Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
|Evine giren hırsızları | — bulmak için polis — hafiyeliği yapan adam Tanımadığım, hattâ yüzünü görme- diğim bir zat, masamın karşısına dikil- Giş, gülüyor: — Demek beni bulmak, Haktan zor ha? ' Şaşkan şaşkın yüzüne baâkıyor, Ve endi kendime soruyorum: — Bu zat ta kim oluyor? Neye gü- lüyor? Nedir bu sorduğu? ' Fakat o biraz izahat verince, gülmek rası bana geçiyor. Meğer, karşfma di ilip bana nükteli bir sitemde bulunan ,b“ zat, Salih Cevatmış. Kendisini çarşı farşı, mahalle mahalle ve iki gün iki Göce nasıl arayıp ta bulamadığımı yaz- ğim zat! Hâlâ tanıyamadınız mı yoksa? Ca- | &n hani şu, evini soyan hırsızları ya- lamak için polis hafiyeliği yapan mo yeci Salih Cevat! || — Sizi, diyor, istemeden yorduğuma Tok müteessirim. Fakat bu biraz da s- h talihsizliğinizden. Yol — danıştığı - | *& kılavuzlar hep karga çıkmışlar! Yok | &, yazınızdan anladığıma göre, Etye- | tezde, Kademtekkesi sokağına kadar, Vıhni benim evin sokağına kadar gir - İşsiniz. | Ve gülerek ilâve ediyor: l' < — Maamafih, hakkınız da var ya... | Bizim sokağın da sokaklıkla alâkası a- | Gndan ibaret, Hakikaten, dediğiniz gi- | bi insan o sokakta, hele o karanlıkta, !! kendi evini bile zor bulur... katil bul- — — Eğer şu hafiyeliği nasil yaptığını- t anlatırsanız, bana o gece sizi aramak n çektiğim bütün zahmetleri unuttu " Muhatabım çok tekrarladığını san- Üiğin macerasını bir defa daha tek- tarlamak icin, benim gibi havadis âşı- | l1 utandıracak kadar nazlanmıyor. "iyğ Cıgarasımı tazeliyerek söze başlı - B " — Bilmem neden? Soyulmaktan ya- | * dehşetli açık bir bahtım var bayım. 1 îul“DJÖUJI şehrinde, tam 4 defa soyul - um. Bu sonuncusu da beşincisi ol- tuştu. Geçen Ramazanda, bir komşu- | r_h iftara davet edilmiştik. O sırada da, Sultanahmette halamım evinde oturu - Yoruz, Komşuda, iftardan sonra epey , çalmışız. Geç vakit eve dönünce M de ne göreyim? bahçe kapısinın da, Bütbak kapısının da kilitleri kırıl - t Çünkü bir defa, tam on dokuz ye fhden bıçaklanmıştım. Kapının kırık Üidine bakınca, sanki bu kapanmiş bi- yaralarının yerleri yeniden sızladı: |. — Ya, dedim, haydutlar kapı arka- | , a pusudalarsa? Ya içeri adım atar faz üstüme çullanırsa? Şimdi körü- e bıçak altına yatmakta mâna t mı? || Sanra içeri ginmekten çekinişimin ' bir sebebi de, vaziyeti bozup, | izleri karıştırıp ta zabtıanın işi güçleştirmek korkusuydu. Derhal, refikayla birlikte zabıtaya vurduk. Gelip, keşfi, tahkikatı ta- : , Ve bize: ku—— Birkaç gün sonfa bir kere uğra- i dediler. cümle, bana bundan evvelki sa- larımda verilen cevapların tıpkı- |» ©.Ben o seferlerde de birkaç gün da, birkaç hafta sonra da, hat- | , bBirkaç ay sonra da bir kere, beş ke- | t'kğil. birçok kereler uğramış ve ge- | ( ayni cevabı almıştım. | , Bu seferki soyuluş artık canıma tak . işti. Çünkü, Buhara, Kayseri, Tib- | g. Seccadelerimden iç gömleğime ka- | herşeyimi aşırmışlardı. ' 'hğu vaziyet karşısında kendi kendi- ( | ı — Haydi bakalım Cevat... dedim, iş & B düştü. Sıva kolları, düş peşlerine! & h. * benim için, çalıman eşyalarımı Wl g, Paktan ziyade, bir izzeti nefis işi | Üstü, Çünkü artık: » — Eşyam çalındı! diye Müdiriyete, — 'Salih Cevat dün matbaamiza geldi ve hırsızları yakalamak üzere nasıl avukatlık, simitçilik ve amelelik yaptığını anlattı j - Salih Cevadın “ Son Posta , ressamları — tarafından yapılmış krokisi karakola, noktaya gitmeğe yüzüm kal mamıştı. Onlar, tesadüfen ve maalesef tekerrür eden bu şikâyetlerime maruz kalınca da ihtimal içlerinde yalan söy- lediğimi sananlar bile oluyordu. Bir amele tulumu edindim. Bir si mitçi şalvarı aldım. Elime bir de simit değneği geçirdim. Ve o pazar senin, bu pazar benim başladım dolaşmaya. Çün kü hırsızların eninde sonunda çaldık- larını bu pazarlardan birinde okuta - cakları muhakkaktı. Dolaşmadığım, ne Perşembe pazarı kaldı, ne Kapalı çar- şı. ne Kadıköy, ne Üsküdar, ne Bakır- köy pazarlarını ihmal ettim. Hem de hiç birisini kaçırmamasıya. Ailem bile, bu dolaşmalarımdan bıkmiş usanmıştı. Çünkü bu dolaşmalarda sarfettiğim yol paraları, çalıman eşyalarımın bedelleri- ne bile yaklaşmıştı. Dört ay pazar pa- zar dolaşmak ne demektir Bayım? İn- san bu kadar arasa, hırsızı değil, Hızı- rı bile bulur! .Bir gün şeytan: — Haydi, dedi, bir de şu Adliyeye uğ ra, Çünkü hırsızların, çaldıkları eşya- ları da, hapishanedeki maznunlara sat- tıklarını da duymuştum. Maznunlar; mahkemeye getirilirlerken, hâkimlere kibar, zarif, temiz, hoş görünmek için en yeni esvaplarını giyerlermiş. Ben de : — Belki, dedim, benim çalman yeni esvap ta bir maznuna sattlmıştır! Bü düşünceyle mahkemeye uğra - dım, ÂAğır cezanın önünde bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye, maznunların ge tirilmelerini beklemeye başladım. O sırada önümden geçen kadınlardan bi- risi, gözüme âşina göründü: — Gözüme yabancı gelmiyen bir ta- rafı var. Bu muhakkak, Fakat nesi? Neresi? Bu merakla, peşine düşüp, tepeden tırnağa bir hayli süzdüm. Nihayet saç Jarım hayretle dikildi; ve kadının göz- lerine âşina görünen tarafını keşfet - tim. Meğer onun bana yabanci gelmi- yen tarafı esvabı değil miymiş? —? — Evet... Esvabı... Daha doğrusu ka rımın esvabı... Yani karımın çalınan es vabı!. . Vüâkıa kumaş kumaşa benzer. Fakat dikiş te dikişe benzemez ya? Haydi di- kiş te dikişe benzer diyelim. fakat leke de lekeye benzemez ya? Halbuki, bu tanımadığım kadının üs tündeki esvabın kumaşı da, dikişi de, hattâ iki tane lekesi de, karımın çalı- nan esvabının , kumaşının, dikişinin, le kelerinin tıpkısı idi. O ande aklıma amcammn lâtası gel- di. Amcam hocadır. O gün, lâtasını te- mizleyiciye götürülmek üzere bana ver mişti. Derhal halâya girip, elimdeki pa keti çözdüm. Ve lâtayı çıkarıp sırtıma geçirdim. Malüm ya? İmam lâtalâfı da, tıpkı avukat cübbeleri gibi. sırtıma geçirince, diplomalı avukatlar dan bir dirhem farkım kalmadı. Hattâ halâdan çıkınca birisi: — Bay Avukat... Şu işime bakar mı- sınız? diye peşime bile düştü. — (Devamı 9 uncu sayfada) Onu z SON POSTA A Halk Opereti Pipiçadan sonra Yu- nancadan tercüme bir operet daha sah- neye koydu. «Enayiler» adiyle tercü- me edilen bu operetin biraz dağınık o- lan mevzuunu, derleyip toplayıp şöyle anlatabilirim: «Sonradan görme zenginlerden Kara fuçu Atinadan Kahireye geliyor. Kahi- rede Sfenks oteline iniyor. Karafuçu- nun eski bir arkadaşı olan Andrea da Sfenks otelindedir. Onun Kahireye gel mesinin bir sebebi var: Bu otelde Lüsi isminde bir kadınla yaşayan yeğeni An dreayı Lüsiden ayırıp memleketine gö- türecektir. Karafuçu kızına bir koca bulmak e- melindedir. ÂArkadaşı ÂAndrea Karafu- çunun kızıma koca bulmuştur. Kızı ye- Benine alacak. Karafuçunun kızı için koca arayan bir başka kadın daha var. Bu kadın da ay- ni otelde oturan Madam Amiral diye kendini tanıtmış eski bir bar kadını, onun kıza bulduğu boca otelin keman- cısıdır. Kemancı düşmüş bir Prens.. Bu Prensin bir de amcası var: Eski bir sefir. Fakat parasızdır. Hayatını kazan mMmak için o da otele garson olmuş. Ka- fuçu ile Andrea konuşurlarken yan - larından Lüsi geçiyor. Lüsi Karafuçu- nun hoşuna gidiyor, Lüsi paralı adamı bulmuştur. Artık İsmarididen ayrıla - caktır. İsmaridinin ödeyemediği elbise, şu bu borçlarını da Karafuçuya ödetmek için bir de çare düşünmüştür: Lüsi Karafuçu İle beraberken İsmaridi içe- ri girecek, evvelâ gürültü patırdı ede- cek, sonra da alacaklı mektuplarını, Diye, Karafuçuya bırakacak. Karafuçu ile Lüsi yemek yerlerken, kemancı Prens keman çalar, amcası se fir hizmet eder ve nihayetAndrea girer ve sahne tertip ettikleri gibi cereyan eder. Şimdi ikinci pendeye geçelim: Karafuçunun karısı ve kızı evdeler, koca bulanlar birer birer geliyor. Ev- velâ Madam Amiral ve bulduğu koca, arkadan Karafuçu. Karafuçu Madam Amirali bar kadını, kızın bulduğu ko- cayı ve kemancının amcasını da gar- son olarak tanmıyor. —Ândreanın kendisine tavsiye ettiği yeğeni de ge- Hyor. Bu da Kahirede Lüsi yüzünden kendisile kavga edip hesap puslalarımı veren adam, zülmesi, Prensin maişetini temin etmek için keman çaldığının ortaya çıkmasile başlıyor. Kız ona veriliyor.» İyi bir mevzu, fakat iyi işlenmemiş. Bilhassa çözülüş şekli pek âni oluyor.. Bu vodvil mevzuuna müzik ve bale ilâ ve edilmiş, birinci perdede Andrea, Lü si, ve İsmaridinin birlikte söyledikleri, | amca şarkısı pek hoş... Diğer şarkılar da güzel. Bar sahne- sinde Lüsinin söylediği Arap melodi- lerini hatırlatan şarkı da fena tesir yapmıyor. Balelerden birinci perdenin ilk bale- si iyi tertip edilmiş. Bar sahnesine bir az dokunmak istiyorum. Figüranlara '|bar sahnesi;için prova yaptırmak lâzım | 'e İ Üü e liğ S vti Bıxadığhw.Vevodviünçö- e Halk operetinde: ENAYILER Halk operetine yeni intisap eden eski sahne san'atkârı Lebibe çok acayipçe... : , Bellibaşlı rol alan artistlerden de bir nebze bahsedeyim: Tevziatta Prens ro- lünü alan Tomakosa şarkıdan ziyade göz düşmüş, Tomakosun rollerinde şar kılardan fazla sözler az olmalıdır. To- kânını bırakmıyor. Kısa rol alan iki ki- şi, Andrea rolünde Mehmet, İsmaridi ,rolünde Lütfullah muvaffakıyet göster miş sayılabilirler. Mehmet; makyajı, tipi ve konuşuşile ,mükemmel bir amca idi. Onun sahne- ,de daha çok kalmasını bekliyorduk, , Lütfullah ta kısa rolünde hovarda ,delikanlıyı tamamile canlandırıyordu. Karafuçu rolünü yapan Celâl ağır bir yük altında idi. Piyesin ana direği o bir tesir yaptı. Necati sefir rolüne çıkmıştı: Biraz da küçük Kemali hatırlatan bu gencin iyi bir makyajı ve kendine mahsus tatlı bir konuşma tarzı vardı. Sahnede ser- best hareket ediyordu... Halk Opereti- ne bu mevsimde iltihak eden sahnenin şoldukça eski emektarı Lebibe, Karafu- ,çunun karısı rolünü yapıyordu... İkinci pendede sonradan görme bir zenginin şonradan görmeliklerini pek iyi can- Jandırdı. Makyajı, ve giyim tarzı rolü- ,fe uygundu,. n ; Toto, Karafuçunun kızı rolünde zen- gin ana ile, zengin babasının koca bu- dJamamış kızını canlandırırken göster- diği safiyet ve intibak edemediği bir hayatta yaptığı acemilikler rölünü be- yhimsemiş olduğunu gösteriyordu. Zozo her seferde olduğu gibi şen ve şşıbtu. Rolü de onun böyle olmasını is- fiyordu. Sıtkı iyi bir Haremağası ol- muştu. Nimet Mustafa Konuşuş, oturuş, ve öteberi yiyişleri | miyenlere mevzuu takip ettirmek im -| / idi. Çok çalıştı, ve seyirci üzerinde iyi ; | Şehir tiyatr osunda oynanması beklenen yeni operet Leylâ ve Mecnun Eseri Galip yazdı ve Mes'ut Cemil beste .di Galip bu operetile sahnemize kırk do kuzuncu eserini vermiş oluyon. Bu 49 eserden 46 sı adapte ve tercümedir. ,Geriye kalan üçü teliltir. Oynanacak şolan «Leylâ ve Mecnun» da telifler ara- ,sındadır. İ. Galip gerek aktör ve gerek tiyatro ,yazıcısı olarak yirmi yedi senedir sah- 'İnede çalışıyor. Bu kadar uzun zama- ,nın kendisine verdiği tecrübe, hiç te iyabana atılacak birşey değildir. Duy- duğuma nazaran Galibin yazdığı ope- ,ret, daha ziyade bir komedi müzikal- ,dir, Bu komedi müzikalde Galip tama- jmen yerli ve bizim sosyetenin hayatı- jf gösteren bir mevzu seçmiştir. Ope- retin mevzuu, mantıki, psikolojisi ye- rinde ve duygu tarafı kuvvetlidir. Birinci ve üçüncü perdeler bir çift- Jikte, ikinci perde de Tarabyada mo- dern bir yalıda geçer. «Leylâ ve Mecnun» operetin mevzu- "Mes'at Cemil Galip : unu canlandırmak için konulan bir şah ,siyetin yaptığı bir operanın adıdır. Operette alaturka ile alafrangayı birleştirerek opera yapılacağını iddia eden ve böyle bir opera hazırlayan bi ri vardır. Öperetin adının «Leylâ ile Mecnun» olması bu sebeptendir. Bu operette, halk melodilerile yapıl- mış güzel parçalar dinleyeceğiz. Bun- ların hepsi armonizedir. Ve orkestras- yonu yapılmıştır. «Leylâ ve Mecnunsun bestekârı Me- sut Cemildir. Radyomuzun bu sevilen Spikeri kuvvetli ve duygulu bir mü- zisyendir. Garp musikisini bildiği gibi, alaturkayı da bilir. Bu bakımdan, bu tarzda yazılmış bir operet için muhak- kak ki en muvaffak olacak bestekârdır. Şehir Tiyatrosu bu opereti sahneye koymak için epey uğraştı. Dekorlara âzami derecede itina edildi, opereti oy- nayacak olan sanatkârlardan Hâzım, Vasfi, Behzat, Bedia, Feriha, Melek rol lenine iyi çalışmışlardır. Muvaffakıyet ihtimalleri pek fazladır. Bundan ötesi- ni bize sahne gösterecektir. İsmet Hulüsi Öğretmen okullarından Çıkanlar üniversiteye — riye sürdüğü fikir şudur: tirildi. ikinci sınıflarında takip programlarının aynıdır. mı tam olarak takip edilemiyor. , Ü Neden devam edemesinler ? Bir okuyucumuz, anlaşılan genç bir öğretmen bu suali soruyor, ile - Bir zamanlar öğretmen okulların- da tahsil müddeti üç yıl idi. Sonra | bu müddet dört ve nihayet altı yıla çıkarıldı, okul da lise derecesine ge- Öğretmen okullarının birinci ve edilen proğram lise birinci ve ikinci sınıf Öğretmen w okullarında son sınıfa gelince, mes- leği derslerin çoğalması, tatbikat sa- hasının genişlemesi ile lise progra- | Böylelikle lise tahsili görerek öğ- retmen okulundan mezun olan bir genç hayatının sonuna kadar atıldı- * ği noktada kalıyor. Bugün pek genç iken mesleğin aşkı ile öğretmen olan vatandaşlar - dan bir çokları meslek dahilinde yüksek tahsil görerek yürümek is - tedikleri halde neden önlerine bir mâni çekiliyor? Bilhassa hizmeti mecburiyelerini tamamlıyan altı yıllık öğretmen 0- kulu mezunlarının doğrudan lise 01- gunluğunu vererek fakültelere gır - melerinde ne mahzur vardır? Yakın zamanlarda'dalgalanan ko- nuşmalarda gene bu mesele mevzüu bahsediliyor. Fakat henüz verilmiş bir karar gene yok. Yekünüu pek taşkın olan binlerce gencin arzularının sönmesile bütün hayatlarının dumanlı geçmemesi is- teniliyorsa bu işle alâkadar makam- ların nazarlarını çekerim. 5. A, 7 D ailin İüka Bal ah B g GÜÜD : BAA v . SA İ oollar düün ü — Ürlndir ai hh —i K G < Mi