— ni verdi. Müdafaaname okundu. Vehbi Saidin muhakemesi Suçlu müdafaasını yaptı ve tahliyesini istedi, fakat tahliye talebi reddedildi, karar ayın 24 ünde verilecek Pazartesi günü öğleden sonra üçün- cü ceza mahkemesinde eski Sadrâzam Sait Paşanın oğlu Vehbi Saidin mu- hakemesine devam olunmuştur. Bir ev velki celsede tevkif edilmiş olan Sait Vehbi mahkemeye tahriri müdafaası- Bu müdafaada maznun beş noktaya işa- ret ederek kusursuz olduğunu, bu iti- barla beraetini ve eğer beraet ettiril- mezse, cezasının tecilini istiyordu. Vehbi Saidin işaret ettiği bu beş noktaya nazaran Müddeilumumi kaza mahalline 15 saat sonra gelmiş ve bu yüzden maznunun lehindeki delillerin mühim bir kısmı zayi olmuştur. Bun- dan başka mahalli vak'ada yapılan iki keşif arasındaki tenakusun izalesi ıçin üçüncü bir keşif yapılmasını istediği halde bu talep reddolunmuştur. Vehbi Sait tıbbı adlice muayenesini istediği halde bu hususa da karar verilmemiş olduğunu müdafaasında zikretmekte - dir. Bütün bunları ileri sürdükten sonra maznun beraetini veya Mahkümiyeti halinde cezasının tecilini istemiştir. Ayrıca derhal tahliyesi için bir karar *verilmesini de talep etmiş ve bunun için mahkemeye bir istida takdim' et- miştir. Tahliyesini isterken Vehbi Sait: — Bu dava iki seneden beri devam ediyor. Bu müddet zarfında bütün du- ruşmalara geldim. Şimdiye kadar kaç mağa teşebbüs etmedim. Evvelce bin liralık bir kefalet vermiştim. Ârzu edi lirse bu kefaleti nakden de verir, ve tezyit edebilirim. Ecnebi bir memleke te kaçmak imkânsızdır. Gerek pasa- port meselesi ve gerek döviz meselesi bir Türkün hükümetin müsaadesi ol- maksızın ecnebi bir memlekete gitme sine imkân vermemektedir. demiştir. Müddeiumumi evvelce ittihaz olu - nan tevkif kararının kanuni sebepleri- ni değiştirecek bir hal mevcut olma- dığından bahisle bu talebin kabul edil- memesini istemiştir. Vehbi Sait tekrar söz alarak müda- faasını geç hazırlamasından dolavı mahkemenin -tevkif kararı verdiğini beş günden beri tevkifhanede olduğu- nu Ve bu beş günlük cezanın kâfi gö- rülmesini, bayramı ailesi yanında ge- çirmek istediğini söylemiştir. Mahke- me on dakikalık bir müzakereden son ra tahliye talebini reddetmiş, karar için duruşma 24 Kânunuevvele bırakıl mıştır. uykusur Blr gece takip eder. Her şey lena görünür. İnsan huysuzlanın, kederleniİr ve hiç bir şeyden memnun olmaz. Her muvallakiyetin İlk şarb lar dinlenmiş bir vücut ve dinlenmiİş sinirlerdir. Eger sinirli isenia. Bromural «Knolt» komprimeleri sizi kurtarır. Müsekkindir. ve uykuyu temin eder ve hiç bir zararı yoktur, bültüm dünya tanıy 10 ve 20 komprimeyi havi tü terde eczanelerde reçete İle satilm, Knoll A-O, kimyevi maddeler fabrikaları, Ludwigshaten #JRhin ; | (Bernarşov) bizim konservatuvardan | haberin var mı? (Baş tarafı Tinci sayfada| Usta — Hele senin şimdiye kadar yazdığın hikâye ve romanların bir ço- gu hep başka dillenden aşiremento i - ba Usta — Allah Allah 'bu adam beni zorla çıldırtacak yahu! Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, mümnasiptir bayım, pek güzeldir Usta — Bugünlerde gazetelerde ne var, ne yök bakalım, bazı , gazateler ufuklardan barut kokuları geliyor! di- ye yazıyorlarmış doğru mu? Yardak — Evet bayım, öyledir ba- yım, münasiptir bayım, pek güzeldir bayım... y Usta — İspanya işleri ihtilât yapa- cak, mesele büsbültün sarpa — saracak diyorlar, öyle mi? Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, münasiptir bayım, pek güzeldir bayım... Usta — Profesör Mazhar Osman bu- günlerde hastalarının kulak memele - rine tahin pekmez şırınga etmeğe baş- lamış, ne dersin? ; Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, münasiptir bayım, pek güzeldir bayım... Usta — Hindi şair Rabindaranat Ta- gor bozaya tarçın yerine kırmızı bi- ber ekip içermiş... Yardak — Evet bayım, öyledir ba- yım, münasiptir. bayım, pek güzeldir bayım... Usta — Meşhur İrlândalı muharrir sahur davulunun bir notasını istemiş, Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, münasiptir bayım, pek iyi etmiş bayım... Usta — Meşhur Yunan şair ve mu - harrirlerinden (Palamas) bizim, klâ- Yardak — Evet bayım, öyledir ba -| | yım, münasiptir bayım, pek güzeldir | Teminatlı : ARLON Saatlerini Her yerde arayınız. sikperver Salih Zekiden Karamanlıca öğrenecekmiş, hiç öyle şey olur mu? Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, münasiptir bayım, bu çok güzel bir teşebbüstür bayım... Usta — Asrın büyük Fransız şairi (Pol Valeri) bizim (Necip Fazıl) 1 ken- disine damat yapmak istemiş; fakat Bay (Tahir Nadi) daha ben bekârken Necip Fazıla evlenmek düşmez diye pişmiş aşa soğuk su katmış... Bu nasıl iş böyle? Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, münasiptir bayım, doğrudur ba - Usta — Bu yıl kış çok olacak, kö - mürcülerle oduncular tel kadayılı ile şampanya içeceklermiş... Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, münasiptir bayım, pek güzeldir bayım... Usta — Artist Vasfi, yakında havada dolaşan bir tayyarede mevlüt okuya - cak, büyük Behzatla Hazım da Galata ve Beyazıt kulelerinin tepelerinden a- şağı gelen geçenin üzerlerine gülsuyu serpeceklermiş... Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, çok doğrudur bayım, hattâ bunu geçen gece ben aynen rüyamda bile gördüm bayım... Usta — Behey külhani, ben sana ne söylesem, sen hep bana ayni cevabı mı vereceksin böyle? Yardak — Evet dedik ya bayım, öy- ledir işte bayım, münasiptir bayım, fe- — « Son Posta ,, nın edebi tefrikası: 6İ Yazan: Muazzez Tahslin Berkand Onun karşımda kâh kuduran bir vah- şetle, kâh inliyen bir çocuk ıztırabile çırpınması da beni büsbütün bitiri - j yor. Bütün bu karma karışık duyguların içinde deli olmazsam mutlaka sersem ve iradesiz bir aptala döneceğim. * Muallâ çok müstacel bir yazıyı ma - kinede yazmağa uğraşıyor, elleri bü - tün sür'atile harfler üzerinde kayı - yordu. Sabah erkenden Marşal gelmiş, pat- ronun bu uzun işin saat üçte hazır ol- masını rica ettiğini söylemişti. Kocaman bir paket halinde masa - nın üstüne yığılan kâğıtlar birer birer eksiliyor ve her sahife bittikçe Muallâ geniş bir nefes alarak kendi kendisine: — Böyle rahatsız edilmeden yazar- sam saat ikide işim bitecek, Diyerek seviniyordu. Öğle yemeğini alelâcele yemiş, tek- rar işe başlamıştı; fakat artık elinde bir iki sahife kaldığı için daha sükü - netle yazabiliyordu. — Saat bir; bu saatte herkes ye - mekte.. rahatsız edilmek korkusu da yok... Şu bir iki sahifeyi de hemen bi- tiriverirsem çok iyi olacak. Parmakları olanca çabukluğile harf- lerinm üzerinde kayıyor, makine çılgın bir tıkırtıyla çıtırdıyordu. Birdenbire omuzlarının kuvvetli iki kolla sarıldı- ğını, başının arkaya doğru çekildiğini duyunca haykırmamak ve düşmemek için masayı iki elile yakaladı. Arkaya doğru çekilen başının ateş- ler içinde yanan iki el arasında hapse- dildiğini, çılgın bir çift gözün gözleri- ne dikildiğini korku ve acıyla duyu - yordu; fakat titriyen dudakları bir söz sAvlemek için bile kuvvet bulamadan |zayıf bir iniltiyle açık kalmış, dişleri birbirine kitlenmişti: — Muallâ, sevgili, gözlerini ver; bana bak. Seni ne kadar sevdiğimi gör- müyor musun? Başının bir saniye göğsüme itimatla dayandığını, sevgi- li bakışlarının gözlerimde bilerek yaşa- dığını duymak istiyorum. Bir şey söyleme; böyle kıpırdama - dan dur; bırak yumuşak ipek saçlarını okşıyayım, ateş gibi yanan alnına eli- mi koyayım.. başka bir şey istemiyo - rum artık... Bir dakikacık, çırpınmadan, isyan ve nefratle yüzünü buruşturmadan böy - lece kal, benden korkmadığını, ben - den kaçmadığını görerek zavallı kalbim saadetle dolsun. Genç kız masaya yapışan parmakla- rının yavaş yavaş kuvvetten düştüğü- nü, vücudünün gevşek bir inkiyadla yumuşadığını, gözlerinin büyük bir u- yumak ve dinlenmek ihtiyacile kapan- dığını duyuyor, Ekremin kollarının her saniye biraz daha sıkı sardığını, başın- da dolaşan elin hummalı yanaklarında, gözlerinde durduğunu bir rüyada gibi duyuyor, fakat silkinip bu rüyadan kurtulacak, uyanacak iradeyi kendin- de bulamıyordu. Ekrem eğilmiş, kulağında fısıldıyor- du: — Artık ikimizden başka kimse yok Muallâ... Seninle beraber gideriz. Pa- ra ve her şey burada kalsın! Biz senin- le Anadoluya geçeriz, orada ben dok- torluk ederim ve seninle başbaşa, kay- bettiğimiz günlerin acısını , çıkaracak kadar mes'ud oluruz. Gözlerini sıkarak başını sallama yav- rum! Görüyorsun ya artık ne sende, ne de bende mukavemet edecek kuv- vet kalmadı. İkimiz de her gün damla damla ölüyoruz. Bize yazık değil mi Muallâ. Niçin ayağımıza kadar gelen saadeti tekrar tepelim: Bir defa benim alçaklığım ve karaktersizliğim yüzün- den beni kovmuştun.. hayat bizi tek « rar yüzyüze getirmekle bize karşı yap- tığı büyük hâinliği telâfi etmek isti - yor, neden biz saadet imkânını bile - rek, istiyerek gene elimizden kaçıra - liım ? Yüzüme bak yavrum, sevgili göz - lerinin ışığını bana ver ve söyle ba - na.. evet de.. evet diyeceksin değil mi? Ekremin sıcak sesi, kulağında alev- ler yaratırken Muallâ her nefeste baş- ka hisler altında yanıyordu. Bir sani- ye oluyordu ki kollarını onun boynu - na dolıyarak güzel başını kendisine yaklaştırmak ve onun dudaklarından aşk şarabını içmek arzusile kavrulur- —— na mı ediyorum bayım? Usta — Peki amma, şimdi benim ye- rime senin karşında sizin bayan olsa idi, gene aynen bu cevapları verebilir Yardak — Evet bayım, öyledir ba - yım, münasiptir bayım... (Tam bu aralık yardağın bayanı e - linde bir soba maşasile ortaya çıkar ve elindeki maşayı kocasına doğru sallı- yarak bağırır: — Gece yarısı oldu, sen hâlâ bura- larda gevezelikle vakit — geçiriyorsun ha ! Yarndak — (Dalgınlıkla) — Evet ba- yım, öyledir bayanım, münasiptir ba- yım, pek güzeldir bayanım... Kadın — (Maşayı kocasının omuzu- na indirerek) yürü bakayım eve!. Yardak — Aman omuzuüm bayım... Kadın — (Bir de sırtına yapışltıra- Kadın — (Birde sırtına yapıştıra - rak) yürü diyorum sana! Yardak — (Koşarak ve elile sırtını ovarak) aman sırtım bayanım! Kadin — Seni haylâz, seni şapşal seni sünepe, seni kocalar artığı seni! Usta — Evet Bayanım, öyledir ba - yanım, çok doğru buyurdunuz baya - nım, bir daha yapıştırın bayanım! Yandak önde karısı arkada koşarlar- ken usta elindeki hokkabaz düdüğünü öttürür: — Düüüt, düüt, düüt! Haydi baylar, bayanlar oyun burada değil, asıl oyun perdenin arkasında... Osman Cemal Kaygılı —— ken aynı dakikada hâin ve acı bir his kalbine doluyordu: — Hayır, olamaz, o başkasının ko- cası; başka bir yuvanın babası... Bana tekrar gelemez, gelse de kim bilir ne şartlarla ve nasıl gelir? Sonra gene ay- rılmak mı? Gene azab ve işkence mi? Hayar, hayır... İ — Muallâcığım, hayır demiyeceksin değil mi? Benimle beraber gelmeğe razı olacaksın değil mi? Artık bu ayrı- lık azabı dinecek, hep bir arada, hep ikimiz beraber olacağız. Dışarıdan gelen bir ayak sesi ikisini de birdenbire uyandırmıştı. Ekrem bir adım gerilerken Muallâ gözlerini oğuş- turarak etrafını gördü ve hemen haki- kati hatırladı. — Hayır Ekrem, vaziyetimizin çe- tinliğini ve sarplığını bildiğiniz halde bunları bana söyletmeyiniz. Neden be- ni daha fazla hırpalıyorsunuz? Siz, evli, çoluk çocuk sahibi bir a * damken benimle nasıl beraber gelebi- lirsiniz? Buna ben razı olur muyum sanıyorsunuz siz? Yalvarırim size bet* den uzaklaşınız ve benim de sizden u- zaklaşabilmem için bana yardım edi * niz. (Arkası var)