27 Şubat 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

27 Şubat 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

3 İstanbuldan Tahran Suriye ve Iraktan geçenler neler görürlar ? Otobüs yolcularına Tizumlu tavsiyeler - Musulda İngilizlere mahsus bir otel- Metr dotel İngiliz dostu olursa yolcu nelere uğrar ?- Beyaz trenler - Çöl ortasında saat beş çayı Yazan: İbrahim Hoyl — B efl Ağdaçlarını âdeta tomurcuklandıracak gadar ılik ve pırıl piril yanan gün Adanayı, istasyon kampanasının üç kere vuruşile urkada bıraktik ve on dakika süren meşhur Ayran tünelini ten; öz Türk İskenderuna ın, Fevzipaşa, Islahiye ile Toprakkalede de, Hat bir selâm gönderdikten sonra ak - uma doğru Fevzipaşaya geldik. Ga - yet terbiyeli bir gümrük memurunun gayet nazikâne bir surette yaptığı araş- tırmayı, hele ecnebilere karşı göster- 1 kolaylığı içimden takdir ettim. Karanlık çökerken Salihiyede Türk hududunu arkamızda biraktık. Süri - ye hududunu da aştık. Haydarpaşadan çıktıktan tam iki gece bir gün sonraTelkoçeke varı ' Bundan sonra da otomobil yolculuğu- müz başlıyacaktı. Nitekim trenden iner inmez, vagonlinin gönderdiği o - tomobillere taksim olduk. - Altımızda keyifli keyifli homurdanan fabrika - dan yeni çıkma 1937 modeli (Ford) u- muzda dört kişi idik. 60 lık bir Ameri- kalı mis; 40 sene evvelki Kodak fo - toğraf makinesimi ekitabı mukaddes» gibi koynundan ayırmışan sinirli bir İngiliz, İran milli bankası şube müdü- rü olan arkadaşım, bir de ben... Ben şoförün yanına oturmuştum. Okur - larıma tavsiye ederim! Uzün otomobil yolculuğu mu yapacaklar, bir kere de #cizane benim sözümü dinlesinler ve s«açıkgözlük» edip şoförün yamına otu- ruversinler. Eminim ki, bana dua ede- ceklerdir. Zira bu gibi seyahatlerde en rahat, en sarsmıyan, en sıcak yer, yani beylik yeri şoförün yancağızıdır. İlâ- mı malüm mu?.. olsun... Trabzonlu bir Ermeni Türkü olan, şimdi de Irak pasaportu taşıyan şofö- Tümüz Mığırdıç, gayet fasih bir türkçe ile «beyim.. dedir. Talihiniz varmış, hava açtı, güneş çıktı. Yoksa gelemi - yecektik. Sizler de buralarda kalacak- tınız... Musul, Musul olalı böyle kar, böyle yağmur görmedi. On senedenbe. Ti buradayım. Ben bu kadar soğuk, bu kadar şiddetli yağmura rastlamadım. Sanki gök delindi. Şarr.. şarr.. Ha a - kar ha akar.. Dur be mübarek. Ne ge- zer. Telkoçek Musl yolu bataklık ha- lini almıştı. Bereket ki dünkü güne $e.. Bir parça kuruttu.. Hem, Musul - yolu gene bu sellerden kapan- di Otomobil işlemiyor...» Hakikaten, Ford, yağmurun o mu - zip eli ile yarattığı hendekleri, göl cükleri aşmak için, ine, Çıka, bazı yer- Terde batak 'a saplana saplana Üç buçuk saatlik volu, sâatte aldı Ve akşama doğru Musula geldik, Müs- takil İrakın en değerli şehirlerinden sayılan, yer yer petrol kuyuları - ükseldiği, havasında ham petro- lun izlerini taşıyan ve son harp sene - Terine kadar da Türkün idaresi altın. - da bulunan Musulu ben hiç yadırga - madım. Sanki her zaman içinde yaşa- mış, sokaklarında gezmiştim. Su kö - şesinde tanıdığım bir çehre sanki beni selâmlıyacak gibi idi. Tozlu, pis, ya - ralı bereli çocukların oynaştığı Arap ve Türk mimarisinin melezleşmiş b nalarile çevrili göz alıncıya kadar - t yollarında kayan © tomobilimiz Musukın biricik «lüks» 6 telinin «Rest House» in kapısında duür- dü. Solük elektrik ışığının aydınlığın- da başlarında kavun dilimini andıran külâhlarile dört adam etrafımızı sardı. Biz önde, önlar arkada iki tarafımızda valizlerimizi taşıyan hamallarla avlum su bir yere girdik. Bir müddet mola verdikten, pasaportlarımızı kaydettir - dikten ve Iraklı gümrük memurunun (*) Birinci yazı 25 Şubat Perşemhe günü çıkmıştır. Bi üniminütemi Yoğurt satan lraklı kadın gayet nazikâne bir surette eşyalar zi Müayenesinden sanra, odaları Çıktık. Eski bir medrese bozmasını an- dıran bu otelin ekseri müşterisi İng liz olduğundan, binada: Home'i, şömi - nesi, Lounge Room'u — (oturma oda - 81) ile ve koltuklarında bir sürü ga - zete, ağızlarında pipoları, sinek kay - di tiraşlı «mister» deri ile baştan başa bir İngiliz havası esiyordu. O kadar ki, bizi akşam yemeğine davet eden metr | « dötel, sıcak odada kurulu olan sofraya yalnız İngilizleri çağırdı da, bize so - Buk bir salonun köşesini gösterdi. Bu "Müameleye nihayet dayanamadım, i raz ettim. Ayak dirediğimi gören. mu- tabassıblı tavrım mety dötel mübalâ- Bah jestleri ve fena ngilizcesile (tu - haftır, Irakta ingilizceyi doğru dürüst Börüşen pek az İraklı gördüm). — No sir, no sir, Where you plense, sir.. (Hayır efendim, hayır, nercede ar zu ederseniz!) dedi ve ben de arka- daşla birlkte, şümmenin karşısında tatlı bir çıtırtı ile yanan odunları, kı- zil alevleri seyrede ede, ruzbiki, bol patatesi, tereyağlı, podingi ve meyva - -|Sile tam ve tipik bir İngiliz yemeği ye- dim. * Si inkâr olunmaz bir hakikattir ster çölde, ister en medeni bir se- Şi .)hirde; her nerede olursa olsun İngiliz, beraber büyüdüğü ve daima içinde ya - adığı an'anesini, görgüsünü hemen ©- ada da elinden geldiği kadar ayni se- d le kurar. Bu onun en büyük mü- meyyiz vasfi, karakteri, en öğülecek meziy Bu suretle, milliyet hislerini kat nemalandırır ve her yerde İngiliz ol - düğünu unutmaz. Bu da, en büyük bir milli haslettir. Hiç şüphe yok ki, şarktan aldığı dersle Uyanan İngiliz temizliğe o ka- dar ehemmiyet vermiştir ki, islâm di- ninin bağıra bağıra ilân etliği «temiz- lik imandan gelir..» vecizesini başlacı -|Yapmıştır. Ve nereye giderse gitsin, ki dünyanın en ücra köşesine bile seve $€Ve koşar, ilk olarak ter zllği temin edecek vasıtaları arar, suyu bulur ve yıkanmasını temin eder. Sonra oraya barınacak yer yapar. Onun için Mu - sula varan yolcular, tren kumpanya - sının lüks «Rest House» inde meden! bir cennete ulaşırlar, v » Sabahleyön, yani perşembe sabahı, Musul - Kerkük yoluna dair gelen ha- berler birbirini tutmadığından şofö - rümüz, biraz yollanalım, deniyelim de- yince, küçük bir sergüzeştin tatlı his- lerine kendimizi kaptırarak yola çıktık — SURUMU Konuşma : Nurullah Ataç Coğrafya üstadımız bay Faik Sabri Duran, bayram hediyesi olarak, bize bir Büyük Atlas (1) verdi, Bilmem ha ritaya bakmağı sever misiniz? Ben ba- yılırım... Bu, belki de, bulunduğum yerlerden pek kımıldamadığım içindir: görmediğim, bilmediğim, ginemiyece- Rim, bilemiyeceğim dünyayı haritalar üzerinde gezmek isterim, Hülyanın, ha rita kadar iyi yardımcısı yoktur, İlk kitabım değil, ilk kıymetli kita- bım bir atlastı: İbrahim Hilminin Ceb Atlası. Yazık ki kaybettim; onu alınak için ne kadar üzülmüştüm; aldıktan sonra da dünyalar benim oldu... Atlas insana hakikaten dünyaları bal şeder. Bugün ben yaşta olan herkes, İbrahim Hilmi'nin atlasını hatırladıkça gönlün- de, şu hüzne büründüğü için daha tatlı olan neşeyi duyar, O kitab cidden yüzel, «nefiss bir şey miydi? bilmiyorum. Kaybettiğim bel ki de iyi oldu, çünkü cidden güzel, cidden «nefis» bulmamağa tahamnıül edemezdim. Onun, hafızamda bıraktığı ve yıllar geçlikçe daha derin bir müb- hemlikle bezenen izin, en güzel şey- lerin şiiriyetinden mahrum kalmasına önlüm razı olamazdı, Faik Sabri Duran'ın Büyük Atlas'ı benim anladığım kadar, cidden güzel ve «nefis» . Baş vakitlerimde değil, bej ayni yerlerde dolaşıp ayni şekilleri mekten bunalıp da hiç olmazsa hayali- mi gezdirmek ihtiyacını duyduğum sa- atlerde onu açacağım Baudelaire'in belki en güzel şiirinin adı *«Seyahate davet» tir, her atlâsın adı da «Hülyaya davet» olabilirdi. Büyük Atlas'ı lise talebesi, coğrafya | Muallimleri ve coğrafya ile meşgul her| kes elbette edinecektir. Pakat bu kitab yalnız onlar için değildir: bütün dünya Bibi o da herkes içindir. Siz de alın ve bilhassa çocuklarınıza alın, belki onsar da coğrafya merakını uyandırır. Hiç “Jolmazsa Ceb Atlas'ının bizde bıraktı. Bina benzer bir hâtıra bırakır. * İHTİYARLIK. — eDivan edebiyatır ilâve» sine almış, bazı we slenlar da n Eksik olma iy gittikten son- ra divanları okuyan kalmıyacaktır» de miştim. O gazete bu cümleye tak kendi. kendime bühtan ettiğimi söylüyor. Gerçi ben henüz «ihtiyar» denecek yaşta değilim; fakat bende di- vanları seven, Naili'den, Nefi'den hoş- lanan taraf ihtiyarlamış olan taraftır; ben bunu söylemek istedim. rümde gençlik iddia ettiğimi hiç hatırlamıyorum. — İhtiyarlık iddiasına kalkışmak ta elbette gülünç bir $ey o- lür. Zaten bir muharririn - kendis'nin bile olsa - yaştan bahsetmesi abostir. Ben de a tümleyi, yaşımın ı!erlı_—mlş ol duğunu söylemek için değil, zevkim:zin köhneliğini anlatmak için Yazmıştım. Hem benim gibi adamlara gerçekten <ihtiyar» denir, mademki köhnemjş Zevklerimiz var. Zevkimizin köhneliği ni anlamamız bir gençlik alâmeti de- Bil, ihtiyarlığımıza bir büzün daha ka- tan bir zehirdir. —H (1) Kanaat Kitabevi (Fiat gösteril. memiş), ereserarll e eereseneserakane dabumeetnsEnSEnaSeereeeeann İki tarafı sarı biner ufuk içerisinde kaybolmuş bir çölden geçtik.. Henüz iki saat kadar yol almıştık ki, içine bir ağır makineli tüfek yerleştirilmiş açık bir otobüscük göründü. Tayyarecile - rimizin elbiselerini andıran kurşuni ü-| ta niformaları ve gene o renkteki külâh- larile, şekiz nefer de makinelinin et - rafına çevrelenmişlerdi. Küş uçmaz, kervan geçmez bir çölde, bunların işi | ne?.. diye Mığırdıca sordum. — Emniyet için.. dedi. Makineli tü - feğin heybetine, güneşten kavrulmuş, sahtiyan suratlı neferlerin azametine bakan gözlerimle beraber yüreğim hop etmedi değil... * Bir çıkmaza geldik, durduk. Yağan yağmur, şosede âdeta çamur kuleleri vücüda getirmişti. Dönmekten — başka çaremiz kalmamıştı. Nihayet yarım günlük bir mecburit gezintiden sonra, Musula tekrar döndük. Beş buçuk saatte, Beyci istasyonuna geldik. Ora- dan trene binerek Bağdada hareket et- tik. * Bizi Bağdada Hetecek olan bu tren, için yazdızım yazıyı bir gazete «edebi | Önümde şöyle bir ilân var: «Orta mektep mezunu bir Bayan, vahidesile birlikte apartıman — kapıcılı- ğina - taliptir.» Altına şöyle bir cümlecik ilâve olun- müş : «Devren de olabilir.» yazılı : “ «Aksaray, Horhor caddesi, Akarca |sokağı, Karadeniz Mensucat fabrikası | karşısında, 13 numaralı ev...» Bu beş satırlık bir ilâncık, beni beş | dukikadan fazla düşündürüyor. Beş da a sonra bu ilânım altında gizlenen |acı macerayı dinlemeye karar veriyo- rum. * Harap bir konağın, toprak zeminli loş methaline atılan ârkalığı kırık bir sandalyede oturuyorum. İhtimal altlarına alacak birer iskem İleleri bile olmadığı için, iki boynu bü- kük halayık gibi karşımda divan dü- ran iki kadını tafif elmeme lüzum yok. »| Çünkü fotoğraf objektifi bu vazifeyi, benim kalemimden çok daha muvaffa- |kıyetle görmüş: Resimlere göz atmak |zahmeti, kapıcılık arayan ana kızı gör | menize yetecektir. Hızcağızın adı Mühibe Songür... A- nasınınki İrfan... Mühibe Songürün babası Abdülke- dan ön glti gün evvej uzun bir hasta- hktan sonra yetim bıraktığı iki çocu- ğüuna, ve dul bıraktığı karısına kalan bütün mirası, cebinden çıkan birkaç Ji- radan ibaretmiş. y Mühibe Songürün küçük - Kardeşi, Pertevniyal lisesinin dokuzuncu sını - fındayınış, Fakat çocuğun bu senaki ki taplarını çok geç alabildikleri için, ders lerini yetiştirememesinden korkuyor - larmış. Hem üstelik, lâmbalarında gaz, ve mangallarında kömür bulunmadığı için, biçare çocuk geceleri, çalışmaya imkân bulamıyormuş. Ana kız : — Bütün ümitlerimiz onda,.. diyor- lar... Ve ilâve ediyorlar: — Şunun şurasında, iki seneciği kal dı. Mektebini biti habilsek... Fakat bir iş bulamazsak, elimizdeki Parayla iki sene değil, iki ay bile daya namayız!.. Bütün ümidimiz kapıcılık- — Aklınıza başka bir iş gelmedi mi? Vu sorguya, Mühibenin annesi ce - Vap veriyor: — Bite en Münasip iş kapıcılık... Bir kere ev kirası vermiyeceğiz. Başımız daima bir çatı altında bulunacak. Hem © İşin bol bahşişi de olurmuş. Üstelik bildiğimiz çaptaki trenler gibi değildi. Renkleri beyazdı, kompartımanda öy- le karşılıklı sıralar yoktu. Birinci ve ikinci sınıflar âdeta vapur kamaraları - Di andırıyordu. Her ikisinde de, ayrı bir bölmede birer tuvalet salonu var- dı. Her iki sınıfta da döşek, battaniye bulunuyor, yalnız birinciler iki, ikin - ciler dörder kişilik ve vapur kamarası Bibi üstüste ve karşılıklı yapılmıştı. Heyeti umumiyesi itibarile Irakın beyaz trenleri daha ziyade oyuncak trenleri andırıyordu. İstasyona erken gelmiştik, Saat 21 rim, eski bir orman memuruymuş. Bun |. tirinceye kadar daya- |- pıcılık arayan orta mektep mezunu kız! -Genç kız. ve anası “Bize en n;ııînasip iş aparlıman kapıcılığı, diyorlar. Bir kere ev kirası vermeyeceğiz. Üstelik de. birbirimizden ayrılmıyacağız,, F $ ğ Ana ile kızın bir başka resimleri te ben kızımdan ayrılmamış elacağım!l. Ayrı ayrı olsak, koca bir apartımağd kapısını idare edemeyiz... Fekat kızım la elele verince, her işin hakkından ge debiliriz. Onun kafası yerindedir. Ben de aya Daha altında da talibelerin adresleri |, O oturanların, girip çıkanların isime lerini beller. Mektupların adreslerini okur. Sorup soruşturulacak lâkırdılarg kevap yetiştirir. Yani işin avukatlık, kâtiplik tarafını becerir... Ben de ayali işlerine koşarım. Ağır işleri görürüml Kazanacağımız parayla da, çocuğun mektep masrafına yetişiriz! — Gazeteye verdiğiniz ilânda, deve ren de olabilir!'» diyorsunuz. O ne de- mek? — Yani satilik kapıcılık varsa, para sını verip devralırız demek istiyoruz | Bir bildiğimiz söylediydi: Bazı kapıcır lar, buralarda para yapıp la köylerine dönerlerken, işlerini başkalarına sa't> yorlarmış. Çünkü bu apartıman kapi- çılığı, kiralık dükkân gibi bir şeymiş: . ,Yalnız, sade kapıcıyla konuşup anlaş- mMak yetmezmiş. Mal sahibiyle de u« yuşmak lâzımmış. Bize : — Sakın malsahibiyle koq_uşmıdın. kapıcıya para vermeyin... dedile ,Biz ihtiyatlı davranacağız ama, bilin * mmez ki... Kısmetimiz yardım etse de, bir helâj süt emmişine düşsek bari. — Geçenlerde bir adam, kapıyı geg Aaçtı diye bir apartıman kapıcısını döv poüş. Ya böyle belâlılara çatarsanız? — Benim kulağım deliktir. Çabuk a« garım! , Kızı da, anası kadar masumiyetle ü ve ediyor : Gece yarısı bile gelseler açarıze ünkü ben tavşan uykusu uyurum! Anası, bir apartıman sahibine temie mat verir gibi : — Hiç, diyor, kapıda misafir bekle* tilir miymiş! Ben kapı zilini değil, soe #aktan geçen karınca sesini bile şıp di ye duyarım! , — Ya gelenler sarhoş olurlarsa ? — Olsunlar... Biz kapıcı olduk berkes içkiye tövbe edecek değil İçecekler tabil... — Demek sarhoştan da korkunuğ yok ? — Huyuna gidince, ,yapmaz adama!,. Ben ayrılırken, kendisini bir iş vers gmek niyetiyle istintaka çektiğimi sa * pan biçare ihtiyar, emniyet vermek 5* teyen saf bir eda ile ilâve ediyor. — Kendi evim gibi beklerim aparti* manı!.. Hem dayak bile yesem, ağzılıl açıp ta gık demem! İki tokattan ne ÇF kar? Dayak yemek, oğlumun mekte * binden kalmasından da acı değil ya? sarhoş birşey de hareket edeceklik, Bizim kronomet” reye bir ğöz attım. 17 yi kırk beş ge * çiyor.. İkindinin geçmiş olmasına rağ” men biraz fazla ısıran güneş boz ufuk” ta garip renkler yaratıyor. Ortalığı &* arada sırada hırıldıyan otomobillerin; $ ğir gövdeleri ile uçmıya nazlanan kâf” gaların sesleri bir an için dolduruyor* Sonra bu dekora çok yaraşan — esrarli bir süküt gene bizleri sarıyor. Uzun €& mer yüzünde, vakur bir ciddiliğin Ü” tün akislerini taşıyan bir memurdâü ziyade bir sefaret kayasını andıran Hü" (Devamı 12 inci sayfada) —

Bu sayıdan diğer sayfalar: