“ Son Posta ,, nın lslrikesı.40 151 numaralı şehit b SUZERKTA (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası Yazan : A.R. Suat merak ederek yanındaki gemiciye şöyle söyle- » N mişti! “ İnsan ( Yemen) sözünü işitince gözlerinin önüne bitmez tükenmez bir kızgın çöl geliyor, halbuki buraları Cennet gibi yeşil ? ,, — Kolay şey.. uımnduıı. gitti... Hele, hayırlısı ile (Aden)e gidelim.. legaları, hoşuna gidiyordu, — Bakalım.. bu adamlar, Japonya- oradan da hareket edelim de; ondan|da gördükleri şeyleri nasıl nakledecek- sonra, çalışmaya girişelim. Açık deniz- |ler?.. lerde, vakit nasıl geçecek?.. — Başüstüne, efendim. Suat; kumandanın - salonunda ıııl , yaptıkları gece, esasen mülâzim Aliyi çok takdir etmişti. Bu genç zabitin, gür ve tannan sesinin müesser kudreti kadar. kıvırcık ve kumral saçlarının | yaklaşıyordu. Uzaktan (Prim) O, minimini adamları.. bodur ağaçları.. baştanbaşa bir krizantem tarlası olan, o renk renk diyarı anla - tirken, kimbilir ne garip mübaleğalar gösterecekler?.. Diyordu. Saatler geçtikçe, sahillerde birbirine adası altında tatlı bir cazibe ile insanın yü-| görünüyordu. züne gülen çehresi de, o gece Suadın hoşuna gitmişti. Hattâ, bu hisle; ertesi gün ona müracaat etmeyi düşündüğü halde, bilhassa ona karşı bir sırnaşık hissi vermemek için bu fikrinden vaz- ge i. Ve artık o günden sonra da, hemen hemen ona hiç tesadüf etme - mişti, şimdi; mülâzim Alinin bu tek- lifi Suadın kalbinde derhal bir mem - nuniyet husule getirmişti. Ve.. mülâ- zim Ali; elleri beyaz pantalonunun ceplerinde, hafif yalpalı bir yürüyüşle, saltabarbanın merdiven kapısına doğ- ru ilerlerken; Suat, derin derin onun arkasından bakmış: — Bu da, tıpkı mülâzim Asaf gibi.. hoş.. pek hoş bir genç... Eğer, arka- sında bir saevgili bıraktı ise, Allah o zavallıya imdat etsin. Doğrusu, ben bu genci sevseydim, ayrılığına — kat'iyen tahşmmül edemezdim. Diye söylenmişti. * (Ertugrul); dokuz mil üzerine, muntazamen yoluna devam ediyor.. (Mendep) boğazı istikametine ilerle- yordu. İki taraftaki kara, gittikçe darlaşı - yordu. Afrika sahilleri, yemyeşil gö - rün 3yordu. Bir zamanlar, İtalyan pos ta vapurlarında gemicilik etmiş tlan | bir (serdümen), arkadaşlarına şu iza- hatı veriyordu: — O, gördüğünüz yeşillik, kayalıra sarılmış olan bir nevi sarmaşıktır. A « detâ. yeşil bir çuha gibi, her tarafa se- rilraştir. Bunların aralarında, gene yerçyeşil bir nevi kaya koruğu bulu - nur. Bu kaya koruğu, araplar için bir nevi hazinedir. Bunları toplarlar. bir kısmını turşu yaparlar. Geri kalanının da ayunu sıkarak harice satarlar. Böy- lece; yıl on iki ay, para kazanırlar. Diyordu. Sol tarafta; (Yemen) dağları, bü- tü haşmetile yükseliyordu. Koyu ye- şilden, açık pembeye kadar muhtelif teğikte Üayalardan mürekker ol be dağ'ar, göze pek hoş görünüyordu, fat, merak ederek bu eski gemiciye sormuştu: — Tuühaf şey.. insan, (Yemen) sö- zürü işitince, gözlerinin önüne, bit - mez tükenmez bir kızgın — çöl — gelir. Ha" u Sardümen, gülerek onun — sözünü kesmişti. Rüzgâr, yavaş yavaş — sertleşmeye başlamıştı. Provadan gelen bu »ert rüzgâr, armanın iplerini sarsıyor; se- renlere çarpıyor.. makaralardan, inceli Kilei sidlir çERALİL Tam zeval vakti Prim adasının ya- nından geçmişler; dar boğaza girmiş- herdi... Boğez, hâkikatön “ bir kapıya benziyordu. Buradaki şiddetli akıntı, Brtügrülü,! belit balik allıyor..: gömak. nin tabil.olan seyrine iki milden fazla bir sür'at vererek, ileri doğru sürükle- yordu. * Suat, sabaha karşı büyük bir gürül- tü ile gözlerini açmıştı. Derhal giyinip güverteye çıktığı zaman, gördüğü manzaradan şaşırıp kalmıştı. Gemi; adetâ büyük bir honinin ağ- zına benzeyen bir limanda demirlemiş- ti. Geminin etrafını da, bir takım ka - yıklar ve sandallar ihata etmişti. Önlerinde küçük bir peştemal sarılı olan çırçıplak, simsiyah, dev — gibi iri cüsseli kayıkçılar, gemiye yanaşmak için bağırıp çağırıyorlar.. birbirine yumruklarını sallıyorlar.. ağızlarından köpükler saçarak tehditkâr vaziyetler alıyorlardı. Torpido muallimi Reşat hesap memuru Tahsin kaptan; sesle konuşuyorlardı: (Arkası var) kaptanla, hızlı — Yemen, mi?.. Orası, dünyanın cennetidir. Hele sen şu dağlara çıksan, bir daha aşağı inmek istemezsin... Bu sözleri dinlemek için, etrafların« da genç gümülllerden ; mürekkep bir halka çevriln Serdümen, bu (sa- miün) kütlersi tür görmez, aşka gelmişti. Büyük bir gurur ve coşkun - lukla sözüne devam etmişti; ada, çınar gibi bambo ağaç- ları vardır. Bunların dallarından, bos- tan patlıcanları gibi bambular sarkar. arın tanesi; bir buçuk iki okka Çifti bir batman gelen armudu, içük nar,, bizim mas çor kin> lostromosunun kafası gibidir. Bir ka uzu; bir deve, güç götürür. Üzüm şektali gibi ikiye böl- ağzına soka - ün değil n. »*, gülüyordu. Bu gemici müba- TUNCANY Yazan : Celâl Cengiz Maya, Tuçayın da Tanzerinde gözlerin açmıya muvaffak oldu Genç kızlar Samanın geçtiği yollara| gerek.. saçlarını kesip demet demet atıyorlar- dı. Bu; Sumerlilerin caki' bir adetiydi. Bütün halk Samaya tanrıdan zafer ve muvaffakiyet dileyordu, Dağ kenarında toplanan kalabalık arasında Samaya ellerini uzatan genç bir kadın: — Tanrım, sen onu yerin ve göğün bütün tehlikelerinden koru!. Diye yalvarıyordu. Sama, genç kadını görünce atının diz, ginlerini çekti: — Mâra.. Mâra.. gözlerinin yaşını sil ve evine dön! Sama muzaffer ol - madan geri dönmiyecektir. Müsterih oll Bu kadının kim olduğunu bilen yok- tu. Herkes Mâraya bakarak gıpta edi - yordu. : « — Ne mutlü ona.. Sama kendisi- ne iltifat etti.» « — Bu kadın belki de Samanın sevgilisidir.» « — Yok canım.. Sama, Akattan dönüşünde kralın kızile miş.» « — Onun sevgilisi varmış. Sama başka bir kadın sevmez diyorlar!» Sama genç kadının saçlarını okşa- dı.. elini salladı.. Atını sürdü: evlenecek- ceye kadar isterim ki, gözlerin başka bir erkek yüzü görmesin! Sama yürüdü.. Mâra ağlıyarak geri dönüyordu. Samanın sözlerini işitenler birbirle- rine bakışarak -gülüşmeğe başladılar: — Biz de öyle sanıyoruz. — © hakle kendisini tanıyalım ve kötü gözle bakmıyalım. Sama onu tanrılar tanrısına teslim etti. , Bu sırada kalabalık arasından uza- nan bir baş göründü. Bu, ihtiyar bir çobanın başıydı ... Uzun sakalını sallıyarak genç kadı- nın yanına yaklaştı: — Müra.. sen yaşıyorsun, öyle mi? Mürâ başıni arkaya' çevirdi.. çobanı gördü: — Vay.. sen minsin dağların bek- çisi?... Çoban, Mürümü kulağina eğikli! tığı böyle mutlü bir günde senin Bot layacağını kimse aklından BBFI"# Bu, yurdumuza felâket ıeur:uk- yoksulluğa düşürecek bir di Seni krala haber vermezsem, uyku uyuyamam! Müzü, çokunln ' #Şeklkrna AA — Ocağımızı yıkma! Ben Sl’: karısıyım.. Sama bu sırrı Akattatl zaffer dönerse Gudcaya anlatacak kendisinden benim affımı ıı!i?') Sus, mellâ! Bu sırrı, o dönüncey€ ihtiyar|dar kimseye açma! tamrin ; Fekti, cü eet na?.. — Samanın verdiği bütün JI’J veririm sana! Buna — karşılık — Gudca seni Nipur mâbedine gön-| susmanı istiyorum. dermişti. Demek ki Sama sözünde dur- madı.. senin kanını mâbette akıtacak- &. Mâra şaşırdı: — Aman, bırak şimdi bu lâfları.. bizim eve gel de görüşelim. Tanrılar beni affetti. Benim yerime başka bir kurban verdiler. İhtiyar çobar inları aldı.. Ve Sama dönünciye kadar sürtt ğa söz verdi, ... “Sen, Ulu Tanrıdan kudretli bir mabudsun ll!d' — Gözlerimizi sen ıçauk:') — Hayır.. Sama, Gudeayı aldatmış-|ya! Samadan çaldığın — ilâcı tır. Krala gidip hakikati söyliyeceğim. Sen kurbanlık bir kızdın.. günahsız bir insandın! İkiniz de mâbutları al - dattınız.. — Ben şimdi Samanın karısıyım.. beni ona bağışladı mâbutlar. Sen ne istiyorsun benden? Haydi işine git.. yahatımızı bozma bizim! İhtiyar çoban genç kızın peşine ta-|kolay kolay yere-gelmez. Ni"'f kılarak evine kadar yürüdü. Möâra anasile beraber oturuyordu. İhtiyar çoban kapıyı açtı.. girdi: — Mâral Bütün Sumerliler seni öl- dü sanıyorlar. Sama gibi meşhur bir|sınız, değil mi? — Bu kadın, Samanın sevgilisi olsa kıhr_gmının oıdı_ı,ı'_ıe beraber yola çık-! içeriye|yan bir kadını kaçırmanın ney€ mi? : — Getirdim, Mellât ı.od—'f: şimdi açacağım ! Fakat, yarın, beft raşın şiddet ve gazabından kurt < lecek misiniz? — Ben Nâraşla her zaman bilirim. Damarlarımda ıtılınıly hadırlık kanı yaşıyor.. Benim y yeden dönünce, onunla ilk önce di şecek benim. Ona, kendisine ll') lacağını göstereceğim. — Beni onun kılıcından koru! - Merak etme, Mayal B”': sonra, onun yerine ben yaşı O gülmiyecek.. Ben guıeeııı'/ toprak altında yatacak.. Bet Ü göğsünde gezeceğim. Haydi; çabuk gözümüzü.. İhtiyar sihirbaz Tanzerle k/ ken mağaranın ağzında beilı!' J' se görünmez Firat, mütemi hirbazın enseşini yumruklu: Muya bueyü :gelmek M halde, (Firat) onu yumrukla,; la yerinden kaldırmıştı. Maya, (Firat) 1 goremıyofd"' — Seni göze görünür hw kabilirsem, alacağın olsun. b/ de senden öç almak hraatni Hİ diyordu. O gün Ur dağının yımacıl'dr" yanın en heyecanlı hâdisesi B*’ kat ne yazık ki bu hâdiseye *? yılanlarından başka bir şahit D” muyordu. Sihirbaz Maya, Samadan g tılamlı ilâç kâsesini açtı.. Elilü vus tüyü aldı.. İlâcın içine kardı. — İlk önce hanginize ıul“fv Tanzer: — Tunçay benden önce görmek istiyor, Mayal Diye söylenirken, Tunçay uzattı: / — Hayır, Sen benden çok | gördün Senin' gözlerin el ı’ kendi gözleim dünyayı Bö' 4 sevineceğim! yt İ ı;li!’! 4 Maya, Tanzerih gözlerine dü: - Yarım saat kadar B dedi. Tânzerin gözleri açıldıktefi n ra, Tunçayın gözlerine de sür! Bu sırada, Maya birdenbir€ mağa başl aN lı*" — Firat teni gene yum başladı. aş! (AM