— — ——— - Birki - Dir kıtap, ( Baştarafı 11 inci sayfada ) lari'e ölçerek inceden inceye O wv> dikkatle tetkik * ettikten son- yukarıda — söz — gelişi — yaplığı- ı bir kere. - dahâa Bsa ettikten sonra, «hal ka Rüce/ edebiyat» a dair düşündükleri —— ni söylüyor ve hakiki, öz edebiyata, okuyucu kitlesinin göstereceği alâka, iseçme kabiliyet ve iştiyakının doğura- — cağına inanıyor. Profesör Dunn haklıdır. Bana göre ' “de, yıllar ne kadar arkada kalırsa kal- — gin, medeniyet hangi tekâmül geçitle- Tinden geçerse geçsin, edebiyat cephe sinde harici tezahürlere rağmen, köklü bir benzerlik vardır. Yaratılan bir gü- zekik, muhtelif çağlarda binlerce şai- rin sazına, nasirin kalemine, san'atkâ- Yın fırçasına mevzu olmuştur. Lâkin — her biri kendi kabiliyetine, anlayışına, b kavrayışına göre bu güzelliği söylemiş, — tersim etmiş, yalnız ayni his ve heye- b . oddo ır ıiddia.. can kaynağından kattıkları için öz «madde> safiyetini kaybetmemiştir. Hamlet'iyle insanın faolalı ve biçare karakterini çizen Shakespeare, Donki- şötiyle gene o insanın gülünç tarafları nı ebedileştiren Servantes, bu eserle- rini yaratırlarken hiç şüphe yok ki, in- siyaki plarak, yani bilhassa düşünme- den, devirlerinin bütün siyasi, içtimal, hattâ ahlâki telâkki tarzlarını da göz önünde tutmuşlardı. Bugünün şairi, romancısı, bir kelime ile edebiyat çev- resinin içinde yer alan bütün edebi un- surlar, başka bir yoldan mı gidiyorlar? Hayır, onlar da, Dunn'un dediği gibi, emekliyorlar, deneyorlar ve ayni hava. yı, başka makamlardan çalıyorlar. Es- kilerin dediği gibi «maksut bir ama ri- vayet muhtelif...» Bundan ötürü ben Profesör Dunn'un iddialarına ortak çıkıyor, ve asırlarca evvelki edebiyat ile bugünkü edebiyat arasında çok yakın esaslı benzerlikler vardır... diyorum! — Hayatın ucuzlamasını beklerken karşılaştığımız muamma (Baş tarafı 6 ıncı sayfada) piyasaya az mal çıkarıyorlar. vermiştir. Buna| . Bir taraftan pirinç tarttıran bir müş karşılık, değirmenler, büsbütün boş kal|! teri, bir taraftan söyleniyor: mamak için idareli çalışıyor. Piyasa daima talep karşısında, buğdayla un — fırlayınca belediye narbı fırıncılara ta- Tar vermeğe başladı. Tabii onlar da az — ekmek çıkarıyorlar. Fırıncının şikâyeti. hep ayni: — Elinde stok un olanlar birer par- ça ekmek çıkarabiliyorlar, diğerleri es ki günlere nazaran hemen hemen boş - oturuyorlar gibi. Günde üç ağız (yani Üç fırın dolusu) ekmek çıkaranlar bile ' yar. Belediye fiyata on para zammetti. Halbuki bugünkü buğday, un piyasası Na göre bu zam kâfi diğildir. ç Henüz vaziyette hiç bir değişiklik — yök denilebilir. — Nasıj düzelir bu işler dersin? Blemek soran her müşteriye: — Akşama çıkacak cevabını veren fı rıncı bu mize sade bir baş salla- makla mukabele etti. Piyasanın vaziyetinden gayet iyi an layan bir zat ta, bu tereffüün sebebi- ni, ihracatın birden bire çoğalmasında — buluyor, ve diyor ki: — Bu müyazenesizlik, yalnız İstan- — bulda değil, daha birçok şehirlerde Mevculttur. — — Bunün sebebini, bazı — millet- - lerin, harp tehlikesi sezmelerinde, ve “ ona göre davranmalarında aramak lâ- zımdır. —— Meselâ İtalya ve Almanya, harp ihti malini hesaplamakta, ve hububat itha — İâtını arttırmaktadır. Harp çıktığı tak — dirde kıtlık tehlikesile karşılaşmamak için, şimdiden tedbirler alıyorlar, am — barlarını dolduruyorlar. İtalya, Ameri — ka plyasasından, ve Almanya, daha bir Ççok yerlerden olduğu gibi Türkiyeden — geniş mikyasta zahire çekip duruyor. Bugünlerde ihracatın birden bire art- — Ması da bundandır. Bu da bittabi piya- — sada gayri tabil tereffülere sebebiyet t — Görüyorsun ya, kadınlar kıskanç| gözlerinin içine bakarak, ağırlaşan, | gız. — erkeklere hep birden isyan ediyorlar.ı Ben de senin için bir «müstebit bir orta çağ hükümdarı bu...» diyebilirim. — Hakkın var, fakat, kıskanç er - keklerden şikâyet eden bu kadınlara — gorarım: Bu kıskançlıktan cidden müş- teki misiniz? Sizi seven ve sizin sev - — diğiniz erkeğin size karşı lâkayd ve — goğük kalmaşını ve sizi kıskanmama- — Bini tercih mi ediyorsunuz? — Besinde yarı şaka, yarı ciddi bir a- — henk vardı. B ğ sdsesü — Bak cevap vermiyorsun; bu da — gürüründan... Gözlerin «hayır!» diye — bağrıyon Hayar, diyor, beni sev; kıs- ançlığına tahammül edemiyecezim. '_ 'Geııç__kfı başını _kpldudı_ ve onu kapris,; fa ARARC BAA “ Son Posta ,, nın edebi tefrikası: 68 t — Nedir, ne olacak böyle halimiz? Yiyecek fiyatları fırlayıp duruyor. Şu hor gördüğümüz kuru fasulyenin bile yanına varılmıyor. Hayatın ucuzlama sını beklediğimiz şu sırada, nedir bu İ başımıza gelenler. Geçenlerde mücev - her fiyatlarının düşüklüğünden bahse- diyorlardı. Eğer mücevher fiyatları bir az daha düşer, hububat fiyatları biraz daha çıkarsa, bayanlarımız, inci yi- yip, kuru fasulyeden gerdanlık takına- caklar ! Kemal Tahir - Nacı Sadullah Haftanın Fıkrası ( Baştarafı 11 inci sayfada ) soksalardı, İşportaya düşmek için nö - bet bekliyen eser makuleleri başında esniyen Türk kitapcıları ezeli matem- lerinden çoktan kurtulurlardı! Çünkü bugün, hayatın, hakikatin e- debiyatı, hayalin edebiyatından çok daha fazla gözde olduğu içindir ki, ki- tap işportalarına gündetik gazeteler değil, <dâyemut» olacak diye karalan- mış yavan gönül masalları düşüyor! Bu itibarladır ki, ya güzide ediplerin, hayallerinin hareminden, hayatın se - Kamlığına geçmeleri, yahut ta muhbir makulelerinin güzide edip tahtına cü- lüs etmeleri lâzım! Ne çare ki, bu satırlara, istihfaf edi: le edile kudretlerine karşı inançları kırılmış olan biçare muhbirler, ayni tevazula boyun bükerek gülümsiye - cekler, ve pöhpöhlene pöhpöhlene, postları içinde bir deha vehmine ka - pılmış olan güzile edip makuleleri SON POSTA v Hergün Milletler arasındaki Ticaret mânialarını Kaldırma hareketi Yazan: Muhittin Birgen (Baş tarafın 2 inci sayfada) atlarını düşürmek lâzım. Mamul eşya- mızın maliyet fiatlarını da buna uy- durmak icap ediyor. Türkiyenin iktı- sadi varlığını yeni bir sarsıntıya uğrat- mamak isteyorsak Garptan Şarka doğ- ru gelmesi muhtemel ve bugünküne nis betle daha liberal bir mübadele siyase- tinin bizim kapılarımıza yapacağı ham- lelere karşı şimdiden hazırlanmamız icap ediyor. Bu sözlerimiz köylümü- zün de, fabrikacımızın da kulaklarında küpe olsun: Eğer pek yakında bir harp patlamazsa Garbi Avrupa, Amerika İ- le anlaşarak mutlaka bu hamleyi ya- pacaktır! Bu bakımdan, Maliye Vekilimizin geçen gün Moeelis kürsüsünde resmen söylediği sözlerden memnun olmamız lâzımdır. Ancak bü ucuzlatma işini ne kadar çabuk tahakkuk ettirirsek Garp- J te hazırlanmakta olan harekete karşı da kendimizi o kadar çabuk teçhiz ede- biliriz. Hattâ şunu da söyliyelim: Bu ucuzlatmanın nisbetleri az olmamalıdır. Bunu geniş tutmaya ihtiyaç varndır. Askeri harp usullerinde olduğu gibi iktıisadi muharebelerde de ayni kaide hüküm sürer; Müuharsbede kazanmak için bütün kuvvetleri vaktinde ve düş manın en zayıf görülen noktasına kar- gı toplamak lâzımdır. Pahalılığı yavaş yavaş kaldırmak demek, cepheye par- ça parça kuvvet atmâk ve bunları ora- da israf etmek demektir. Ucuzluk hamlesini bir defada ve top lu olarak yapmak en hayırlı siyasettir. Muhittin Birgen Deniz ve denizcilik ( Baştarafı Binci sayfada ) ları gözönüne getirilince daha ufukla düşman görünmeden onu bir mermi sağnağı altında bırakarak perişan ede- bilecek bir kudret ve kabiliyette olan yeni harp gemilerinin kendfleri için yeni ve korkunç bir düşman olan tay- yarelere karşı da çok mukavim olarak yapıldıklarını ilâve edeyim. Bugün herhangi bir harp gemisinde ana bataryalara olduğu kadar tayyare- ye karşı kullanılacak toplara da azami ehemmiyet veriliyor. Son sistem harp gemilerinin bordoları gibi güverteleri de kalın zırh levhalarla muhafaza al- tına alınmaktadır. Bir taraftan deniz- altı gemilerinin öldürücü torpidoları- na, — diğer taraftan — tayyarelerin korkunç bombalarına ve fazla ola- rak düşman ağır toplarının tonlarca a: ğırlığındaki mermilerine göğüs vere - cek bir şekilde vesmedilen zamana hat- tı harp zırhlısı yafnız kalplere ürperti ayni küstah istihzayla sırıtacaklar. Ve| veren bir ölüm makinesi değil, ayni za hiç bir gün, kimse öğrenemiyecek ki, bu neşriyat pazarında, güzide edip sı- fatına çoktan hak kazanmış muhbir - manda muasır fennin, endüstrinin in- sanı hayran edici bir nümunesidir. Şurası sülhseverleri -ümitlendiriyor ler, Ve kabiliyetsiz birer muhbir bile| ki, bu kadar terakki, bu kadar kudret olamıyacak güzide edipler yaşamakta- | karşısında belki bir gün gelir ki insan- dır! Naci Sadullah mahzunlaşan bir sesle cevap verdi: ba, kançlığını istiyerek ve bilerek kabul e- deceğim. d — Niçin bu son günümüzü yazıha- nede beraber geçirmek — istemedin Muallâ> — Sen bir haftadır bana birlikte bir gezinti yapmamız için israr etmiyor muydun ? İşte bugün sabahtan akşama kadar beraber olacağız, bütün ömrü- müzün geçtiği yerleri birlikte göreceğiz. — Bunu başka bir gün de yapabilir- dik değil mi) — Hayır Ekrem, bu belki tekrar lar artık harbin mümkün birşey olma dığını teslim edeceklerdir. Yani vasıta aa yaşadığımız ve seviştiğimiz eski yer- leri birlikte görmek istiyorum. — Şimdi nereye gideceğiz? — Köprüden sekiz buçukta kalkan Büyükada vapuruna... — Sonra? — Büyükadaya çıkınca bir araba ile Hiristosa, ilk defa bana evlenmemizi teklif ettiğin yere gidip biraz oturaca- sonra on iki vapurile tekrar Köp- rüye, oradan otomobille Bebeğe, ora- yor. Hayır, diyor, beni sev; kıs-|dan da sandalla Kanlıcaya gideceğiz. — Geniş bir program bu... Hepsini bir güne sığdırmak güç olacak. Genç kız gülüyordu. — Dur, daha bitmedi. Öğle yemeği- mizi ya Büyükadada, yahud Bebekte yiyeceğiz; fakat akşam yemeğini?? — Akşam yemeğini mi? — Öyle ya, bana bütün bugünü verecak değil misin? Akşam yemeği - ni de Nişantaşında evimde başbaşa yi- yeceğiz. — Sevgili Muallâ, demek günler - denberi bu kadar yalvardığım — halde beni evine kabul etmediğin böyle bü- thp_) Birincikânun 24 Kabahat gene mi! Valiye göre — « .. . Bize yükleniyor? (Baştarafı 1 inci sayfada) bahat varsa, bu dönüp dolaşıp bizim üstümüze yıkılır, En mühim meselelerde - oldu- Bu gibi en küçük bahislerde de bu, böyledir. Meselâ, birkaç günden beri İstanbulda bir ekmek meselesi var; pek çok aile, günlerinin bir iki saati- ni ekmek' avına çıkmakla geçiriyor. Bu bir vâkıadır, biz gazeteciler de bu vâkıayı tesbit ederken bunun sebep- lerini aramaya çalışıyor ve orayâ bu- raya koşup ötekine berikine sorup ek mek avcılarına yardım etmek istiyo- ruz. Yaptığımız şey de nihayet küçük bir hizmetten, zavallı averlara bir za- ğarlık yapmaktan ibaret... Fakat, bu- nu yaparken ne kadar müşkülâta uğ- ruyoruz, bilseniz ! Fırıncıya gidiyoruz, bizi uncuya gönderiyor; uncuya gidiyoruz, «Bor- saya!> diyor; Borsaya gidiyoruz, «Ne yapalım, işte bizden geçen buğday bu kadar!» diyor. Buğday babası olan Ziraat Bankasına müracaat ediyoruz, © da «tüccarlar ihtikâr yaparlarsa biz de onlara gösteririz!» cevabını veri- yor. Nihayet, muhterem Vali Üstün- dağa gidiyoruz, o da buhran diye bir şey olmadığını söyledikten sonra ol- duğu kadarının da gazetecilerden çık tığı cevabını verip bütün kabahati bi- zim sırtımıza yüklüyor ! Acaba, hakikaten kabaha; bizde mi? Mesedâ, dünyada buğday. fiyatını Yükselten biz miyiz? Yahut Ziraat Bankasının silolarını kaç binlerce ton buğdayla doldurup İstanbul Borsası- nı husust tüccarın elindeki stokların Tütfuna bırakan gazeteciler midir? Or tada kabahatli olmadığmma göre haki- katen kabahatin bizde olduğuna inan mak lâzım gelecek. Lâkin, kabahati, samur kürk olsa, kimse üstüne alma ya razı olmıyfcağı için biz de düşü- nüyoruz: Haydi buhranın lâfını biz yapalım. Fakat, ekmek narhını una, unu buğdaya, buğdayı da piyasaya uy durmıyan da biz değlliz ya... Bu iş- te bir haksızlık var, diyoruz ve etra- fimıza bakıyoruz: Ziraat Bankası si- bları buğdayla doldurmuş, piyasaya Mal arzetmiyor, bekliyor ki fiyatlar «taayyün» etsin. — Fiyatları «tayin» edecek olan bir Müessese fiyatların #«taayyün» etmesini böklerse, hiç ol- mazsa buhran yapmakta gazeteciler kadar da bir kusur işlemiş değil mi- dir? Tn gitlikçe tekâmülü gayeyi berlaraf eyleyecektir. Buna pek inanmamakla beraber can ve yürekten inşallah diye lim... A, Cemalettin Saraçoğlu Seer z Şehirde ekmek Buhranı yok! (Baştarafı 1 inci sayfada) ettik. Gördük ki bugün için narha ma- hal yoktur. Un ve buğday fiatlarının artması yüzünden ekmek narhına tekrar bir zam yapılması mevzuu bahsolup ol madığı sualine karşı vali: — Buğday piyasasının yarınki va- ziyeti şimdiden kestirilemez. Bu piya- sa yalnız İstanbuldaki arz ve talebe bağlı değildir. Konya, Adana, Anka- ra, İzmir hülâsa bütün bu şehirlerin zahire borsalarındaki — temevvüclere bağlıdır. Eğer fiatlar yükselirse vazi- yet o zaman ayrıca tetkik edilir. Ekmek meselesi hakkında söyliye ceğim bu kadardır. Tekrar ediyorum: Bazı gazeteler eski buhranlardan kak ma resimleri basarak mübalâgalı neş- riyat yapmışlardır. Hakikatte böyle bir mesele yoktur. Bir gün İspanya ihti- lâline ait resimlerin de «İstanbulda ek mek buhranı» serlevhasile basılmasını hiç de müsteb'it görmüyoruml demiş tir. Ziraat Bankası ne diyor? Dün zahire borsasında ekstra yu- muşak buğdayın kilosu 7 kuruş on pas radan, Anadolu yumuşak buğdayın kilosu 6 kuruş on paradan, ekstra sert buğdayın kilosu 6 kuruş 17,5 paradan, Anadolu sert buğdayın — kilosu 6 ku- ruş 15 paradan satılmıştır. Borsada pek az muamele olmuş, fakat borsaya 489 ton buğday arzedil. miştir. Fiatlarda umumiyet itibarile 20 pa- ra bir düşüklük olmuştur. Piyasa mü- tereddit bir vaziyette bulunmaktadır. Ziraat bankasından bir zat buğday işi etrafında şunları söylemiştir: «— Bu seneki buğday mahsulünün her yilkinden fazla olduğu malümdur. Ziraat bankasının elinde külliyetli miktarda stok vardır. Henüz piyasaya müdahaleye lüzum görmüyoruz. Çün- kü piyasadaki tereddüd zail olmamış- tır. İstanbulda ekmek Fitlarının ihtikâ ra kaçan bir vaziyet aldığını hükümet hissettiği takdirde derhal tedbirler « hnacak, Ziraat bankası piyasaya der: hal mal çıkaracaktır. Bizim kanaati- mizce buğday buhranı mevzuu bahs- değildir.» - Şimdi ne olacak ? (Baştarafı 1 inci sayfada) binlikle görmeğe fazla müsait değildi. Buna rağmen Fransanın hareketi bizi yüzde doksanı bulan Türk unsurunu yüzde kırk derecesine indirmek gara- betini göstermelerinden sonra müsbeti tcessüre sevketti diyoruz. Çünkü gene|menfi, menfiyi de müsbet gösterecek o Fransız gazeteleri Türkiyenin dost- | derecede mugalata yapmalarına bir şey luğuna ehemmiyet verdiklerini söylü-|denemez. Fakat cihan efkârı umumi yorlardı, bir anlaşma zemininin bu-|yesinin Türk teklifini hakikt kıymeti- hunmasını tavsiye ediyorlardı. Ve ge-İle ölçeceğinden hiç şüphemiz yoktur. ne o Fransız diplomatları hep Türk Türk teklifi Suriyenin — vahdetini - dostluğundan bahsediyorlar, daha mü- | parçalamağı değil, yeniden tesis etme- lâyim hareket edecekleri hissini veri- ği yorlardı. Ve en nihayet hey'etimizi su- reti mahsusada Parise davet etmişler- di, lince: Hey'etimiz anlaşma ve hüsnüniyet gösterme isteklerinin en son haddine kadar giderek Antakyanın Suriye ve Lübnan ile birlikte bir birleşik hükü- metler camiasını teşkil etmesini teklif etmişti, Bu öyle bir teklif idi ki Fran- saya, üzerinde bulunduğunu söyledi- ği manda taahhütlerinin çerçevesi i- çinde kalmak kolaylığını gösteriyordu. Mümkün ve mutasavver bütün itiraz- ların önüne geçecek mahiyette idi. Gelen telgraftan anlıyoruz ki Fran- sızlar anlaşma yolunda hiç bir gayret göstermeden bu teklifimizi reddetmiş- lerdir. Fransız gazetelerinin bu vaziyet karşısında serdettikleri mütalealar he- nüz tam tafsilâtile elimizde değildir. Bu dakikada bildiğimiz sadece Türk teklifini Suriyenin vahdetini parçala- de bir| yük bir sürpriz hazırlamak istediğin i-|mak mahiyetinde telâkki ettikleridir. Müzakerenin geçirdiği safhaya ge- di; istihdaf ediyordu. Bu üzerinde mü: nakaşa edilemiyecek sarih bir hakikat- tır. Ş Buna mukabil ayni derecede sarih' iğer bir hakikat ta Suriyeyi parçalar, mak ve dahili anlaşmamazlıklarla bir zaaf unsuru haline getirmek isteyenin sadece ve münhasıran Fransa olduğu: dur. Z * Şimdi ne olacak> Hey'etimiz avdet emrini ğ Bundan sonra hâdise ovvıll= Kurumunda tabil cereyanını takip e“ decek ve kaniiz ki şu veya bu şekilde, * |fakat mutlaka, Türk hakkının alınma: sile neticelenecektir. Romanyanin Atina Sefiri Atina, 23 (Hususi) — Yeni Romanya Elçisi Filboti buraya gelmiştir. 3 Gözlü çocuk Varşova, 23 (A. A.) — Torun — üç gözlü — askeri hastahanesinde L K deik bi