13 Birinciteşrin — SON POSTA Sayfa 13 İttihad ve Terakkide on sene Dördüncü kısım No 2 HARBİN SİYASİ İDARESİ Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Harp başlayınca nüfuz tamamile —— - I!irlllkâye ıı Yataklı vagon yolcusu | Yazan: Muazzez Tahsin Berxand Dört kadın, geniş kadife koltuklara | dık; fakat ikimiz de genç ve güzel Rus gömülmüş konuşuyorduk. Dışarıda kar | kızının tesiri altında idik. Bir ara bize yağıyordu.. rüzgârla serpilerek ve do-| Rusyadaki hayatından tekrar anlatma- narak düşen buzlanmış bir kar... Rad- | ğa başladı: n yatörün tâ yanıma sokulmuş olan I.P—l «Babam Çarın sarayında yaşıyan bir man, bir kedi gibi uyukluyordu. Prensti. Her sene Çar kendisine pır « Kapı açıldı.. ev sahibimiz içeri gir - | kwtalar, kürkler hediye ederdi. B_e - di.. yüzü soğuktan morarmıştı. nim, bir avuç içine sığacak kadar gü - — Beni affediniz rica ederim.. sizi sa- | zel bir astrakan mantom vardı, bunu at dörite çağırdığım halde sokağa çık-| da bana Çar hediye etmişti; sonradan kumandanların eline geçmişti Enver Paşa iaşe işlerine el atmış, idarede ise kumandanlar valilere hükmetmeğe İbaşlamışlardı. Enver Paşa işi daha ileri götürerek kadınların topuklarına kadar uzan etek giymelerini emretmişti. haddi - harb âğıt — yoksulluğu — son geldizi. zaman Alman tbuat — karargâhi bizim — gaze - dlere de bir. kâğıt yâyini kurdu. Agonları onlar verirlerdi. Harbin son esnasında biz bir matbuat cemi - &i yapmak ve buna bir de vâridat lmak istedik. Bulduğumuz vâridat 1 kâğıt işini bizzat cemiyetin eline 'mek, herkesin ihtiyacını orada te - ih edip, cemiyet menfaatine küçük hisse ayırmaktı. Almanlar, bizim Anıharbiyedeki Almanlar buna razı tadılar. Enver paşa da onları ilti » n etti. Ben de matbuat namına bi - görüşümüzde israr ettim. Hattâ gün meclis koridorunda bu işden yı Enver paşa ile münakaşada ile- “Bitmiş olacağım ki iş fırka grupuna i. Grup idare heyeti toplandı. ni çağırdılar, Görüş noktamızı izah- . bir istizah takriri vereceğimi» |* Matbuatın bu nüfuz altında mı ça- İ e okluğu görülünce vagonlar g doğruya bizim emrimize Tildi. Zannedilmemelidir ki bu isra- ©, Matbuat cemiyetine vâridat temi- Bibi alelâde bir meslekt menfaat en- n ileri geliyordu. Hayır, ar - $ vâzih bir surette görüyorduk ki Al- harp matbuat karargâhı Türk Böbuatını kendi nüfuzu altında tut - tkfmıindedir. Biz de bunun için is- ettil ik, « laşe işleri _3 — Memleketin en mühim mesele- “üşe idi. Aşağıda ayrıca bir fasılola- hikâyesini ve tahlilini yapacağım Mesele üzerinde İttihat ve Terakki Enver paşa ve yahud, daha doğru- ' onun namına İevazım idaresi ve Hakkı paşa arasında hayli mü- münakaşalar olmuştu. Bu müna- İttihat ve Terakkinin hayli nü- & ve kuvvet sahibi olan İstanbul he- 4 merkeziyesi yapıyordu. kh meselesine İstanbulun iaşesi ba- tundan alâkadar olan İstanbul heye- Berkeziyesi gerek İstanbulun iaşesi Rerek memleketin harb esnasındaki “tlâk iaşe ihtiyaçlarının temini iti- le bu işlerin kâmilen levazım eline istiyor, memlekette sefer- kanunlarının - cârt olmadığı bir ç taka ayrılarak burada iktisadi usul- , * çalışıhp askert inzibatın tesiri al- Sa müstahsilin ürkütülmiyerek is - in takviyesi fikrini müdafaa edi- Bu fikre göre çiftcilik yapabile- halk, eğer istihsalde faydanın art- Di görür ve devletin, halk karşısına | “de bir tekâlifci değil, belki de is - in iktısadi yollarla teşvikcisi o - geldiğine kanaat getirirse daha çalışıp daha fazla istihsal yapa - ÖU Bu, uzaması muhtemel bir harb unda belki de memleketin iktısa- Müdafaasını arttıracak bir usul idi. “"— levazım idaresi «askerin ihtiya- Ancak aaker düşünür» diyerek bu- Müni oldu. Demek oluyor ki mem- | y en mühim işi de başkuman -| “8in ve onun levazım idaresinin e- | Beçmiş oldu. u. İare işleri 'e işlerinde de aynı hal göze çar- : Her yerde bir vali, bir de askeri g “dan bulunurdu. Nerede vali za- “lelâde bürokrat bir memur ise o | z ST Z ll Va Z Büyük harpte cephede bir harp molası veren askerlerimiz rada vilâyetin veya sancağın veya ka - zanın oradaki kumandanın elinde bu - mandanla geçinemiyen vali yerinde duramaz, başkumandanlık israr eder, dahiliye biraz mukavemet gösterir, memurunu müdafaa eder, fakat, ne - ticede mağlübiyet olurdu. Valilerin i- çinde yalnız İzmir valisi Rahmi bey söz dinlemez, müstakilen hareket eder ve Enver paşa da yalnız ona karşı bir şey yapamazdı. Bunun için o, kendi muhi- tinde dilediği gibi hareket etmiş, âdeta başka bir rejim kurmuştu. İzmir hin - terlândının harb iaşesi müşkülâtı tanı- mamasının başlıca sebebi budur. Harb mıntakalarına yakın olan, yahud ordu karargâhlarının bulunduğu yerlerde * meselâ bilhassa Cemal paşanın ku » mandanlığı zamanında Suriye merkez- lerinde - valiler, mutasarrıflar kuman- danların birer hususi kâtibleri gibi idi- ler. Ahlâki inzibata varıncaya kadar Enver Paşanın ve onun idaresi al - tında askeri teşkilâtın memleket ha - yatını bu kadar sıkı bir kontrol altına alması hareketi, hattâ hayatın ahlâki inzibatına varıncıya kadar böylece u- zanıp gitmişti. . Günün birinde merkez kumandanlığı polis müdürlüğüne e - mir vererek kadınların çarşaflarının topuklara kadar uzatılması mecburi olduğunu İstanbulda birer birer her e- ve tebliğ ettiler. O tarihten bir kaç se- ne sonra büsbütün açılacak derecede Yerebatan, Çatalçeşme sokak, 25. İSTANBUL İlân fiatları 1 — Gazetenin esas yazısile bir sü- tunun iki satırı bir (santim) sayılır. 2 — Sahifesine göre bir santim ilân fiatı şunlardır: 3 — Bir santimde vasati (8) keli- me vardır. 4 — İnce ve kalın yazılar tutacak- ları yere göre santimle ölçülür. hazırlanmış olan İstanbul kadınlarını bu kadar sıkı surette kapanmiya ic - t lâzım — geleceğini soracağını |(lunur ve bu hal, harb mıntakasına çok |bar eden bu münasebetsiz emri bana m. Nihayet matbuatın fazla si-| uzak yerlerde dahi böyle olurdu. Ku -|da tebliğ eden vesikanın altına ka - nun namına ağır sözler yazarak iade etmiş olduğumu çok iyi hatırlarım. Fa- kat, bu, sade bir emirden ibaret kal -| moda.. madı, Hattâ tatbikatına bile geçildi. Fakat, zabıta memurları , bu tatbikat esnasında bazı İttihat ve Terakki er - kânının ailelerine çattıkları için niha - yet mukabil bir hareket gelmesi ge - cikmedi ve iş tavsadı, Bununla bera - ber, bahsettiğim mukabil hareket hiç bir zaman lâzım olduğu derecede kuv- vetle yapılamamıştı. Yukarıdan gelen bu mütemadi mü- dahalelerin aşağıya doğru tesirini gösz- termemesi de kabil değildi. Harbin son senelerinde iş, maalesef aşağıya da sirayet etmişti: Bir gün zaman geldiği için Ada vapuruna hareket işaretini vermiş ve kapıyı kapamış olan bir me- mura benimle beraber vapuru kaçır - mış olan bir askeri inzibat memuru - nun, evvelâ kapıyı açmak emrini ver- diğini ve sonra da bu emri dinleme - diğinden dolayı da adamcağıza, poli - sin gözü önünde mükemmel bir kaç tokat aşkettiğini gördüm ve ondan sonra buna benzer daha bir çok hâdi » selere şahit oldum ve bazılarına da mü- nasip şekilde müdahale ettim. Bu halin neticeleri Şu yukarıda saydığım ve daha say- ması uzun sürecek bu gibi haller, ne - tice itibarile devlet makinesinin yal - nız bir çarkının işlemesine, diğerleri- nin tamamen muattal kalmasına se - bep oluyor, umumi hayatta da bun « |dan hakiki bir felç doğuyordu. Kısa |sürecek bir harp için böyle bir hal bel. iki de o kadar büyük bir fenalık do - |ğurmaz, hattâ bundan Barbi daha kışa |bir zamanda bitirebilecek bir kuvvet - ler birliği hâsıl olabilirdi. Lâkin, uzı« |yan ve uziyacağı görülen bir harpte |memleketin yaşama kabiliyetini de de- vam ettirmek, dayanmak kuvvetlerini arttırmak bakımından bu vaziyet çok fena idi. İşin fena tarafı şurada idi ki askeri idarenin lüzumlu ve lüzumsuz tazyikleri halkın üzerinde ve bilhassa maişetinde ağır bir yük halinde ken « dini hissettirdikçe bundan İttihat ve Terakki mes'ul tutulurdu. Halbuki, İt- mağa mecbur kaldım. — Zararı yok canım, hizrac ne gittiğini söyledi. Biz de konuşarak seni bekledik, — Dün akşam seyahatten - geldiğimi biliyorsunuz, sabahtanberi ancak va - Hizlerimi açmakla uğraştım; annemin beni görmeğe geleceğini umuyordum, halbuki nezlerenmiş, telefon elti, ben gitmeğe mecbur kaldım. — Şimdi sen bu sözleri bırak da bize seyahatini anlat İclâl... Biz burada se- ni beklerken sıkılmadık. Hiç birimizin evinde kaliröfer olmadığı için vakitsiz gelen kışın ilk saatlerini senin sıcak sa- konunda geçirmekten bilâkis çak mem- nunuz. İclâl karşımıza geçti; bize Avrupada gördüğü şeyleri anlatmağa ladı; fa kat Leman artık uyanmıştı, u" ğuşturarak ev sahibinin sözünü kesti: — Büyük binaları, temiz sokakları, suları ve dağları hep biliyoruz. Sen bi- ze Parisin modasından bahset kızıtı, bizi en çok alâkadar eden şey odür. Hepimiz koltuklarımızda doğrularak dinlemeğe hazırlanmıştık. İclâl mera - Kamızı alevlendirmek için- nazlanıyor, başka şeylerden bahsediyordu. Nihayet içimizde en genç olan Leman yerinden fırlıyarak dışarı çıktı, beş dakika son- ra kollarında, amuzlarında bin bir renkte elbise ve mantolarla içeriye gi- riyordu. Hep birden yetlmizden sıçra- dık. — Demek bu sene dantel çok — Siyâh üstü- pe mor garnitür koymuşlar, gürü- yor musun Fah- rünnisa?, — | e O.... - ZOlM, estrakan manto almışsın, güle güle, Astrakan sözile İclâl birdenbire eli- mi yakaladı: — Aman çocuklar, bunları 'bırak'-n da size trende başımdan geçen bir vak'. ayı anlatayım, çok tuhaf ve gariptir. | “Gözümüzün önündeki bu çeıd:dı,v— id güzel cibiselerden, mantolardan, 'î:rıî ve çanıtalardan zorla ayrılarak yerlerimize oturduk ve İclâl anlattı: " —. Trenimiz Yugoslavya hududunu geçtikten sonra komşu kompartiman - daki gürültülerden oraya bir yolcu gel- diğini anlamıştım. Sabah erkenden u - zun boylu, sarışın, ince ve güzel bit ka- dınla karşılaştım. Çok tatlı bir gülüşle yüzüme baktı; ben de güldüm ve ken- disile konuşmağa başladık. Seyahatler- de ahbaplığın çabuk ilerlediğini bili « yorsunuz. Biz de bir saat içinde birbi- rimizi tanımıştık. Bana Rus olduğunu, eskiden çok zengin iken malüm siyasi sebeblerden sonra fakir düştüğünü ve bir tüccarın oğluyla evlenmek üzere Parise gitmekte olduğunu söyledi. Öğ- leyin lokantada tekrar buluştuk; ya - nımızdaki masada gene trende tanıdı- #ımız ve bir kaç kere milyoner oldu - ğunu öğrendiğimiz yaşlı bir Amerikalı kadın vardı. Rus kızı hemen onunla da arkadaş oldu ve nasıl etti, ne yaptı bil- iyorum, kadının masasına oturarak miyol :qıkuşynyunekymhwldl' Ben ingilizce bilmem, fakat güzel Rusun Amerikalıyla mükemmelen ko - nuştuğunu görüyordum, Çok şirin ve tatlı bir sesle “bir şeyler anlatıyordu. Hattâ bir aralık ihtiyar kadının men - dilini gözlerine götürdüğünü bile gör- düm. Kahvelerini içerlerken Amerikalı Madam beni de masasına davet etti. Bu sefer fransızca konuşmağa başla - keri idaresi devleti olduğu gibi İttihat ve Terakkiyi de kendi hâkimiyeti al - Yarınki nushamızda : Çalgıcı heykel... Yazan : Kadircan Kaflı Rusyadan kaçtığımız vakât bunu on bin liraya sattım. Amerikalı kadın da ben de bilâ ihti- tiyar haykırdık: — On bin liraya mı? Rus kızı hiç istifini bozmadan: — Evet... dodi. Bu cevab ihtâyar kadını şaşırtmıştı: | tereyim, o da pek güzel ve kıymetlidir ama sizin dediğiniz kadar bahalı de - ğil. Birlikte Madamın kompartimanına gitlik. Askıda nefis bir astrakan man- to vardı. Rus kızı, gayet tabil bir ta « vırla mantoyu askıdan alarak giydi. Kendimi tutamadım: — Madmazel, ne güzel yakıştı size... dedim. Kızın gözlerinde bir şimşek çaktı. — Değil mi? Tıpkı üstüme yapılmış gibi, Ş Sonra Amerikalıya dönerek dudak « Tarınm ucile ona lütfen hitab ediyor « muş gibi bir hal takındı: — Benimkisi çok daha güzeldi! Harbden sonra zenginleşmiş olan ih- tiyar kadın Rus kızının kayıtsız bir ta- vırla mantoyu çıkararak kanapenin üs- tüne atmasına şaşkın şaşkın bakıyor - du. * O gece çok rahatsız uyuduğum için ertesi sabah biraz geç kalkmıştım. Lo « kantada Amerikah Madama rasladım. İkimiz de, gayet tabif bir surette Rus kızından ko nuşmağa başla dik. Bir ara, bir men. dil almak için va gona dönmek İâ- zam geldi; arkada. şımın sözünü keserek müsaade istedim ve lokantadan çıktım. Tren bir istasyo- İna gelmişti. Beş dakika duracaktı... Lo- kantaya dönmekte acele etmeden kori dorun penceresine dayanarak dışari » sını seyremeğe başladım. Bir de ne göreyim? Rus kizı, arka - sında Amerikalı Madamın as'trakan | martosu, elinde bir çanta ile karşımda değil mi? Hayretten ağzımı açıp bir şey söylüyemedim. O, çok tabil bir yü- Tüyüşle bana yaklaştı: — Mülyoner Amerikalı bana acıdı ve zavallılığımı biraz unutturmak için bu mantoyü bana hediye etti. Ne iyi ka- dın değil mi? Ona tekrar teşekkür et - mek isterdim ama tren kalkacak, vak- tim yok; siz lütfen kendisine ölünceye kadar minnettar olduğumu söyler mi- siniz? Kadın iner inmez tren yürüdü; ben hâlâ şaşkın şaşkın pencereden istasyos na bakıyordum; onun sevimli bir yü- rüyüşle yolcuların arasından geçerek gardan çıktığını gördüm. İşte 0 zaman aklım başıma geldi ve zavallı Amerika. fının kurnaz bir hırsızın kurbanı oldu«. ğunu anladım, İclâl susmuştu, hep birden helecanla sorduk: — Peki, mantosunun çalındığını söye, lediğin vakit hemen telgrafla polise ha- ber vererek hırsızı yakalatmadı mı? İclâl başını önüne eğmiş, bize cevab vermeden gülüyordu. Sualimizi tek - Tarladık: — Söylesene İclâl! Aynı gülüşle yüzümüze baktı: — Ben bu vak'adan kimseye bahset« medim; çünkü Amerikalı kadının yaşı- na göre çok zengin ve Rus kızının da gençliğine nazaran çok fakir olduğunu. düşündüm... Bir de.. yabancı memle -, ketlerde polis dadrelerine, mahkemele- ve koşmak istemiyordum. &«muzafferiyeti kat'iye»n ümidi kesil « memişti. Bunun için, İttihat ve Te - tihat ve Terakki harbin ilânından son-| tına almıştı. Merkezi umumt, kat'i mu-|rakki, memleket idaresini daha yu - ra artık kuvvetten düşmüştü. Merkezi | zafferiyete inandığı müddetçe, bu hâ-| muşak, daha seyyal ve okşayıcı bir sis — umumt sakinleşmiş, bir tarafa çekil -| kimiyeti, tav'an da olsa, kerhan da ol-| yaset eline vermek için harbin sonları- miş, «harp hikmeti» denilen kuvvet|sa, kabul etti. Halbuki «mağlübiyeti | na kadar onu susturmuştu. Enver Paşanın ae -|kat'iye» dakikası çalıncıya kadar da| ——— hiç bir şey yapamadı. eli