2 Şubat 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 14

2 Şubat 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Bütün Sibirya köylerini 14 Sayfa | “ Son Posta ,, nın tefrikası : 108 AŞARLIK ÜLKESİNDE Rasputin tuttuğu yolu haklı çıkaracak kaideleri muhtevi bir tarikat vücude getirmişti. Doktor Lâzoverin bu sözleri de, bü-|Rasputin, saray kadınlarını ormanlara | yük bir dikkatle dinliyen Cemile hay- tet vermişti: — Doktorl!.. Eğer bunları siz anlat- tmasanız, mümkün değil inanmam. Diye söylenmişti... Doktor Lâzover, dudaklarında garip bir tebessümle söz- lerine devam etmişti: — — Bu kararı verir vermez, Raspu- tin derhal bir program hazırlamıştı. dolaşacak.. ham, mütaassıb halkın hissiyatını yok- lıyacak.. icad edeceği tarikin ilk te - mellerini atacaktı ...Rasputin'in bu ta- rTiki, şu esasa istinad edecekti. LAllah, insanların ruhuna girmedik- ce, insanlar, ruhlarını tasfiye edemez- ler. (Allah durgun ruhları sevmez, ve böyle ruhlara girmez. Çİnsanlar ruhlarına bir cevvaliyez ve elâstikiyet vermeli.. Cenabıhakkın mu- kaddes ruhunu davet etmelidir. (İnsanların ruhlarına cevvaliyet ve elâstikiyet verecek yegâne kuvvet, şunlardır: — Oruç, ibadet, dini raks. ; [Oruç, hassasiyeti arttırır. İbadet, âman ve itikadı kuvvetlendirir. - Dint raks ise, hem vücudün ve hem dzruhun cevvaliyetini arttırır. * Jİnsanların sırtlarına giydikleri el- “bise, nasıl ki havaniın nüfuzuna mâni üse; mukaddes ruhun vücude girmesi- ne de öylece mânidir... Çünkü insan- lar, bütün günahları, sırtlarına giydik- leri o elbiseler altında işlemektedir... Ruhu tasfiye etmek için nasıl ki, gü- mah çıkarmak elzem ise; mukaddes Tuhu vücude ithal eylemek için de, dünya libasından tecerrüt etmek el - zemdir... Buna binaen, (Havva), (cennet) te, Cenabıhakkın huzurunda ne şekilde ve ne kıyafette raksetmişler ise; (hakikt mümin)ler de burada, dünyada; ©o şekil ve kıya- fette raks ve ibadet etmelidir. Sadece avrat yerleri, bir kaç yaprakla setre- dilmelidir.) " Hiİşte; insanların hakiki ve #badetleri budur.) — Vay, kurznaz herif vay... Acaba, icat ettiği bu garip tarike, mürit bula- bildi mi?., Diye bağırmıştı... Doktor Lâzover, gülümseyerek başını salladı: — Hay, haaay... Hem de yüzlerce.. ve binlerce köylü, kandırmıştı. — E buna; hükümet ve kilise mâni olmadı mı?. — AÂziziml!.. samimi Rasputin bu ibadeti açiktan açığa yapacak kadar budala . . mı?.. İcat ettiği tarikatin esrarını, sıkı sıkıya saklamıştı... Müritlerini, hücra köylerin ve ormanlarında, toplardı. Ve bunlara, baygın düşürünceye kadar rakslar yaptırırdı. Müritlerinin büyük bir kısmı kadın olduğu için, bunlar iç- kinin ve raksın yorgunluğuna dayana- mıyarak birer tarafa düşer kalırlardı. — BSonra?.. — Sonrası, malüm,.. bu derin yor- gunluk içinde mest ve beyhuş olarak gözlerini yumarlar; Cenabıhakkın ru- hunun kendi ruhlarına girmesine mun- tazır olurlardı. - — Demek ki, bu saf köylüler; buna inanırlardı?., — Yalnız saf köylüler inanmış ol- salar, bir şey değil... Saray kadınla - rından bazıları, nasılsa bu ibadeti ha- ber almışlar; onlardan bazıları da giz- lice Rasputinin etrafında toplanmışlar- dı... Bizzat kendi anlattığına göre; cuğum seni severse, belki bilâhare üst Sabahat mektubun sonunu okumadı, kâğıdı elinde buruşturarak çöp sepe- tine'attı Ve (dudakları — arasından şu sözler döküldü;: —— — <- r — Pııı luıimcığızıı akiın ılımş (Adem) ile sürüklememek için icat ettiği ibadette küçük bir tadilât icra etmişti. Evvelâ bunlara bir vaiz vermiş; İsiz, Allaha rı, Allaha götüren en kısa yol; tava- zü ve alçak gönüllülüktür.| demişti. Haşmet ve etiket içinde yaşayan bu kadınlar, tavazularını nasıl göstere - cekler; ve alçak gönüllü olduklarını ne suretle ispat edeceklerdi?.. Raspu- tin, derhal emretmişti: — Kapalı bir yerde soyunacağız. Ve, siz beni yıkayacaksınız. Rasputinin bu emri derhal icra edil- mişti. Bu kibar kadınlar, bu fakir pa- pazı önlerine oturtarak yıkamak sure- tile tavazularını göstermişler; Cenabı- hakka, takarrüp etmişlerdi. (1) Cemil, hayretler içinde kalmıştı: — Acaba, çariçe hazretleri de, ayni şekilde ibadetti...... Diye, mırıldanarak bir sual sora - caktı... Fakat doktor; dalgın dalgın sözüne devam ettiği için sualini ta - mamlıyamamıştı. —Rasputin, bu saray kadınlarının delâlet ve tavsiyelerile, 1904-1905 teki ihtilâl senelerinde Peterspurğa gelmiş- ti. Küçük ve mütevazı bir evde yerleş- mişti... İlk iş olarak, Petersburğ (ilâhi- yat akademısı rektörü, piskepos, Teo- fanis)i ziyaret etti. Bu adam tam bir dindar ve zahitti. Hakikaten bir (âziz) safiyetine malikti... Bu zat, Rasputini, bir imtihandan geçirmek istedi. Ras- putin; bu suallere basit bir köylü lisa- nile cevaplar verdi. Fakat bu cevaplar- da, o kadar özlü bir kandırma ve kud- ret kabiliyeti vardı ki; © âlim piskepos, bu cahil köy papazının önünde başını eydi. : — Saf ve cahil halkı irşat etmek, onlara iman ve itikat vermek hususun- da; siz bizden daha fazla meziyetlere maliksiniz. Bugünden itibaren, bu va- zifeyi deruhte etmelisiniz. Dedi. Ve Rasputini, resmi bir ayinle (takdis) etti... İşte âzizim; o günden itibaren de, artık Rasputinin yıldızı, ik- bal ve istikbal semasında, birdenbire yükseliverdi... Rasputin, bu — vaziyet karşısında, üçüncü defa olarak tari - katte bir teceddüt husule getirdi. Mü- ritleri arasında, (ibadet) ile (zevk)i birleştirdi. Evine, gizli bir ( mâbet ) süsü verdi. Artık kâmilen kadınlardan mürekkep olan müritlerini buraya da- vet etti. Kendi, fasılasız içti, Onlam da fasılasız içirdi. Ve...... Doktor Lâzover, büirdenbire sustu. Rengi, sapsşamı olmuştu. GCözleri Ce- milin gözlerine dikilmişti. Adetâ, ka- talepsi haline gelmişti. Doktoru bu hal- de görünce Cemilin vücudu da hafifçe ürpermişti: — Eyvahl.. Zavallı doktor, galiba Rasputinin habis ruhunun hışmına uğ- rTuyor. — Ne oluyorsunuz, doktor?.. Demişti... Doktor Lâzover, pencere- den tarafa kulak kabartarak elile işaret etmiş; — İşitmiyor musunuz?.. Çevabını vermişti... Cemil de. din- kâr bir uğultu gelmekte idi, — Rüzgâr değil mi, doktor?.. — Hayır, azizim.. fırtına... Hem de, büyük fırtına... Diye mukabele etmişti. Kapının zili şiddetle çalınmıştı... Prenses Emma, sapsarı bir çehre ile odadan içeri dalmış; başındaki kalpağı bir kanepenin üzerine fırlatmış; kor- kunç bir vaziyetle: (Arkası var) “(1) Rasputin, hayatta iken (Nov < | yavremya) gazetesi muharrirlerinden birine böylece beyanatta bulunmus; ve | hwomm yaklaşmak mı istiyorsunuz?.. İnsanla- | " Diye düşünerek; adetâ korka korka: lemişti. Uzaktan, korkunç ve tehdit -| SON POSTA « Son Posta » nın Tarihf Tefrikasmı : 47 — «Sama nasıl bir erkek..? Dünya- da sevgilisi var mı? Ve bir kadını se - vecek olursa, acaba en çok nesini ve neresini sever?» diyor. — İşte bu güzel bir tesadüf oldu, Ca- mol Ben sana kısata Samanın huyla - rından ve meziyetlerinden bahsede - yim.. sırası gelirse prensese anlatırsın | — Fena olmaz, Uran! Ben de sen - den bunları öğrenmek istiyordum.. Uran, yavaş yavaş anlatmağa başla- dı: — Sama, çok temiz yürekli bir er- kektir. Doğruluğu sever. Muztarib in- sanların yardımına koşmaktan zevk duyar. O, Sirtellâdan ayrılırken, bütün halk arkasından ağladı ve genç kızlar onun atının bastığı yerlere saçlarını ke- sip demet demet serdiler. Sama insan- ların yüzlerini değil, ruhlarını sever... O, insanın dışmdan ziyade içile meş- gul olur. Şimdiye kadar hiç bir kadın sevmemiş.. galiba Suz sarayında hoş- landağı bir kadın varmış ama, o da öl - müş. — Demek şimdi içi boş bir küp gibi yaşıyor, öyle mi? — Evet. Fakat, unutmamalı ki, bir küp bundan fazla boş ve kuru kala - maz. Onu muhakkak su veya şarapla doldurmak gerek. — Bu haber beni çok sevindirdi, U- ran! Çünkü bizim prenses böyle bir su küpünün içini kendi elile duldurmak ister... Acaba, Suz sarayındaki kadı - nın neresinden hoşlanmıştı.. nesini sev mişti onun? — Ben o zaman yanında değildim ama.. yanında imişim gibi söyliyebili - rim: Sama, o kadının yalnız gözlerini sevmişti. — Haniya, biraz önce onun yalnız kadınların ruhlarını sevdiğini söylemiş tin? — Doğru. Gene aynı şeyleri tekrar- lıyorum, Eğer © kadinin içini dışından çok sevmiş olsaydı, bugün boş ve kuru bir su küpü gibi yaşıyamazdı. Onun sevgisi kalbini doldurmuş olurdu., O, şimdiye kadar hiç bir kadını candan sevmemiştir, Camol Eğer Gudeanın kızile sevişirlerse, bu, ikisi için de çok hayırlı olacaktır. — Karşı karşıya gelip de konuşsa - Bir Doktorun Günlük LA S > Notlarından — (*) Aşerime Gebe kadınlarda aşerme denilen ve ilk üç ayda görülen umumi bir sar - sıntı vardır. Bazı kadınlarda bü hissolunmıyacak derecede hafif ge- | çer. Fakat bazan da o kadar şid - detli ve kuvvetli kaylar, bulantılar hâsıl olur ki hakikaten muhitini ve hattâ doktorları bilen endişeye sev- keder. Böyle çok şiddetli kay eden gebe kadınların derhal idrarlarını tahlil ettirmelidir. İdrarda (aseton) denilen madde Mmevcut ise (enso - lin) şırıngaları yapılarak vaziyeti düzeltmeğe çalışmalıdır. Şırınga - larla bir çok defa kaylarınm kesildi - ği, kadının ahvalı * umumiyesinin düzeldiği görülür. Pek nadir olarak ta ensolin şırın - gaları da tesir etmez. O zaman iş aile tabibi ile mütehassıs doktorâ terkedilir. (*) Bu notları kesip saklayınız, yahut “Bıkıntı zamanınızda bu notlar bir doktor i gibi imdadınıza yetişebilir. ğ —a lar, sanırım ki birbirlerini çok seve - cekler. — Prenses, Samayı bir kere pence- reden görmüş diyorlar, doğru mu? — Doğrudur. Fakat, uzaktan ancak boyunu, bosunu gördü. — Beğendi mi? — Beğenmiş olmalı ki, ondan sıkça bahsediyor. — Eğer bir kere karşı , UMâa- rım ki, prenses, Samanın ruhunu da sevecek. Çünkü o, hiç bir erkeğe ben- zemiyen meziyetlerle yaratılmış bir as- landır. Camo düşündü: — Hatırıma bir çare geldi, Uran: Bunları karşılaştırmak için, bir gün. prensesi bahçeye çıkaralım, Sama bah- çeye saklansın. Birbirlerini bu suretle yakından görmüş olurlar. — Fena fikir değil ama. Gudeadan korkmuyor musun? Şimdiye kadar kı- zınin yüzünü hiç bir erkeğe gösterme- miş. — Gudea bunu nerden duyacak2! Bilâkis prensesin bahçeye çıkışından memnun bile olur. — Pekâlâ. O halde sen bunu hazırla. Ben, prensesin bahçeye çıktığını görür görmez, derhal Samaya haber veririm. L Bir geyik resminin manası nedir ? Güdeanın kızı yedi yıldan beri ilk defa sarayın bahçesine çıkıyordu. Sa- rayda sevinç ve neş'e ifade — eden bir telâş vardı. Gudea bu haberi du - yunca kızının yanına koştu: — Yavrum, bahçeye ineceğine çok sevindim, dedi, istersen ben de senin- le birlikte geleyim. Güzel prenses başını salladı: — Hayır, baba! ben yalnız inece « ğim. Yanımda Camodan başka - birini görmek istemem, — Giyikler, ceylanlar bahçede do- laşıyor. Eğer onlar seni rahatsız ederse, söyle de hemen kümeslerine kapasın - lar: — Hayır. Her şey yerinde dursun. Gudea odasına çekildikten — sonra, hasta prenses, Camo nun koluna yas- lanarak bahçeye inmişti. Camo bahçenin ortasındaki en bü-| — yük akasyanın altında durdu,. — Yedi yıl önce burada koşup oy- nardınız. Renkli kelebeklerin peşin- den koşar, yorulur ve bana: (Haydi şu kelebekleri tut!) diye bağırırdınız! Hatırladınız mı? Gudeanın kızı zayıf bir göğüs ge- çirdi: — Hatırladım, Camo! Hepsini ha- tırladım.. o kelebekleri sen de tutamaz- din.. ve korkarak karşıma gelip ağla- mağa başlardın! Hepsi gözümün önü- ne geliyor. Demek bu akasya o zaman- danberi bir insan boyu kadar üzamış.. ben hâlâ olduğum gibi duruyorum. — Siz de büyüdünüz.. o zaman ço- cuktunuzl : — Ya şimdi?.. — Olgun bir kız oldunuz! — Sama gelecek mi'buraya?.. Camo. yangözle arkasına bakarak: — İşte, dedi, şuradaki duvarın ö - nünde nöbet bekliyor. Gudeanın kızı başını arkaya çevir- — Siırtını bu tarafa çeviren © geniş omuzlu adam Sama mıdır? — Evet.. — Çağır onu burayal Yazan : Celâl Cengi? Gudeanın kızı yedi yıldanberi ilk defa olmak üzere Sama ile görüşmek için bahçeye inmişti. Camo derhal duvarın dibine koştü — Mellâ.. prenses sizi çagırıyofr Samış vücudünde hafif bir ürpet” duydu: K — Yüzümü size dönüpte mi g7 yim? — Hayır.. arka arka yuruyunuîı Sama arkasına dönmeden yürü? büyük akasyanın gölğelediği kumlat | üstünde durdu. Sama yan gözle prensesi iyice &" müştü. Sarı benizli.. fakat, çok gü” çok sevimli bir kızdı. Mânalı bakışi# vardı. O güne kadar gördüğü kızlar hiç bitine benzemiyordu. İ Gökten inmiş bir dişi mahlüktu * Gudeanın kızı ağaçtan bir dal * pardı.. yere iğildi.. ve kumun üstü” büyük bir giyik çizdi. j Sonra birden elindeki değneği ” manin önüne attı ve bir şey söylemed Bekledi.. | Konuşmuyordu. | Konuşmadan anlaşmak mı istiyö' du? .J N Sama, prensesin bunun manas” sorduğunu anlamıştı. Yerden ağaç * hını aldı.. kuma iğildi ve prensesin $? diği resmin yanına uzunca bir beal? şekli çizdi.. değneğini tekrar prenses' önüne attı: | Gudeanın kızı gülümsemiye b dı. k Yerden ağaç dalını aldı ve memnur yet ifade eden bir tavırla, kumun îî tüne iğildi.. balık resminin yanına V zun bir ok şekli çizerek başını Samı çevirdi. Tekrar gülümsedi.. fakat, elinde değneği delikanlıya atmadı. Zenci cariyenin koluna dayandı.. — Haydi, beni odama götür, Carn Arkasına bakmadan yürüdü.. çeden saraya girdi.. Ve odasına çıkt? Gudeanın kızı bahçede yarım bile kalmamıştı. * , İnsan kılığına giren bir geyik.« Sama odasına döndüğü zaman, m? rak ve hayret içinde idi; Gudeanın # zının çizdiği resimlerden ancak M nin mânasını anlıyabilmişti: , Prensesin çizdiği resim Sumerlile ce çok mukaddes sayılırdı. Sama bl* ' nun yanına bir balık resmi çızıneiy |Elâmlıların da balığı mukaddes uM dıklarını anlatmak istemişti. (Arkası var) eei Nöbetci Eczaneler Bu geceki nöbetçi eczaneler şun * lardır: | İstanbul cihetindekiler: | Aksarayda: (Sârım). — Beyazıtta: | (Cemil). ' Fenerde: (Husameddm) * Şehremininde: (Hamdi), Karag rükte: (Fuat). Samatyada: (Eroil'!' 1os). Şehzadebaşında: (Üniversite- | Eyüpte: (Hikmet Atlamaz), Emin” i'! önünde: (Salih Necati). Alemdar “ | da: (Eşref Neşet). Küçükpazarda: || (Yorgi). Bakırköyünde: (Hılal) | Beyoğlu cihetindekiler: İstiklâl caddesinde: (Dellâ Suda) | Galatada: (Hüseyin Hüsnü). Ta | simde: (Limonciyan). - Pangaltıda' | (Nargileciyan). Beşiktaşta: (Sü <f leyman Recep). | Boğaziçi ve Adalarda: Üsküdarda: (Ömer Kenan), Sari * yerde: (Nuri), Büyükadada: (Şi hasi Riza). Heybelide: (*Haik) i

Bu sayıdan diğer sayfalar: