkasına tak - mıştı. Av alayının ortasından beyaz bir at üstünde geçiyordu. Bunun iki tara-'L fındaki atlıların ellerinde birer doğan vardı. Hepsi de, birdenbire havalan « mak ve avın ardına düşerek bqgınai konmak, gağalıya gagalhya sersem et « mek, yahut gözlerini çıkarmak için ha- * zır bulunuyorlardı. | Doğancıların sayısı tamam yedi bmÖ kişiydi. ü Bunlar dört kısma ayrılmışlardı: A « sıl doğancılar, çaylak avcıları, akbaba avcıları, atmaca avcıları... a Daha ileride sekbanlar vardı. Bunlar av köpeklerini idare eden adamlardı. Her birinin yedeğinde birer köpek bu-. lunuyordu. Köpeklerin ve zağarların sırtlarına ipekli örtüler konulmuştu. Alayın içinde köpek gibi alıştırılmış. olan parslar da vardı. Bunlara da renk renk ve ipekli örtüler giydirildiği gibi. mücevherli tasmalar takılmıştı. Ayvcılar tıpkı bir harbe - gider gıbi' muntazam bölüklere, alavlara ayrıl - mıştı. Her bölük ve alayin başında za-. bitleri bulunuyordu, parlak renkli ele. biseleri, heybetli duruşları, başların -' daki renk renk ve çeşit çeşit külâh v î kavuklarla pek cazip bir manzara ya - ratıyörlardı. Devletin en büyük adamları, en ta Er nınmış müuharipleri alayda I:ıulmıı,ıyoı*-vi1 lardı. Kırda yemek hazırlamak, çadır - ları kurmak gibi işler için gelen saray Ve ordu adamları da ayrıca büyük bir kalabalık teşkil ediyordu, 4 Av yerine varıldığı zaman mufıeze-j ler öbek öbek yayılıyorlar, muayyen bir mıntakayı sarıyorlar, sonra gitlik « çe daraltarak orada gizlenmiş olan av-. ları ortaya sürüyorlardı. Binlere» 'ıtlıpı nin yamaçlarda, dere içlerinde konuş - F maları, binlerce zağar, pars ve av kn-] peklerinin küme kume ve bağıra baği- ra ormanlara da :şiarı cidden gör ulecel;î. bit manzaraydı. Köpekler sardıkları avs. ları yakalarken (dofan) lar havalam-; yor; bazan yerde ve bazan havada gö- rülen her çeşit avları beyinlerinden ves ya goglerın’den vurarak yere seriyof * lardi. (Devamı 12 inci saylada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: