$inema ve şöhret Amerikada şöhret delisi bir belediye reisinin buluşu Gün geçtikçe sinemanın intişar sa- hası da genişlemektedir. Anlatacağı- mız hakiki vak'a buna kuvvetli bir de- lildir: Avustralyada Kalgoolie adında kü- çük bir şehir, vardır. Bu şehrin beledi- ye reisi Con Brovnhil bir haylı yaşlı bir adamdır. Bu zat son zamanlarda büyük bir endişeye tutulmuştur!. Öldükten sonra unutulup gitmek... Namının her zaman herkes tarafından zikredilmseini isteyen bu belediye re- isi nihayet derdine çare bulmuştur. Avustralyanın en meşhur rejisörü olan Frank Godfrey'e müracaat ede- rek demiştir ki: he — Ben bir filmde başlıca rolü yap- mak istiyorum. Maksadım para kazan- mak değildir. Bunun için size kaç pa- ra vereyim? Frank Godfrey belediye yüzüne bakmış ve: — Ben böyle pazarlıklar yapmam... Cevabını vermiştir. Bunun üzerine belediye reisi demiştir ki: — Maksadımı — anlamadınız. Ben Klerk Gebl ile rekabete girişmek niye- tinde değilim. İstediğim şudur: Ben belediye reisiyim. İfayi vazife halinde benim filmimi çekiniz. Memleketin en yaşlı belediye reisi benim! Nihayet belediye reisi ile sinemacı uyuşmuşlardır. reisinin Belediye reisi vazife halinde iken | mühtelif filmleri — çekilmiş ve film Teis tarafından sıkı sıkıya — muhafaza Ultına alınmıştır. Nihayet biçare belediye rteisi rah- Meti rahmana kavuşmuştur.. Vasiyet- hayli Zengin olan reis bütün servetini şehrin bulediyesine — terkeylemiştir!... Fakat bunmun için bir.şart koşmaktadır. O da Şudar: Çevirtmiş olduğu film bir ay müd- detle şehrin bütün sinemalarında ayni zamanda gösterilecek ve her sene ölü- münün yıldönümünde tekrarlanacak- tir, Filmde reis ile birlikte görülen bazı şaksiyetler vasiyetnameye şiddetli bir Surette itiraz etmişlerdir. Sebebi basit- hamesi bulunmuş - ve açılmış, SON POSTA Güzel Amerikan sinema yıldızı Kay Francis çok zarif bir resmi BARARARAARRADARARADARAN, (M. G. M.) şirketi aradığı adamı bulabilecek mi? Bir adam ki başı Klerk Gebl'in başına, gözleri Şar Buayenin gözlerine, ağzı Geri Kuperin ağzına, elleri Lesli Hovardın ellerine benzeyecek Metro Goldvin Mayer stüdyosu büyük san'atkâr — Miriam Hopkins'e büyük bir film çevirtmek üzeredir. E- ser bulunmuş, senaryo hazırlanmış... Bir türlü bulunamıyan nesne meşhur yıldız Miriam Hopkins'e partnör ola- bilecek san'atkârdır. Bir türlü aradığını bulamıyan Mös- tir: Filmde halka teşhir edilmek arzu: sunda değildirler. Reisin şebre bırakmış olduğu para hürmetli olduğundan bütün itirazlar suya düşmüş ve film ölünün dileği vechile bir ay gösterilmiştir. İşin umulmadık ciheti şu olmuştur ki: Avustralyanın diğer şehirleri dahi bu filmi görmek istemişler ve hâlen bu belediye reisini Avustralyada bilmeyen kalmamıştır. yö (GColdvin) e bir Amerikan sinema muharriri der ki : — Ne biçim adam arıyorsunuz ki bir türlü bulamıyorsunuz? Mösyö (Gokdvin) şu cevabi verir: — İşte aradığım adamın evsafı!... 1 — Genç olmalı! 2 — Siyah saçlı olmalı! 3 — Başı Klerk Gebl'inki gibi ol- malı, 4 — Gözleri Şarl Buaye'nin kadar derin ve mânalı olmalı, 5 — Burnu Amerikan tenis şam- Piyonu Frank Şild'in burnu gibi olma- h. 6 — Ağaı Geri Kuper'inki gibi ol malı! 7 — Elleri Lesli Hovard ayni olmalı! “ 8 — Ses mutlaka Herber Marşal'ın- ki gibi tath ve dolgun olmalı. 9 — Boyu ve tayrı Coe Mak Krea gibi olmalı. 10 — Ahlâkı ise Eddi Kantor gibi olmalı! İşte bana böyle bir san'atkâr bul- malı! Bazil Zaharofun filmi ! Geçenlerde ölen meşhur silâh kralı Bazil Zaharof'un hayatına dair büyük bir Amerikan kumpanyası film çevir- mek arzusundadır. Zaharofun gençliği, âdetleri, mesâisi tarzı hakkında malü- mat edinmek üzere kumpanya Avru- paya bir kaç muharrir göndermiştir. Söylendiğine göre bu adamın varis- leri her ne bahasına olursa olsun film ellerinin çevirtmemeğe azmeylemişlermiş. Japonyada filim sansürül!.. Söylendiğine nazaran — Japonyada- ki film sansürü diğer memleketlerdeki sansürlerden daha ağır imiş, 1936 senesi içinde Japon film san- sür hey'eti hepsi açık saçık sahneler olmak üzere «beş bin» metre film kes- Miştir, Tarihten sayfalar: Sıyfır 9 İskender, babası Filipi bir türlü çekemiyordu * * Kral Filip, kılıcını çekti ve oğlunun üzerine yürüdü” güldü ve babasını B İzkender k bağırdı: “ Şuna bakınız, şuradan dimdik duruyordu. Filip sarhoş 'olduğu için yıkıldı. hkenderl şuraya gidecek hali yokken Avrupadan Asyaya geçmek istiyor., Yazan: T | Makedonya kralı Filip cesur olduğu kadar ilme, edebiyata ve güzelliğe de kıymet veren bir adamdı. Zamanın en jmeşhur Yunan âlim ve filozoflarile görüşür, yahut mektuplaşırdı. Bunlıı:— dan Aristoyu bepsinden çok severdi. Hattâ bür gün bir erkek oğlu dünyaya ,gelince ona şu mektubu yazmıştı: «Bir oğlumun dünyaya geldiğini sa- a haber veriyorum. Sevinç içinde - (yim. Fakat bu sevincim, bir oğlumun dünyaya gelişinden ziyade sen sağ iken dünyaya gelişinden dıîrıyıdır. Bunun için mabutlara şükrediyorum. Umarım ki onu ilmin ve faziletinle terbiye ederek hem bana, hem de hü- kümete lâyık bir insan olur.» İşte bu çocuk, Yunanistanla Rııdoı? ,dağları ve aşağı Sirbistan arasındaki dağlık arazide oturan küçük Make - gdonya krallığının başına geçecek, Hindden Afrika çöllerine, Kafkaslar - dan Tunaya kadar koca bir impara - torluk kuracaktı. İşte bu çocuk pek kısa bir zamanda gaşılacak derecede büyük zaferler ka- zanan, dünyanın en büyük hüküm - dârlarını itten kaçan tekir gibi köşele- re, kenarlara sindiren büyük İsken - derdi. Şiir ve musikiden çok hoşlanırdı. (İtyada) yı yastığının altına k(_)yu ve öyle uyurdu. Fakat bir gün bir bıîp şarkısını duyunca yerinden fırladı. Si- lâhlara sarıldı ve asker arasına katıl- dı. O zaman ancak on Üç yaşındaydı. Kabma sığamıyordu. Hattâ babasını çekemiyordu. Onun 'Trakya ve Yunanistanda kazandığı za- ferleri duydukça ayağını bütün kuv - vetile yere vuruyor, yumruklarını sı - kıyor ve dişlerini gıcırdatarak hamur- danıyordu: — Bu benim babam neredeyse dün- yayı zaptedecek. trafını saran ve kendisi gibi kabı- na sığamıyan genç arkadaşlarına san- Xi dert yanıyordu: — Bana sizinle birlikte kazanılacak ganlı bir zafer ve zaptedilecek mem - leket bırakmıyacak mı? Babası onun bu taşkınlığının far - kında değildi. Hattâ henüz kendisinin yerini tutacağına bile emin değildi. Fakat bir gün ve İskender henüz on yedisinde iken fikrini değiştirdi: Yenilen krallardan birisi Makedon- ya kralı Filibe bir at göndermişti. Bu- nun adı Bokefalostu. Kraf Filip ata binmek için yaklaştı, fakat onun pek haşarı bir şey olduğunu anlayınca çekildi. Ordusunun en usta güvarileri ata binmek için uğraşıyor, fakat beceremiyorlardi. Bokefalos bir civa gibi oynak, bir kasırga gibi korkunçtu. Kaç kişiyi bir Ar dığı bir sırada İskender babasına dön- gü: — Bir de ben denemek isterim! Kral: — Sana yazık olur. Vaz geç! Dedi. Biricik oğlunun bir kazaya kurban gümesinden korkuyordu. Lâkin İs » kender bu cevaba hiç aldırmadı ve çe- vik bir yürüyüşle güzel alta yaklaştı. Onu yavaşça tuttu. Yüzünü güneşe doğru çevirdi. Çünkü hayvanın kendi gölgesinden korktuğunu anlamıştı. Güneşin parlak ışıkları da atın göz- lerini kamaştırmıştı. İskender onun bir an uslanmasından islifade ederek bir hamlede üstüne sıçradı ve ileri sürdü. İskender o gün Makedonyanin en usta süvarisi olduğunu göstermişti. Hattâ babası ona şu sözleri söylemişti: — Oğlum, benim krallığım sana ye- tecek kadar büyük değildir. Sen artık kendine başka bir krallık ara... * İran hükümdarları vaküile Asyadan Avrupaya geçerek Yunanistamı zap - tetmeğe çalışmışlar, fakat becereme - sran Can | mişlerdi. Filp te o sırada Avrupadan Asyaya geçmek ve hesapsız zengin - liklerin toplandığı bu kıt'ayı ele geçir mek istiyordu. Hattâ bunun için ha - zırlık bile yapıyordu. Lâkin bu hazırlıklar İskenderin ho Şüna gitmiyordu. O: — Asyayı ben zaptedeceğim. Diyordu. İskenderin annesi Olimpiyas artık kırka yaklaşmış ve kra)j Filtp ondan u- sanmıştı. Bunun üzerine Makedonya- nın tanınmış kumandanlarından Ata: lüsün torunu Kleopatra ile evlendi. Düğün parlak bir şekilde devam e- diyordu. Başta Filip olduğu halde Ma- kedonya sarayının mermer salonların: da ve avlularda, hattâ sokaklarda her- kes içiyor, eğleniyordu. Bu sırada A « talüs te çokça içmişti. Kadehini kaldı rarak şöyle bağırdı: — Dileriz ki kraliçemiz Maked tahtına bir varis dünyaya getirir. İskender de içmişti. Fakat- bunları duymıyacak kadar değildi. Hattâ bu sözlerin bir hançer gibi bağrına sap - landığını sanmıştı. Hemen yerinden fırladı: — Aptal!. Ben ne oluyorum? Beni ne yapıyorsun? Diye haykırdı. 'Sonra elindeki şarap lu kadehi kaldırıp Atalüsün kafası . na fırlattı. Atalüsün yüzünde şarapla kan bir - birine karışıyor ve koca salonu doldu- ran yüzlerce Makedonya kumandanile kadınları ve kızları dehşet içinde s suyorlardı. Herkesin gözü İskender - deydi. Acaba Filip şimdi ne yapacak- tı? Torunile evlendiği ihtiyar dostu - nun uğradığı hakareti cezasız mı bi « rakacaktı? Bir yıl kadar uzun süren bit kaç sa- niye geçti. Filip yerinde doğruldu. O kadar iç- mişti ki ayakta duramıyordu. Gözleri, kaşları ve dudakları birbirine karışı « yordu. Filip bir hamle yaptı ve kılıcını çek- ti. İskenderin üstüne yürüdü. İskender bir heykel gibi duruyordu. Herkes sa- nıyordu ki bu parlak ve uzun çelik parçası şimdi şu yakışıklı, cesur, zeki ve çok sevilmiş olan delikanlının göğ sünden girecek, sırtından çıka J Ve herkes buna acıyordu. Çünkü bütün asker ve kumandan - lar, hele bunların arasındaki gençler İskendere âdeta tapıyorlardı. Hayır, İskendere bir şey — olmudı. Çünkü Filip o kadar sarhoştu ki ayak- ta duramamış ve okluğu yere yıkılıp kalmıştı. İskender gülümsedi ve babasının haline hakaretle bakarak dostlarına döndü: Şunları söyledi: — İşte babamı görünüz! Bir masa - dan diğerine kadar gidecek hali yok. Öyle iken Avrupadan Asyaya geçmer istiyor!. Kumandanlar araya girdiler. İskender atının üstünde ve bir kaç dostile birlikte çıkıp gitti. Ancak ba- basının haber yollaması üzerine dön- dü Turan Can