Ziraat bahisleri: Köylülerimiz pancardan İstihsal edilen melasa henüz alışamadılar * » Avrupada da yeni şeker sanayii * teessüs ettiği an melas kullanılamamıştı. Halbuki oshayv dır. S lü bir ardaşım anlattı: «— Bizim tarafın köylüleri şeker fab rikasının artığı olan melastan fayda - lanmayı hiç bilmiyorlar. Değerini bi-| Yiker dolayısile, hesapsız verilirse ishal lenlerin tavsi lü de denemişler ve bilmem nı lasa bir türlü ısımamamışlar, nu yiyen hayvanlar haslalanıyormuş, siz ne dersiniz?» dedi. Şeker fabrikalarının — kuruluşuna kadar köylümüzün bilmediği melas, başka memleketlerde de uııcc'cn böyle Si rşılanmıştı. Onu ge- rektiği _3.bı ıımı_v.—ın' r gerçekten bazı aksaklıklara rastlamışlardır. Fa- kat bilgi ve tecrübeleri arttıktan sonra melasa o kadar istekle bağlanmışlar- dır ki şimdi onsuz yapamıyorlar. Şüp-| İsunun karşılayabildiği nişasta mikdarı | hesiz bizim köylümüz de, yavaş yavaş daha dün tanıdığı melası benimseye- cek ve onun büyük kıymetinden fay- dalanacaktır. Melas; pancarın fabrikada işlen- mesinden artakalan son kısımdır ki, ek seriya yapışkan bir şurup halinde ve koyuca pekmez kırvamındadır. İçindeki su mikdarı yüzde 15 ile 30 arasında oy nadığından kıvamı da ona göre deği- Şir. Hattâ bu yüzden her melas uzun zaman saklanmaya gelmez. Suluca o - lanlar çabuk ekşiyeceklerinden kıymet leri azalır, Tahmin edeceğiniz gibi içindeki belli başlı madde şekerdir. Diğer mad- dar azı , her memle- l r'u kazanca çevrilir: 'v'ı'rvm' göre ya ayrı bir kısım da tekrar işlenerek (Melâs ri) çe karılır, ya bu şekerli şurup' isbirto sruya 3 nbır ki bizim için bu üç şekilden en mu dır. Şe| vanlar için çok besle: Melas'i saman ile karıştırarak vermek lâzımdır bir gıda- I ter ki fabrikalarımız melası yakın za- |manda yurdun her tarafına yaysınlar. Melas, hayvanların diğer yiyecek lerine katılarak verilir. İhtiva ettiği şe :y,—ıpuğxrdan yedirilmesine azardan baş lamak ve hayvanları yavaş yavaş mlış- tırmak lâzımdır. Bazı köylülerin hay- vanlara dokunduğu iddiası, işte bu he sapsızlıktan ileri gelir. Yoksa ufacık bir hesap işini düşünmeyi çok görüp te hayvanları melastan mahrum bırak- mak akıl kârı değildir. Melasın kıyme- tini meydana koymak için size onun di ğer bazı yemlerle olan mukayesesini yazayım da görünüz: Tam yem kıymetini yüz sayarsak; kuru otun yem kıymeti 67 ve yüz kilo VI dir. Samanın yem kıymeti 32, nişas ta kıymeti 10, arpanın yem kıymeti 95, nişasta kıymeti 59, kepeğin yem kıy- meti 77, nişasta kıymeti 42 dir. Bun- ların yanında melasın yem kıymetine | gelince o 87 dir. Ve bunun yüz kilosu- nun muadil olduğu nişasta mikdarı 48 kilodur. Görüyorsunuz ki yabana atıla- Melası arpa, ke- ve her türlü yemle karıştırabi- Samanla da pek güzel malama olur. Pek koyü ise biraz s muvafıktır. Sulu bir halde | ve taşınması zor olan melas, bazı mem- leketlerde birtakım kuru yemlerle ka- Biz- ’mxıranık (hazır yı de de ir (& ve piyasaya Iııl yakınlarda çı tır. İstanbulda Bahçekapıda satılıyor. Melasla beslenen hayvanların iş-' Barsakları düzgün işler. çabuk beslenirler, da ha garibini söyliyeyim: Melas beygir- tihası açıhr. Mahsu'leri a kav, -| fik olanı sonuncusudur. Çünkü fabri- | lerdeki karın sancısına bire birdir. K kalarımız, melastan şeker çıkarmak ih- . künden iyi ettifi gibi bir daha görme- tiyacında olmadıkları gibi ispirto ihti| ğe meydan vermez. Yalnız melasın şu yacımız için de, köylünün sanayie va- | ölçüsü: vardır. | dır. Canh ola rebileceği sayısız mahsulleri nü hiç gözönünden kaçırmamalı rak her yüz kilo hayvan| (Ve yazık ki bugün bunlar yerlerinde | ağırlığına günde aşağıdaki mikdarlar çürümektedir). Birçok yerlerde hay -|dan fazla vermemelidir: vanlarımız samandan gay bulurken böyle yen! türe: irler için 300 gram, süt inekle-| * yen yemleri | ri için 400 gram, öküzler için 350 gram hoş karşilamak ve onlardan hayvanc: k | besiye konan sığırlar için 400 gram, ko lari faydalandırmak geri Genç kızlarımız Genç erkeklere karşı Neden fazla lâübali ? Bir okuyucum, büyük şehirleri » mizden birinde oturan Bay (A V.) gönül işleri ile alâkadar olmakla be- raber içtimai bakımdan ehemmiyeti daha fazla bir meselenin tetkikini istiyor. Yerim müsait olsaydı mek - tubunu aynen koyacaktım, mecbu - riyet karşısında küçük bir hülâsasını yapacağım. Diyor ki: «Başka bir şehirde oturan bir genç erkek hir münasebetle burava geldiği zaman eskiden fanıdığı bir allenin ziyaretine gidiyor, bu ailenin yetişmiş kızları var, onlarla tanışı - yor. Bu ziyaretler pek sıklaştı mı bilmem, fakat bir defasında bu genç , erkek - galiba evi gezmek arzusile olacak - genç kızların odalarına da gitiyor, orada hoşuna g kü - Çük bir şey görüyor; bu şeyi bir baş- kası tarafından verilmiş bir hediye- dir, genç erkek bu şey hatıra ola - rak ahp götürmek istiyor, genç kız üne bir başkası ta - rafından verilmiş bir hediye oldu - fğunu söyliyemiyor, o şeyin alıp gö- türülmesine müsağde ediyor.» Ben bu hâdiseyi bir arkadaşım - dan dinledim ve bir genç kızın, hem de iyi bir aileye mensup bir genç kızın bir yabancı erkeği vatak oda - sına nasıl kabul edebildiğine hayret tir. Gönül is| (Devamı 11 inci sayfada) len s,v,.b.aşhhk_ ş.ılı.sıye! nerede 2 — Yarının annelerinde &1 ve bugünün genç kızlarında bu - lunması lâzım — gelen — hususiyetler herede? 3 — Uzaklan tanınan bir ailenin genç erkeğine bu kadar teklifsizlik gösterilmesi doğru mu? * Ben bu oküyucumun mektubunu geçen yıl Ada vapurunda bir bocamızla yaptığım mü - hatırladım, sormuştuma: İngilizlerin, Fransızların, Al - manların kendilerme göre hususi bir terbiye sistemleri verdır, her bi- rinin karakteri, umum? hatları, ga - yeleri tarif edilebilir. Acaba bizıim terbiye sistemimiz nedir? demiştim. Muhatabım mütereddit . kalmıştı, ufukta yeni teressüm etmiye başlır yan renklerin zamanla koyulaşmıya başlamalarını beklemek zarurelin * den bahsetmişti. Münakaşayâa girişmek güç. ve bu- rada mümkün değil, terbiye bahsini bir-kenara bırakarak,bu meşele mü- nasebetile düşündüğümü kısa kay- dedeyim: Bir kısım ailelerde eski -kaideler unutuldu, yenileri (de öğrenilercedi. Bocalama devresindeyiz, fakat te - lâşa lüzum yok.; Tereddüt. geçiren - lerin sayısı çok değildir. / Manda hudutları içinde şapka, hürri - - SON POSTA Fransa niçin Şapka düşmanıdır ? Bir gazeteden şu haberi ok: Fransızlar tarafımdan Sancakt, ede şapka aleyhine açılmı |fnücadele şiddetle devam etmektedi Son zamanlarda bu mücadele Kü rıdn ği mıntakasında tekâsüf etmiştir. Kânunusaninin on beşinci günü muhtelif jandarma müfrezeleri Kürt- dağında Umranlı, Zeytunek, Derşivan | köylerine geldikleri gibi, Fransızlar tarafından gönderilen Nakşi şeyhlerin den Ali Galibin oğlu Mehmet ve arka- daşları da Kürtdağının Sarıncık köyü- jne gelerek köylülerden giydikleri şap- İkaların başlarından çıkarılmasını iste- mişlerdir. Sarıncık köyünde şapka giymek İs- |tiyen halkla müritler arasında kavga - lar olmuştur. Müritlerden biri hafif, diğeri ağır olmak üzere iki kişi yara- lanmıştır.» Bu haberi alelâde bir zabıta vak'a - sını tekrarlamak için yazmadım, Şu bir kaç satırlık haber içinde adları me- deniyet için Mmeçhul olan köylerde medeniyetle irticam, hürriyetle emper yalizmin nasıl boğuşluğunu anlatmak Histedim. Asya coğrafyasının meçhule İbenziyen bir köşesinde köy evlerinin İkapılıın önünde kan döken insanlık e- zelt cidalinden birini tekrarlıyor. Coğ- rafyası ne kadar küçülürse küçülsün, a dedi ne kadar azalırsa - azalsın adını kimsenin şu dakikada halırlamadığı bir köyün sokaklarında medeniyet sa- hiplerine rağmen müdafaa ediliyor. Festen, keçekülâhtan, sarıktan, şap- kaya ge sadece — insanların başına geçirdikleri bir kumaşın ren - gine, cinsine, biçimine ait bir değiş - İme olmadığını bu meçhul köylerdeki lar bize ne güzel anlatıyor. Adsız köylüler, adsız topraklar inde şapkayı bir bürriyet b bir sembol olarak muhafaza edi “ğer köydeki bu kav lü, yahut bir yobaz'a bir köylü ara - biz şu mânayı ve - z |sında geçseydi, yetin irtica'a indi. Fakat bu kavgada yalnız ileri bir insanlık davn: yani teokrasi - ye karşı açılmış bir mücadelenin eş -| ğil, zamanda emper izmin irticala elele verdiğini de 'oTUZ. Bir zamanlar hürr! adamları kilise ateşte vakardı. kavgası hı)e ka- tlen bahseden Şimdi | yet ve istiklâl gibi mandater tara dan ateşe alılıyor. Bir yandan silâhlı kuvvetler mandaterin emrine çalışı |yor, beri 1anha ı:ıbıı muuı—x ki ırm:n Şapkanın bir sembol olduğunu, bu |sembolün gölgesinde hür insanların ya şadığını çoktan keşfetmişlerdir. ı XIX uncu asrın AvTUpa ve Asya mü nasebetlerinde bu sembolün şümülü içine giren bülün hâdiselerde iki müt- tefik dalma birinci plânda, iki ahbap çavüş rolünü ynamışlardır. Bunları a- çıkça adları ile analım: | — Avrupanın müstemlekeci diplo -| matları, kumandanları ve irtica ! | İstilâ orduları şarkta dalma irtica <| |dan rehberlik görmüşlerdir. | İstilâcı diplamasi daima irtica: züfe- rine basamak yapmıştır. Bir kâç yüzü olan istilâcy diplomasi | bir yere ayak atmak istediği zaman ya | misyonerini göndermiştir, yahut irti - camm yeşil bayraklarmı şahlandırmış - tır. Müstevliler şark milletlerile konu - şurken daima şu formülü ileri sürer - ler: — Şark milletleri ancak an'anelerine sadık kalırlarsa rahaf ediyorlar. Mo - dern medeniyet onlar için' bir facia 4| dır. Müstevliler şark milletleri hakkında konuşurken şu formülü kullanırlar: Şark milletleri modern hukuka Tia - yet etmiyorlar, müdahale Tâzımdır. Sark hayatı bir faciadit. Adı meçhul | insanların, adı meçhul köylerdeki kav- gaları — kolaniciliğe karşı “duyulan kinin hayatın hücresi olan köye kadar indiğini gösteriyor. Bu kavga son kav- gaların başıdır. Sadri Ertem |lemel - bunu okumak için içerdeki odaya gir- “|zi demek o gönderdi. Bir hizmetci idarehanesinde neler skürme benli m? çıkıştı “Kız neye gel * * * Kız, elini şöyle bir salladı: “ Kan sinirli, herif 4! oğlan zırlak. Ayda 15 papel alacağım diye zivi halim yok ya, bırakıp yürüdüm! , Kemal Tahir Yazan: Yüksekkaldırımdan sola saptım. Bir az yürüdüm. Üç katlı taş bir bina. Ör- tada bir dükkân, dükkâmın iki yanın- da iki kapı var. Kapının birisinde bir tabelâ asılı, Burası hizmetçi idarehane si imiş. Dar merdivenden yukarı çık- um. Bir kapıyı çaldım. Kırk beş, ellilik bir kadın kapıyı aç- tı. Saçları kırçıl, bıyıkları ve püskür- me benleri var. Siyahlar giyinmiş. — Ne istiyorsunuz? diye sordu. — Hizmetçi istiyorum. Buyurun. Tabii buyurduk. Kenarda küçük bir çini soba yanı - yor. Oturacak koltukların beyaz kılıf- 1 iskemlelerinin üstündeki iş ler tertemiz. Madam, ahbabımın tavsiye mektu - di. Yan gözle baktım, küçük bir yazı- hane, Üstünde siyah kaplı üç defter. Gümüş oturaklı bir hokka duruyor. — Ömer Bey bizim eski dosttur. Si-| — Evet Madam, bizim de eski dost- tur Ömer Bey. — Bekâr mısınız? — Bekânm. — Nasıl bir hizmetçi istiyorsunuz — Eli işe yatkın ol | de tabii düzgünce. Sözünü mhheıım bi| lir. Bazı bazı eve ahbanlar gelirler, Sof ra kuracak, hizmet edecek. Başka- bir | iş yok. Madam gözlerini süzdü, birşeyler hesapladığı belli. — Kaç lira aylık verebilirsiniz? — İyi birşey olursa fedakârlık ede- riz elbet. —- Ha, asıl mesele hangi miletten o- lacak? — Hangi milletten olursa olsun... Hepsi bir benim için. — Şu halde akşama uğrayacaksınız. Şimdi elimde üç tane size münasip hiz melçi var. Fakat tek başına bekâr bir adamı bilmem kabul ederler mi? — Orasinı bilmem. Bir de işim ace- le, yârım saat, yallah yallah bir saat beklesem göremez miyim? Hem Ömer Burada bulu- varmaz gelir. — Bakalım, bizim uşak aşağıya indi. Gelirse çağırtırız. Bekleyin bari. Gazetemi çıkardım. Okumaya başla- dım. Kapı çalindı. Madam bizzat açtı. İçeriye ince ipek empermeabl| giyin- miş oldukça genç, oldukça güzel, çok boyanmış bir kadın girdi. — Kız gene, neye geldin? «Kız» elini şöyle bir salladı: — Karı sinirli, herif andavallı, kü - çük oğlan zırlak. Ayda on beş papel a- Tacağım diye zivanayı gevşetecek ha- Jim yök ya, bırakıp yürüdüm. Aynada saçlarını düzeliti. Beni te- peden tırnağa kadar süzdü. — Benim kamisyonu peşin almıştın. Zaten aylığımdan kestiler. Adresim sende var. Gidiyorum. Münasip bir ka pi bulursan Boğos ile haber gönder. Zihninden apayi dedi Çıktı, gitti. ıııö’ — Zemanede yım! İşte eli a bu biçim haval jiki ay duranı pln"ı' Je geldik. Hi Ama efendilerin Bil | Çapkın çapkın ğ::,: — Hani adama hizmetçi de gud! | mamalı. Baktıkça ne çılmalı ama işte lesi de.. Kapı (ekrar Orta yaşlı, iyi Siyah paltosu, şemsiyesi Var. — Bizim hi: ze başladı. dim, bımdı gel' ğer bohçasını *7m hanım iki eV |ara girdiğini gol"“d — Ya... Bak ::-nı' zın, knqı: diye çi lıyorsunuz. Meliha Vaz safcadır, ly“f“wı yartılmış dcsenif'"b“ — Neyse şim siz kaldık. Rica a fer göz kulak ol““'ş; üm. Temizliğe Tn ra g rulludru ıkb’f vel pı—ke—dmw yeli, helâl süt bir kızcağız. Her lem.ılık.m yanl Hah, “,J dü. K_aağn n k"'dl Başımla tasdik — Akşama u!f'r' reyim, evin içi tarP'y şanız. diye söylet Kapı bu sefer yah redingotlu, haftalık, esmer sında da şişman, mişlik bir hatun. Madam içeri l"' dama ermenice mın bana BÖ dair olduğunu aP | sanın üstünde İ'“' y ler. Boğos cigarâ birşeyler kaydet! - Şimdi geliy? İhtıvar Mıdlmw Elinde kocaman P ü Madama fransızcâ 4 — Hâlâ bana M madınız mı? — Bayır. 4 — Ne demek, eli tun efendim. Ht';d ti mi var? Bet Üü hale tahammül (Devamı 10 4