Iı(îı)uiıîğğ,îEğ!enceler Arkadaş, kim vurdu oyur.1 Bu oyun kalabalıkta oynanan eğ lenceli bir oyundur. İki kişi yüzü ko Yun yere yatarlar. Bunlardan biri o Yyunu bilendir. Diğerini oyunu bilmi Yyenler içinden seçerler. Üstlerine bir battaniye örterler. Ö- Yuna karışan diğerleri etrafta topla - hırlar. Onlar yerde yatanlardan birine Vurdukları zaman, vurulan, yanında- kine: — Arkadaş vurdülar. Diyecektir. Öteki sora: — Kim vurdu? Kim vurdu, diye sorduktan sonra Vurulan başını kaldıracak ve etrafta- kilerden hangisinden şüphelendiyse o- Nu söyliyecektir, bilirse kalkacak, ye- Tine © yatacaktır. Fakat hakikatte vu- Tan etraftakiler değil, yanında yatan arkadaşıdır. Oyunu bilmiyen ondan #üphelenemiyeceği için dayağı yer. O. Yunda oyunu bilmiyenle beraber olan &rasıra da kendine vurup ötekini şüp- helendirmemelidir. **kk Tayyare oyunu Bir bahçe merdiveni alırlar, Birini Bözünü bağlayıp bu merdivene otur - turlar. — Şimdi uçacaksın derler, Merdiveni iki ucundan tutup yer - den bir parmak kadar kaldırırlar. Ve bağırırlar: — Başın tavana değiyor. Bunu derken bir tahta parçasile ba - Şina dokunurlar. O hakikaten merdi - Venle tavana kadar yükseldiğini zan- heder. Ve yüksekten düşmemek için Merdivenin iki tarafına sarılır, , Yaparsamız görürsünüz. Onun — hali Sizi ne kadar güldürecektir. Yeni Bil_mecemız Yalancı ile a Küçük Necmi ikide bir yalan söyler- di. Bazan babasile beraber aslan avına gittiğinden bahseder derdi ki: — Elimde tüfek bekliyorum. Uzak.| tan bir aslan gördüm. Aslan koşa koşa bana doöğru geliyordu aslan ama sekliği hiç yoksa fil kada nişan aldım. Tüfeğin tetiğ çektim. Aslan boyluboyunc tü. Keyfim yerine gelmişti. Ben aslanın yanına giderken ne göreyim. Dört as- lan daha birbiri arkası sırası bana dağ- Tu gelmiyorlar mı? Tüfeğimi bu sefer | de birer birer bunlara doğru çevirip| dördünü birden yere yıkıverdim. Son-| ra yanlarına sokulup baktım. Hepsini pat diye yere düş- de iki gözlerinin tam ortasından Vur- muşum. Bazan de başka yalanlar atardı: — Bir gün bizim evde yangın çık - mıştı. Yangın altkatta idi, üstkatta ben tek başıma idim. Yanacaktım. Birden- bire aklıma bir şey geldi: Hemen evin damına çıktım. Karşı dama baktım. aramız en aşağı on met idi Aşağıya baktım, sokak kalabalık |mı kalabalık. İtfaiyeler gelmiş. E! |tan toplanmışlar. Geri geri damın öb: jucuna kadar gittim. Olanca - hızımla | Heri koştum, tam damın kenarina ge- Tince bir atlayış atladım, ve on metreik yeri atlayıp öbür damda soluğu aldım. Böylece yanğından kurtuldum. Bir gün de bir vatmana kızıp ne yap- tığını anlatmıştı; — Tramvay hızla gidiyordu. dedi, ben de tramvay bekliyordum, — işaret ettim, vatman durmadı. Ben de buna kızdım, Benim için ehemmiyeti yol Ne kadar hızlı gitse ben gene ki NV nnyahuı on beş veya on lira kıyme - 'ide birer hediye vereceğiz, bunlar - N başka diğer yüz kişiye de ayrı ay- Rüzel hediyeler vardır. 'Y'lknrıdaki resmi keseceksiniz ve a- he 'l'f_l Yazdığımız cümledeki h Büsterilen yerlere resim uygun ge- el Lâstik top Zıp zıp zap zıp hep zıplar, Ne de güzel rengi var, Bazan şöyle dururum, Kızar yere vururum. Döner de gelir hemen, Ayrılmaz o hiç benden.. Bazan uçar yükseğe; Yaklaşır sanki göğe., Düşünce yere tekrar; Bir kere daha zıplar, Atarımı uzaklara, Koşarım peşi sıra. Atarlar bazan bana, Derler, ayakalasana..» Yakalarım tutarım. Derim «işte ben varıms, Bazan gider saklanır Her tarafta aranır, Saklanınca o, vay; vüy, Bulunmaz kolay koluy, Saklı kalır günlerce, Görünmez gündüz gece, Gene bir gün nihayet, Ele geçecek elbet., Yeniden zıp zp zplar; Ne de güzel rengi var, ve cümleyi tamamlıyacak keli . U Çocuk diyor ki: leri koyacaksınız. * Emniyetle bakıyorum. sına dayanıyorum. Hoplar hep hop hop hop hop, Onun adı lâstik top! Erhâan SON POSTA rerdim. Fakat benimle beraber tram- vay bekliyen birçok kişiler vardı, onlar benim gibi atlıyamazlardı. Arka b mağın kenarındaki demiri sağ elimi yakaladım. Ve tramvayı'pattadak ol - duğu yerde durdurdum:; Orada bülür nanlar tramvaya bindiler ve bana çok çok teşekkür ettiler. Hele bir gün anlattığı büsbütün ga- ripti: — Ben dev gördüm, dedi, dev nasıl şeydir siz bilmezsiniz. İnsan azmanı gi- bi bir şey olacak. Bir başı var nah şu kazan kadar. Kolları benim boyumun üç misli, hele bacakları. Babamın bo- yunun iki misli var. Karşıma geldi. «Çocuk seni yerim» demesin mi? Şöyle bir zıpladım. Dosdoğru çene- sine bir yumruk vurdum. Yumruğu 3 ile yere yıkılması bir oldu. Hay- di dedim, defol bakayım. Kalktı, kor- ka korka kaçtı. di dinliyen arkadaşları ona tediler. Günün b odun gelmiş mi evde yoktu. Odunlar bahçede duruyordu. İki çatal odunu da kesmek kadaşlarından biri bunları görür gör- mmez: — İşte, dedi, Necmiye öyün oyna - Manın sırasıdır. Çatal odunlara birer rkadaşları Bahçede bahçıvan 8 bu odunları o ydu ki, uzaktan gören biri: külübede vücudu kulübeye girmiş te bacakları kulübeye sığmayıp dışarıda kalmış upuzun boylu bir iİnsan var zannederdi. ayakkabı Bunu yapan, öteki arkadaşlarına da haber verdi: Şimdi, dedi, Necmi gelsin, dev nasıl şeymiş görsün! Bakalım ne yapa- cak. Hep beraber kulübenin arkasına sak- flamp Necminin gelmesini beklediler, ecmi biraz sonra göründü. Etrafına akıyor, arkadaşlarını arıyordu. Her halde gene söyliyecek bir yalan bul - muştu. Tam evinin bahçe kapısından içeri girer girmez gözü bahçıvan kulü- besine ilişti. Kulübeden dışarı Çıkmış babasının iki boyundaki bacakları gö- rür görmez. — Anneciğim, anneciğira.. diye ba- Şıra bağıra kaçmıya başladı. Arkadaş- |ları onun bu haline gülmekten katılı - rlardı. Nihayet içlerinden biri mey- dana çıkıp: — Necm Diye bağırdı. Kendisine bağırıldığı- nı duyan Necmi bir kat daha korktu. Korkusundan artık koşamad: da, duğu yerde kaldi. Arkadaşları yanına ler. Bunum bir şaka olduğunu ve tdüğü bacakların ayakkabı giydi - ri'miş odundan başka hir şey olmadı - Eğımnı kendisine anlattılar. Necmi Yahat bir nefes Ve bir daha yalan söy - lemiyeceğine söz verdi. O gün bugündür, Necmi hiç yalan söylemez. eaaseksaAaasasaseerddAAAsARARAAAAAA AM AM RAsAAAAA Si A RAAAA AAA AAA Kaleci, kalede rahat oturmanın yolunu bulmuştu Resimli Hikâye KA SİZET| İngilteredeki sincaplar Sincap çifiçinin sevmediği bir hay « vandır. Hububatı mahveder, Avus « tralyada sincaplar pek çoktur. Ve A « vustralya çiftçileri bunlardan gol müştekidirler. Eskiden İngilterede yal- niz bunların kırmızıları vardı. $ Kırk beş sene evvel şeklen güzel e< lan kül rengi sincaplardan bir miktas giltereye getirildi. Vaburn parkına bırakıldı. Bunlar az zamanda o kadan fazlalaşt. ki evvelâ süsken sonra , dan çiftçinin başına belâ oldular. ... Arılar vasıtasile mektuplaşmak Harplerde bir yerden bir yere ha« ber göndern için güvercin kulla « nırlar. Gü ere mektup bağlar * lar. Güve ler bu mektuplar: gide ceği yere götürürler. Şimdi bunu arı r üzerinde de tecrübe ediyorlar. Te « bit arılar mektup taşımazlar Bunun için arıları muayyen renklere boyayıp uçurmak ve arının gittiği yere dekiler aradaki rengi görüp, arıyı bı « rakanların ne demek istediklerini an « kyacaklardır. Deniz fenerleri Büyük harpten evvel İngilterede ya- |pilan bir deniz feneri kırk bin mum kuvvetinde aydınlık verirdi. Ve dün- yanın en küvvetli feneri addedilirdi. Fakat şimdiki zamanda öyle deniz fenerleri yapılmışlar ki iki milyon 'müum aydınlığı veren lâmbalar vardır. ... Klepten geçen kanın ş ağır| ğı İnsan Kalbini bilirsini tulumba gibidir. Vüc, | toplanır, Ciğerler j sonra gene kalb tülümbasının yaptığı ün vücuda dağılır, kalb çok Ve bu çarpışlarla yirmi Bu âdeta bir i kan orada Nalbant Hasan diş çekiyo v Nalbant Hasan dükkânın karçıszma taşınan dişçiden hiç haz etmemiş! gün o dükkânda; pat küt, pat küt nallarken, dişçi pencereden başını zatmış: — Senin gürültünü mü dinliyı ğiz, bu ne haldir? diye ona çıkışmıştı. Haz etmemesinin sebebi işte bü idi; ikide bir: — Oda dişçi? derdi, onun yaptığı kadar dişçiliği ben de yaparım. Nalbant Hasanit dükkân komşusu manav Hüseyinin bir gün dişi ağırmış- tu Dişini çektirmesi lâzımdı. Nalbant Hasana haber verdi: — Ben, dedi, karşıki dişçiye gidiyo- rüm, Nalbant Hasan birdenbire kızdı: — Karşıki dişçiye ne diye gidersin, onun yaptığı dişçiliği ben de yaparım. — Yuk canıim yapamazsın! — Senin dişin ne olacak? — Çekilecek. — O dişçi bunun için para da ala - cak, hem de canın yanacak. Hele ben çekeyim bak, ne canın yanar, ne de pa- tTan gider. — Çekemezsin nalbant Hasan! — Çekerim. Hele sen razı ol! Poki razı oldum. Ibant Hasan sağlam bir leyip manav Hüseyinin Manav Hüseyin sordu: — Şimdi bunu çekecek misin? — Hayır, elimi bile dokunacak de ğgilim. Sen kendin siçimin öbür ucunu şu duvardaki halkaya bağla Manav Hüseyin, nalbant Hasanın de. diğini yaptı. — Şimdi biraz geri çekll, ben bir dakikaya kadar gelirim. Dişin de ben | gelince kendiliğinden çıkıverir. olduğu yerde kaldı Nalbant Hasan ocağa gitti. Ocakta kıze gin duran bir nalı kerpetenle tutup manavın yanına geldi, nalı manavın doğru yaklaştırdı. a nalın sıcaklığını Ki burnunda manav: masile £ zında aya bağlı ol sökülüverdi: sibant Hasan koltuklarını kabart- Gözdün ya, dedi, dişin kolayca çe- kiliverdi