24 ” SON POSTA — ED ! EBİ | KONUŞMA | *“ Mayakovski ,, Yazan : Nurullah :ffç Rusların Mayakovski derler bir şal- ri varmış. Methini işittiğim için hak kında bir fikir edinmek istedim; fran- sızcaya tercüme edilmiş birkaç parça şürini, eseri hakkında yazılmış iki Üç tenkid yazısını okudum, Nasıl bir şair olduğunu bittabi anlıyamadım, - Şiir tercüme edilemez; tenkidin en iyisi, en etraflısı bile eserin yerini tutamaz. Rusca öğrenmek... O da artık benden geçti; bilenler çetin bir di? olduğunu söylüyorlar. Gongora, Da el Rosseti, Rainer - Müaria R: yakovski de, belki âmrümü kadar ümldsizce merak edeceğim ler arasında kalacak. Rus şairi Mayakovski'den bahsede- cek değilim. Bu işi bilenlere bırakıy rum. Türkiye'de o şairin eserini bilen- ler şaşılacak derecede çoktur. Bakın, Nâzım Hikmet'in şiirini yermek isti - yenlerin hemen hemen hepsi onun Mayakovski taklidi olduğunu söyler - ler. Demek ki bizde iyi rusta bilen, o dilin şairlerini tetkik etmiş, anlamış, başka bir şairin eserinde onun izlerini| yakalamış adamlar var... yat âlemimizde ne bilgili vardır. ama kendilerini adamlar tirmek istemezler. — Mayakovski'den ikide bir bahsedecek kadar rusca bi - len o zatlardan, İstanbu) limanına ge- Ten bir Soviet gemisinin adını oku - yuvermelerini rica edin, o zahmete bi- le katlanmazlar. Bilmediklerinden de- ğil, bilmeseler hiç bahsederler mi? Bilmiyenlere öğret - meğe tenezzül etmezler. Yapmasınlar, etmesinler... Hele şu Mayakovski'yi bize bir anlatsınlar, A- yıp değil ya! merak ediyoruz. Anlat - sınlar ki biz de Nâzım Hikmet'in şiir- lerinin mevzuu mu, şekli mi, nesi Ma- yakovski'ninkine benzer, bir öğrene - lim. On dört, on beş yıl oluyor, şimdi a- dmı hatırlamadığım bir edebiyat mu- allimi ahbabım vardı. Bir gün bera - berce İkdam gazetesini açmış, Yakub Kadri'nin makalesini okumuştuk. Bi - tirince o adını unutluğum edebiyat muallimi: «Nasıl buldunuz?» diye sor- İu. «Güzelt» diyecek oldum, kızdı. «Taklid! dedi, serapa taklid!..» (Sesi hâlâ kulağımda, «serapa» kelimesi gü- rüldeyip duruyor.) «Peki ama, dedim, kimi taklid etmiş?» Ters ters baktı: «Taklid dedik ya! dedi, taklid!.» (Ya- kub Kadri'nin yazılarını bilmiyenler varsa söyliyeyim: onlarda Arab, Ar - navud taklidi bulunmaz; bunun için «Kimi taklid ediyor?» diye sormakta hakh idim.) Çok israr ettim, söyleme- di. O gün bu gündür, o ahbabım Ya - kub Kadri'nin eserinde bangi muhar- ririn tesirini gördü, merak ederim. A- dini unuttum, izini kaybettim; demek ki ölünciye dek o merakımı gidere - miyeceğim. Bari Mayakovski için öyle Oolmasın. Yalnız Mayakovski mi? Muharrirle- rimiz, en eski zamanlardan bugüne kadar, dünyanın her köşesinde gel - miş şairlerin, filosofların adlarını anı- yorlar. Anmasınlar demiyorum, hattâ Eskimoların, Botokudosların ilim, ir - fan sahibi adamlarını tanıyorlarsa on- lardan da bahsetsinler. İstifade ede - AYINGACIr |Çan seslerini kayalar aldı. geçitleri, kurdu — ve tavşanile Aşağıda şose: uykuda, Bir yılan ölüsü, Dağ, Halimenin şalvarı, Kara bir yamçı örtüp eteklerine dalmış Gül dalında kaldı, derine, Karanlık, Kara kıvırcık bir kalpak gibi, Kasabanın başında. Iumnn!woı. |Önünde delikanlı ömrü çırılçıplak ve koltuğunda kellesi. Ayıngacı yürüyor, Ortada varsa nesi. © bilir ki, Nasil olsa bir gün.. © bilir ki, Dağ, Gizli Dağ, Bir cihan. Ve martini uyanık. Ayıngacı susuyor. İfAvocunda bakır bir çivi: Son egarası. Susuyor. Bir gün muhakkak Ayaklarında topuksuz, meşin çizmeler, Yarı yolda kalacak. Belinde tığ gibi Trabzon bıçağı asılı kemer, Ayıngacı yürüyor, Kütüklüklerinde: Üç yüz fişek. Bir elde hayvanın kantarması Hayvanın yükü: Bir elde martin. İki denk :0 bilir. ki, Tütün.. | Gelince martinin sırası. BSusuyor, fakfon tabakası boş ayıngacı. BSon.... ||uzakta çan sesleri.. © bilir ki, At üstünde çerçiler geçiyor. Kafasına bir Çuval örterek ölüsünü, Malları kalar katar.. İRejinin önünde yere sereceklerdir.. |İSeyrek sakallı, öksürüklü çerçiler korkmaz. ve öldürene on Fransız ati vereceklerdir. izim edebi-| göstermek, | ilimlerinden başkalarını da istifade et-| Mayakovski'den | Çerçilerin cıgaraları çubuklarında.. Yanlarında atlı candarmalar, Mallarında (m& in Germany) markası var. © bilir ki, Kolcuların başı Kaki bir kaçakçı olan öz kardeşi. © bilir , Kendini ayda dört beyaz mecidiyeye sutan, Beraber at koşturup Beraber türkü — söylediği — detikanlılarır yolunda pusuya yatan kişi Kardeşi için de yapacaktır bu İşl. © bilir ki o vakit, (Ayıngacı türküsünü) bırakmış olmahdır. Kemal Tahir | TİYATRO | İstanbı& beş tiyatro var İstanbulda yalnız bir tek Şehir ti - i yatrosu ve bir de ona ekleme olan Şe- hir operetini gözönünde bulundurmı - yalım. Bugün İstanbulda seyirtisi olan ve mütemadiyen temsiüler veren beş tiyatro mevcuttur. Şehir tiyatrosu. Şehir opereli. Halk opereti. Naşit, Fahri, Halide birleşiği. Dümbüllü İsmail tropü.. Bu beş tiyatroyu da birer varlık o- larak cle aldıktan sonradır ki bu ti - yatroların işe yarayıp yaramadıkları bakkında bir fikir yürütebiliriz. Şehir tiyatrosu muhakkak ki çok |faydalıdır. Fakat 6 kadar dağınık iş İgörüyor ki halkın bu tiyatrodan et - tiği istifade azalıyor. İstanbul Şehir ti- yatrosu nasıl piyesler oynar? Bu elân taayyün etmemiştir. Bir gün Şekspir, öbür gün hafif bir vodvil, daha öbür gün dönen sahnede modern bir piyes. Bu karma karışıklık içinde kâh şu, kâh ta bu yola giden tiyatrodan fazla bir şey beklemek esasen abes olur. Şehir opereti vazifesini yapmıyan bir teşekküldür. Şehir opereti memle- Tiz. Fakat merhamet buyursunlar da, | Kette bir eksiklik olan operet ihtiyacımı İsmini andıkları her muharririn eseri | gidermese bile operet tropları için bir hakkında da bir parça malümat ver -| örnek olacaktı. Halbuki Şehir opereti sinler. bunu yapamadı. Halka operet yerine Bilmiyorlar da onun için bahsetmi - | $arkılı vodviller göstendi. Başka türlü yorlar ve talâffuzu bile zor isimieri| Yapmasına da imkân yoktu. Bale, mü- taka satmak için anıyorlar demiyo -| Zik ve sese dayanan hafif operetleri Tum. Olbabda tahkik sahibi oldukla - | sahneye koymak için baleyi de, müzi - rından eminim. Fakat efoğlu inanmaz, | ği de ve sesi bulmak ve sahneye koy- aklına türlü türlü şeyler gelir. Belki| mak lâzımdı. Böyle olmayınca şöyle * Siz de duymuşsunuzdur, birtakım kötü| böyle şarkı söyliyen vodvi) artistlerile dilli kimseler, bir müharririn bilmedi- operet adı verilen şarkısı az, baleti za- _Ü şeylerden — bahsettiğini söylemek | yıf operetçikler oynattı. için «Mayakovskiye tutulmuş'» di -| Üçüncü teşekküle geçiyorum, Halk _Y:'". Başımıza bir de Mayakovski| opereti: Muhakkak ki bir operet tro - e ğ tinin kusursuz bir aperet olduğunu id- dia etmem.. Halk opereti her bakım - dan çok kusurludur. Şu da var ki mü- tekâmül bir operet olmamakla beraber gene bir operettir. Şehir opereti gibi müzikli vodviller oynamakla beraber tam manasile operet addedilen ope - retleri de oynar, Naşit, Fahri ve Halide birleşiği; tulüat sahnesinin en kuvvetli varlığı- dır. Tulüat adı gibi piyessiz, mevzu - suz oyun demek değildir. Tulâat kum- panyasında oynanan her parça yazıl- Mmiüş bir eserdir. Fakat tulüat aktörü bu eseri öyle benimsemiştir ki artık ne süflöre, ne de esere ihtiyacı vardır... Süflörsüz, esersiz, kendilerinden de çok şey katarak oynarlar. Tulüat sah- nesini ihmal etmek doğru olmaz. Çün- kü bugün bütün tiyatrolardan fazla seyirciyi tulüatçının tiyatrosunda gör- mek mümkündür. Dümbüllünün tropu da şehirde Na- şitten sonra. gelen — tulüat Dümbüllü Naşidin, Kel Hasanın yap - tığını yapar. Bu beş tiyatro içinde tulâat kuman- yalarını bir yana bırakalım. Çünkü onlardan yenilik ve daha kuvvetli var- lık bekliyemeyiz. O tulüatın seyirci - sini doyuruyor ve başka maksadı yok- tur. Halk opereti kendi yağile kavrulan bir teşekküldür. Bu teşekküln iyi mahsul verebilmesi için müstahsil va- ziyetten müstehlik vaziyete geçmesi lâ zımdır ki buna da ne bugün için, ne yarın için bu vaziyette imkân yoktur. Fakat Şehir tiyatrosile, Şehir ope - Teti ötekinin vaziyetinde değildirler, Kendilerinden şehrin beklediği çok şeyler vardır. Ve onlar beklenileni vermek Mecburiyetindedirler. — — YAT SAYFASI Bir iddia... Yaza: “İbrahim Hogi Amerikan Edebiyat dünyasının sa- yılı otoritelerinden Profesör Dunn son çıkardığı «Shakespeare İngilteresinin edebiyatır (!) isimli kitabında olduk- ça alâka uyandıran ve üzerinde uzun uzadıya münakaşa edilen bir iddiada bulunuyor. Ona göre 16 ıncı asır İngi- liz edebiyatı ife bugünkü İngiliz ede- biyatı biribirinden büsbütün ayrı bambaşka birer hüviyet arzetmelerine rağmen aralarında esaslı bir benzerlik vardır. Ve-Shakespeare, Spenser ve meşhur muasırları devirlerinin içtimai yaşayışımnı, düşünüşünü ve ruhunu e - serlerinde yaratan kimselerdir. Bu kanâaatini misallerle vesikalandır maya çalışan muharrir, tezine biraz | daha vuzuh vererek diyor ki: — O zamanki Edebiyat devri de, tıp- kı bugünkü gibi, bir tranzisyon, heye- can, harici vakaların kaynaştığı, ve ye- ni yeni fikirlerin meydana geldiği, yük seldiği, intibak ettiği bir devirdi. Onun için de edebi kıymetlerin eserlerinde an'ane ve isyan unsurları büyük bir yer almıştı. Bizler de bu edebiyat kâ- nalından maziden tamamiyle ayrı bir | dünya kazandık. İ * | Kitabr gözden geçirirken bu tezini, | bazan artan, bazan da eksilen bir kud- ret ve ihata ile müdafaa eden muhar- ririn yazacağını evvelden düşünmüş, hazırlamış, sonra da işlemiş olduğunu kolaylıkla anlıyor, kuvvetli tahlillerde bulunduğunu görüyoruz... Profesör Dunn, kitabına, Elizabeth 'dwrmîn bariz noktalarını çizdiği bir mükaddeme ile başlıyor. Sonra, 16 ın |erasırdaki İngiliz şiirinin, geçirdiği de- “neme safhalarını anlatıyor. Ondan son- ra da Marlowe'in ve Shakespeare'in ne sir janrını tahlil ediyor, Elizabeth dev rindeki aşk şiirlerinin mahiyetini araş tırıyor, Sidney, Shskespeare, Drayton ve daha bazı şairlerin esone» lerinden bahsediyor, Edmund Spensere başlı başına bir fa sil ayıran muharrir, nesrin tekâmülü, Elizabeth devrinde dram ve bugünkü- ler için Shakespeare, Mevzuları- nı dGa bugünün edebi — cereyan- (Devamı 12 inci sayfada) (1) The Literature of Shakespeare's England. E. C. Dunn. 326 sahife,. New- York 2.50 Dollar. YENİ Kİ Sayfa 11 ei | —a Gazeleci ve Edebiyat Yazan: Naci Sadullah «Gazeteci parçasır kimdir? «Muh « bir makulesi» diye tezyif edilen mah « lükun, neşriyat borsasındaki mevkâl nedir? Eğer bu sualleri, egüzide edip» mar« kasını taşıyan, Pazar Dö bebe balone larından birine sorarsanız, karşılaşa « — cağınız cevap istihfafkâr bir dudalı kıvrılmasından ibaret kalacaktır. Bana sorarsanız, anlatayım. , * Gazeteci hâdisatın içinde yuvarla-a nan adamdır. Onun zeki gözleri, her gün, havadislerin deliğinden, insanlıki komedyasının kulislerini seyreder. Ve su katılmamış bir realist olan muhbir, Allahın günü, bir hâdisenin hakiki ro- manını yazan adsız müelliftir. Bizde edibin hâdiselerle alâkax yoktur. O, süfli saydığı dünya işlerile alâkadar olmayı bir tenezzül sayar. Ve kendi hayalhanesinde yarattığı âlemin, hiç bir mugaddi hassası olmıyan uh » revi moyvalarını, edebiyat pazarında satışa çıkarır. “Ona sorarsanız, zabıta raporları ar- dından koşan bir muhbirin, iki ayaklı K bir hâdiseler tazısından farkı yoktum — Ve hâdiseler içinde yuğurulan bir ga« zeteci, edebiyat âleminin göze görün « mez ilâhına ebedi istifasını bir fikir gönülsüzüdür. * Halbbuki edfbiyatın bir büyük ga « yesi de, hâdiselerin ruhunu yarata « bilmek, yaşatabilmek, duyurabilmek. tir. Eserlerini okumak — bedbahtlığına katlanınca, İstanbula, tramvayın, rad- yonun, otamobilin ne zaman geldiğini bilmiyecek kadar hayatın ve hâdisatı dışında yaşadığını gördüğünüz edip * lerin, yemedikleri meyvaların lezze « dayamış — tini tarile çabalıyan biçarelerden ne _k farkları vardır? Ve faraza, alelâde bir cinayet hâ « disesini, çok ustaca bir teknik çerçe- J vesi içinde, olanca dehşetini duyura « rak ifadeleştiren bir muhbirin, bir e « debiyat antolojisinde sedir bulama « ması için hangi mânil gösterebilirsi « niz? Eğer, şöhret bahsinde, yazdıklarına imza bile atmıyacak kadar müstağni davranan feragatkâr ve mütevazi muli birler, gazete sahifelerinde yirmi dörü saat yaşıyan eserlerini kitap haline (Devamı 12 inci sayfada) TAPLAR | 1 - Sinekli bakkal Yazan: Halide Edib Vak'a istibdat devrinde - İstanbulun bir. sokağında cereyan etmektedir. Yarı karagözcü ve yarı bakkal ve ay- ni zamanda yumuşak, hassas, fakat sadık bir adam olan Tevfik ve kızı ro- manın başlıca şahıslarıdır. Tevfik, karısının dedikoduları ve muhitinin garazi ile sürgüne gönderi - lir. Pek küçük bıraklığı kızı, mahalle - *İnin imamı olan büyük babasile tam ve kindar bir mahalle karısı olan anası - nin yanımda terbiye görmüştür. 7-8 yaşında iken hafızı kur'an olmağa ça - Iıştırılmıştır. Kızın sesi harikulâde - dir. Bu sırada vak'aya bir paşa ailesi de karışır, paşanın zevkine düşkün ka- rısı kızın sesini pek mükemme| bulur. Kız konağa devam ederek müusiki der- si almağa başlar. Burada da iki yeni şahsiyet görünür: Alafranga musiki hocasile, bir mevlevi şeyhi. Nihayet Tevfik sürgünden avdet e- der. Kızile buluşur. Dolayısile paşanın ailesile münasebete girer. Paşanın oğ- la Jön Türklerdendir. Tevfiği muha - berelerine karıştırır. Tevfik tevkif o - lunur. Tekrar sürülür, Vak'a bu se - yirde devam eder. Romanda romancının bütün ustalığı wardır. Fakat - Stneklibakkalın bütün bir hafız kızın omuzuna yük - Ha 2 - Çitra Royla babası Kazan: Babiha Zekeriya Vak'a Hindistanda geçen bir sınıf mücadelesinin ana hatlarını veriyor. Mevzu: Çitra Roy Hindli bir filozo » fun, bir Ahtilâlci ile tanışıp sevişen kır — zıdir. Büyük ve kanlı bir grevin bütün ve- sikalarını ihtilâ| şefi sevgilisi Çitraya emanet eder. Çitranın babası, hem ki- zını mes'uliyetten kurtarmak, hem de yıllardır kaybettiği şühret ve mev « ı' kilini tekrar elde etmek için bu vesi ». — kaları ecnebi polise teslim eder, Polis, profesöre kızının bu işten — mes'ullyetsiz kurtulacağını vaadettiği halde kızı tevkif ederek mahkemenin cereyan edeceği şehre gönderir. Muhâ keme dört yıl sürer. Profesör bu müd- det zarfında kızının hasretini çekereki — lür, Ve kız muzir evrak evinde - çıktığı halde meni muhakeme kararı alır. Dö- nerken arkadaşlarının kendisini bir hafiye sanacaklarını ve bu şüpheyi asla silemiyeceğini düşünerek kendi « ni öldürür. n Bu roman çok heyecan, çok hakiki — ve sürükleyicidir. Köseecesenenennn. vereanenenan lemesi bakımından bu kızın etrafm da mevcut olan realite biraz sarsıl makta ve esas bütün realitesinc râğ«