Manzara hep o bildiğimiz manzara : St ZENGEM Ze ! | ! | Ağacı kıt ovalar, damları görülmiyen köyler, köyleri görülmiyen köy ve. iüler... .. G & Yalnız bu seyahat esnasında yollarda ve trenlerde eskiden gör- mediğim simalarla karşılaştım. İşte yarınki Türkiyeyi bunlar, bu dektrik ve dokumacılık mühendisleri,bu paraşüt amatörü ile müs- takbel doktor yapacaklar. Fakakt daha çok çalışmak lâzım! Son haltafarda Orta Anadolu içinde İrenle bir iki cevelân yaptım. Dolaş- ve dolaşırken de görmeği ve ko- iyı çok severim. Yolculukta in- mın biribirlerile tanışmaları, kar- arşıya gelip kim olduklarını anla- & lüzüm dahi görmeden şuradan b“"daıx Konuşmaları hoş bir şeydir; ."îhlu. anonim oldukları ve anonim Man zaman daha samimi ve Saha açık olurlar. Bunun için her seya- hatte ben her rasigeldiğimle dost olu- Rün ve konuşurum. Bu defa da öyle # Anadolu, gene hep © bildiğimiz A- #dolu.. Damları görülmiyen köyler, kv-”!ri görülmiyen köylüler, ağacı ht Ovalar, nebat yerine diken yetiş- İTen kısır tarlalar, ufuk değiştikçe de- Sişmiyen manzaralar ve nihayet 'mil- hendiseleri de, ameleleri de eşeklerle, kağnılardan ibaret olan iplidaf tabiatin idaf hareket ve faaliyet çizgileri... bsan bunları gördükçe müteessir olu- Yör ve içine çöken bir hüzün İle, arada ik çalarak ilerliyen loko- sesinde dertli bir yolcunun ş- ehhüf sayhaları duyar gibi p BU manzaralar karşısında düşün- düm: Türkiyeyi canlandırmak, onu Av- Mmemleketlerinin derecesine değiı, Stların yaşadıkları hayat devrinin ilk demelerine kadar çıkarmak için, kim bilir daha ne kadar çalışmak lâzan. sulh senelerine, mebzul mahsul- b'ı siyah duman bulutları çıkaran bacalara mühtacız. Böylece se- İeler geçmelidir ki Anadolunun man- Tarası değişsin. Anadolu şenleninceye fadar Anadoluda yürekler daha çok sı- Z taşıyacak ve alınlardan daha çok ter Gükülecek. Bizim nesil yaptığı ile bir İltihar ederken, yapacağı üzerinde de & düşünmelidir ki, asırlarca mühmel Ve metrük kalmış bir yurdun içinde 'ut insanların kahkahalarını derin- thiş bir toprağın temiz yüzünü ve tazam çizgilerini görebilelim... Bununla beraber, bu yolculukta ü- ve hattâ şevk verön şeyler de gör- füm. İlsou, yirmi beş veya yirmi altı Yaşlarında bir genç, elinde, benimki Si, Bdgar Valas'dan almancaya ter- edilmiş bir roman, okuyup gidi- İör, Düzgün kıyadeti, temiz yüzü ve eki gözlerile dikkatimi celbediyor. Bir 2 konuşuyorum, görüyorum ki bir e- kktrik mühendisidir. Filân fabrika- Gan falân fabrikaya gidiyor. T Siz de, benim gibi, Edgar Valas Mi okuyorsunuz? Bu sual onu mahcup ediyor, Kaba- hat işlemiş gibi, kendisini müdafasa e- G!'ek: — Yalnız seyahatte diyor; ben tren- de garsılırken bir türlü ciddi kitap o- iyamam, Benim elimde de, etrafıma bakmak- fan, bir türlü sayfasımı çeviremediğim İ tarzda bir kitap olmasına rağmen, Bgar Valas'la cürmü meşhut halinde | Jakalanmış derecesinde mahcup olup | isini müdalaaya çalışan bu genç mühendis işte Türkiyenin ümidi, şev- ki, neşesi, istikbalidir. Onunla çabuk dost oluyoruz ve konuşmakta devam ediyoruz. Ondan anlıyorum ki Anado- lu çocuğunu sade askerliği ve askerlik- te muzika çalmasını değil, elektriğin şaytanın bile akıl erdiremediği oyunla. rını da çabuk öğreniyor... Oh, bu daha iyi bir alâmet! İşte size bir genç yolcu daha: Bu, bir dokuma mühendisidir. Onun da elinde almanca bir kitap, fakat, o, mesleğine ait bir ilim kitabımnı seyahat esnasında da okuyabilecek derecede sarsıntıya mütehammildir. Yanmda bir arkadaşı var ki o da boyama mütchassısıdır. — Tahsilinizi nerede yaptınız? — Almanyada. — Ya siz? — Ben de Almanyada. Fakat, sitajı> mı da Fransada yaptım. Size bir başka tip daha: Bu bir tıp talebesidir. Cumhuriyet bayramı mü- nasebetile paraşütçü olarak Ankaraya gelmiş, bundan istifade ederek Kırık- kaleye gidiyor, bir akrabasını ziyaret edecek. Kendisi paraşütçülüğe pek me- raklıdır. Yükselip yükselip atlamanın güzelliklerini anlata anlata bitiremi- yor. Ve motörsüz tayyarelerle uçmanın ötekilere nisbetle daha ne kadar tehli- kesiz olduğu hakkında da bana, imanlı ve ateşli, bir amatör haliyle uzun bir könferans veriyor. İşte, Anadoluda yeni görünen tipler, yeni manzaralar, yeni bir hayat gay- retinin yeni alâmetleri. Eskiden bu yol larda, bu trenlerde böyle unsurlar yok tu. Bunlar yeni meydana çıktılar ve şim di, sessiz sadasız, memleketin içinde, bir taraftan öbür tarafa dolaşıyorlar, Sivaslı bir tüccar bana anlatıyordu: Sivasta büyük bir demiryolu atelyesi vücude getiriliyor. «Türkiyenin en bü- yük atelyesi olacak!» diye memnun olu yor ve sonra da bu atelyenin Sivas pi- SON POSTA BİZİ NASIL GÜLDÜRÜYO Müsahipzade Anlatı Şehir tiyatrosunun — kapısı önünde Müsahipzadeyi bekliyorum; içime öyle geliyor ki şimdi şu tiyatronun kapısı açılacak ve Müsahipzade İstanbul E- fendisi kıyafetile görünüp: — Hayır, hayır, diyecek... Lohumu müteaffineyi, hububatı — mağşuşeyi, mahlüt rugen zeytü sadeyi, bilcümle mekülât ve meşrubatı, esvak ve cad- devat ve çarşuyu pazarı bilâinkita ve- 1â istisna keştügüzar ederek bu misillü mekülât ve meşrubatın revacına asla meydan vermemek gerek. — Hayır, hayır.. Bakıyorum, bu Müsahipzade değil.. — Hayır bayım henüz gelmemiş: Müsahipzadenin — bir şarkısındaki maisraları tekrar ediyorum: «— Arayın, arayın, arayın..m «Konağın her yanını..» Arıyorlar, cevap veriyorlar. «— Yok, yok, yok, yok!'» — Birazdan gene gelirim.. Birazdan geldiğim zaman haber ve- riyorlar: — Burada,, Şeyhislâm Kehkeşanizade Lem'i Mol la Efendi gibi ağır adımlarla merdive- ni çıkiyorum. Komedi ve müzikli komedi olarak sahnemize yirmiden fazla eser veren Müsahipzade karşımda.. Musahip Zade Celâl — Sizi ne vakitten ne vakite görü - rüz?.. Diyor.. — Affedin, diyorum, ziyarette ku - surum var, fakat.. İlâve ediyorum: — Bir anket için gelmiştim de.. Oturuyoruz.. Tarihi şahsiyetleri, ya- şadıkları devirlerin lisanları, örf ve â- detlerile karikatürize ettikten sonra sahneye koyan ve halkı günün karika- türiyle değil geçen günlerin karika - türlerile güldüren mücllife soruyorum: — Siz nasıl güldürürsünüz? — Ben mi? — Sualim belki yanlış anlaşıldı, oy- nanan eserlerinizin hemen hepsi halkı güldürüyor. Güldürmekten maksadım yasasına her ay dökeceği parayı hesap | Pu- ederken, ağzından sular akmamak için kendisimi zorla zaptediyordu. Sivasa pa ra dökülmesi de fena olmamakla bera- ber benim için asıl mesele Sivaslırm örs üzerinde çekiç kullanmayı öğren- Tmesidir. İşte, yarınki Türkiyenin bu elektrik ve dokumacılık mühendisleri, bu örs le çekiç, bu paraşüt amatörü müstak- bel doktor, bunlar yapacaklar. Fakat, daha çok emek, çok çalışma lâzım! Elâzizde Atatürk mektebi inşaatı Elâziz (Hususi) — Elâziz İstasyon caddesi üzerinde yapılmakta olan Ata- türk ilkmektebinin inşaatı ikmâl edil. mek üzere iken bazı kısımlarında mu - kavele Bükümlerine riüyet edilmediği görülmüştür. İnşaat derhal durdurularak müte - ahhit mahkemeye verilmiştir. Netice- de depozito olarak yatırılan para irad kaydedilerek inşaatı ikmâl için diğer bir müteahhide ihalesi yapılmıştır. İn- şaat kısa bir zamanda ikmâl edilecek- tir. — Öyleyse anlatayım, yazdığım e - serlerden çoğunun — mevzuu — birer trajedidir. — Mevzuu trajedi olduğunu söyle- diğiniz bu eserler halkı güdürüyor. — Onu halka sorun.. Çünkü gülmek istiyorlar. Ben de bu trajedilerin ağ- latıcı sahnelerini kapıyor, güldüren sahnelerini açıyorum, Sert çehreyle nasihati kimse iste - miyor. Nasihati, okşıya okşıya veriyo- rum. — Yani.. — Yani müşterinin istediği mataı ortaya koyuyorum. — Trajedi mevzularınızı komedi şeklinde mi yazıyorsunuz? — Evet ben kömedi şeklinde yazı - yorum. Sahnode vodvil şeklinde oy - nanıyor. — Güldürmek kolay mıdır? — Hem kolay, hem de güçtür, — Kolayına, gücüne birer misal is - tesem.. — Kolay güldürme, meselâ ihtiyar bir adam göderken bir teneke atılır. İhtiyar korkar, zıplar, görenler güler- ler.. Bu kolay ve kaba bir güldürme olur.. Bir de ince güldürme vardır. — Şimdi de ince güldürmeye misal istiyorum. TF — TÇ F Yazan : İMSET Sayfa RLAR ) yor ? * İstanbul efendisi , Öperetinden bir sahne Müsahipzade cevup vermedi; o cevap vermeyince ben sualimin cevabını o - nun eserlerinden birinde aradım: «Gül ve Gönül »koömedisini hatırladım. O - radaki bir sehneyi aldım.. İşte dedim, ince güldürme.. Bir genci bir eve götürüyorlar. Gen- oin tırnağına bir damla mürekkep damlatıyorlar. Genç bu mürekkebe ba- kınca gözünün önüne güzel güzel kız- lar geliyor. Fakat biraz sonra güzel kızlar kayboluyorlar.. Çirkin çirkin cinler, periler ortaya çıkıyorlar. Genç tırnağın» mürekkep damlatana bağı - ayori — Elendi hazretleri, mürekkebi yala! 'Tekrar sordum: — Peki amma siz bu buluşları nasıl elde ediyorsunuz. Halkın güleceği şe- yi nasıl ortaya çı iliyorsunuz? — Güzel şiir söyliy misraları nasıl #öylüyorsunuz diye sor- sanız size ne cevap verebilir? tırnağımdaki — İşte ben de şimdi ayni vaziyette- yim, size nasıl cevap verebilirim. — Peki bu sualime cevap verin.. Yazdığınız eser muvaffak oluyor, siz bundan zevk alıyorsunuz.. — Eser muvaffak mı oluyor Ben mu. vaffakıyet diye bir şey bilmiyorum. E- ser oynanıyor, seyirci tatlı tatlı sey - rediyor. İstekli istekli gülüyor ve son- Ta: — Ve sonra? — Bu eserin müellifi de acabâ kim- dir? Demiyor.. Ve an defa tiyatroya ge - lip ayni eseri on dela seyredenler ver- dır.. Fakat bu ön defa seyredenlerin yüzde onu eseri yazan müellifin kim olduğunu sormak zahmetine girme - Kahveleri Dolduran gençler Ve bir okuyucumuz Pendikli bir okuyucumuz İstan ğunu, bu hususta yapılan neşriyatın yerinde olduğunu mevzuü bahse - derek diyor ki: «— Pendik te ayni halde bulunu- yor. Kahveler ağzına kadar talebe- ler ve gençlerle dolu.. Bunun sebe - bini muhitte gençliği kendisine bağ- lyacak bir mahfelin, bir birliğin, bir ocağın bulunmamasında aramalıdır. Filvaki burada bir gençler — bitliği vardır amma, faaliyeti kâfi değil, ekseriya kapalı ve hareketsiz duru - yor, Bu gençler kahvelere de sokul - mazsa ne yapacaklar. Nereye gide- cekler?,, Eğer böyle bir yasak ya çıkarılacak olursa, evvelâ genç- ta - bulda talebelerin kahvelere doldu- mişlerdir. — Siz kendi eserlerinizi seyreder « ken güler misiniz? — Gülerim, bazan da ağlarım.. — Ağlar mısınız? — Evet, benim eserimi benim ese - rim olmaktan çıkardıkları zamanda ağlarım. Müsahipzadeye veda ettim. Şehir tiyatrosunun merdivenlerin! inerken onun sahneye verdiği kome - dilerin isimlerini sayıyordum: İstanbul Efendisi, Macun Hokkası, Lâle Devri, Yedekçi, Atlı Ases, Ay - naroz Kadısı. Bir Kavuk devrildi, Pazartesi - Perşembe, Balaban ağa, De mirbaş Şari, Köprülüler, İtaat İlâmı. Fermanlı Deli Hazretleri. Merdivenler bitmiş, fakat Müsahip- zadenin eserlerinin adları daha bitme- mişti. İMSET Nı;vşehir Belediyesinin Faaliyeti Nevşehir (Hususi) — Kaymaka « mın teşebbüsü ile burada 25 yataklı asrt bir otel yaptırılması kararlaştırıl - |mış ve derhal harekete geçilerek temiz bir otel yapılmıştır. Belediyeye aid o- lan bu otel büyük bir ihtiyaca cevab vermiş bulunmaktadır. Şehre 10 daki- ka mesafedeki mezbaha da islâh edil - mektedir. Belediye şehirde satılan bütün yi - yecek ve giyecek eşyasının sıhhi şart - lara uygun bir tarzda satılması için bir talimatname hazırlamış, esnafı temiz- lik kayıtlarına tâbi tutmuştur. Liği toplıyacak faal bir ocak kurmak Yâzım değil midir?> * Okuyucularımızın — sorgularına ö cevaplar Okuyucularımızdar A, G. T. ye: — Türkiyode iki tayyare mekte - bi vardır. Biri Yeşilköydedir, diğeri de Eskişehirdadir. Ankarada ve İstanbuldaki Türkkuşu mektepleri de plânörcülük öğretir. Yeşilköy Eskişehir hava mekteplerine gir - mek için orta mektep mezunu ol mak, tamüssihha bulunmak, bün : yenin havacılığa müsait olması şart- tır. Kararınızı verdikten sonra Ye - şilköye gidip daha etraflı malümat alabilirsiniz. Ankarada Zafer sokak berber Ba- haeddin vasıtasile Hafız Hasan Tah- sine: — Mevzuu bahsettiğiniz Bay Hü« seyin Hüsnünün adresi şudur: