Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
2 Svşs'fa SON POSTA Hergün ——— Balkan Basın Birliği _ Yazan : F. R. Atay ea on Belgrat konferansının mesut a s bir neticesi olarak, Balkan basın — delegeleri Balkan Basın Birliğini kur - /— mak için Bükreş'te toplanmış bulunu- yorlar. Milletler geçici menfaaleri ile birbirlerine yaklaşır ve uzaklaşırlar. Devamlı bir yakınlık, menfaat birliği- 1 vi V Resimli Makale H Dinlenme hakkı Bi —-. ',.m.da'mlıC'?îmek kadar, kafaları ve " —T -;İ. kalpleri anlaştırmak ve buluşturmakla ' olur. Balkan milletleri arasında bu an- | İlaşma ve buluşmanın temeli vardır. Çünkü asırlarca bir arada yaşamak, onları bir nevi manevi mübadelede bu- — lunmağa ister istemez sevketmiştir. — kan radyolarında folklor türkülerini — dinleyiniz. Her birimizin milli husu - siyetlerimiz üzerinde, bir balkanlılık birliği esaslarının canlı olarak yaşa - — Makta olduğunu görürsünüz. - Bu esasların milli -ee&biyatlar ha - — vasımna hâkim olmadığı nasıl söylene- ' bilir? Garp medeniyetçiliği ile tezatta —olan geriliklerimizi tasfiye ederken — milli karakteri terkip eden unsurları, garp medeniyetinin bütün milletleri gibi, korumaktayız. Osmanlı emper - yalizmi davası bittikten sonra, balkan- h milletler edebiyatında ona karşı mü- — lığı faydasını ve lüzumunu kaybetmiş- tir. Ne artık bu topraklarda bu emper- yalizmin, hatırasını müdafaa edenler, — ne de komşu topraklarda onun korku- “su ve tehlikesi kalmıştır. Atatürk'ün, 5'? A ” çTi - ae — osmanlı imparatorluğunun tasfiyesini —tamamlıyan yeni devleti kurulduktan sonra, Tuna'dan Kafkaslara kadar de- — vam eden dünya parçasında, yalnız — menfaatleri sebebi ile biribirlerine yak- — Jlaşmağa mahküim değil, biribirlerini — sevmek ve biribirlerini anlamak ihtiya- — cında olan milletler kalmıştır. Kimi er- — ken, kimi biraz daha geç, garp mede- — niyeti âlemine giren milletlerimiz, ki- mi erken, kimi biraz daha geç, kendi — nasyonal benliklerine kavuşarak, ve hepsi ayrı ayrı hür olarak, ve hepsi ay- - rı ayrı bölgenin barış ve güvenliğini — müdafaa etmek vazife ve mesuliyetini alarak, yeni bir tecanüsün zaruret şart- © Tarı içine girmişlerdir. - Bu şartlar olmaksızın yakın- lagmagı zorlamak ne kadar boş- sa, bu şartlar olduktan sonra, ge - — çici anlaşmazlıklardan umusaya düş - — mek o kadar mantıksızdır. — Balkan Basın Birliği, yalnız, gaze- — teler çevresi içinde, Balkan milletleri- " “nin kendi aralarında doğru haberleş - * mesine değil, harslar arasındaki müş - terek tarafları bir araya toplayarak, fi- kır ve his bağlarının kuvvetlenmesıne hızmet edecektir. j Bı'liyor Musunuz ? - V — Noabel edebiyat mükâfatını ilk de- — fa kim almıştır? — 2 — Türkiyede ilk gazete hangisidir ve : 'ııç tarihinde çıkmıştır ? — 3 — Efganistanın nüfusu ve mesahası - ne kadardır? t 4 — İlk gazetecimiz kimdir? Nerede 'İf J vatar? ö (Cevapları Yarın) : *k' — , | — Bir çok kardinallar, papazlar, baş- — papazlar, dükler ve kraliçeler öldüren ve — İngiltere tarihine kanlı ve zalim ismile ge- © çen kral sekizinci Hanridir. — 2 — Nobel mükâfatı her yıl fizik, kim- — ya, tıp, edebiyat sahasında en kıymetli e- /| seri verip en mühim ihtirar yapan ve ter- h teslihat hususunda sulh için en çok ça- İışm kimselere verilir. Bu usulü vazeden — Danimarkalı Alfred Beruhard Nobel is - — minde bir kimya mühendisidir. Patlayıcı f)naddeler keşfinden sonra büyük bir ser- ıt bırakmış, ölümünü müteakip bu ser - “ wetin gelirini her sene bu mükâfat için sar- fedılmeıııı vasiyet etmiştir. 3 li Turkıye Mllellct Cemıyqtme 18 | 33 do" ” - Hepsinden bizde, hepsinde bizden bir | l /| şey var. Milli esvaplara bakınız; milli | $ —— âdetleri kıyaslayınız. Akşamları Bal-| Biz çalıştırdığımız insanlara dinlenme hakkı tanımayız. Çünkü bu hakkı ilk önce kendimizden esirgeriz, Hoca gibi, muharrir gibi, avukat gibi, kafası ile çalışan meslek sahiple- rinden kaçı yılda bir kaç ayı tamamen dinlenmeye sarfe - delür? Bütün yı takta keşmda kafa yoran, sinirlermi yıpra- hn bir hocanın senede bir kaç ay dinlenmek en meşru hakkı- | cadelenin hatırası olan türk düşman -| İngiliz itfaiyesi dumandan boğu - lanları tekrar hayata avdet ettirmek i- çin yeni bir usul keşfetmiştir. Çok iyi neticeler veren bu usulde, kazazede, resimde görüldüğü gibi, sırasına göre baş aşağı ve sırasına göre ayak üstü getirilen bir salıncağa yatırılmakta ve sallanarak hayata getirilmektedir. * * * Kazazoedelere derhal yardım edebilmek için Almanlar, şehir haricinde vukua ge- len kazalara derhal yetişmek için yeni bir usul bulmuşlardır. . Kilometreleri gösteren taşların içine acele bir ameli- yat yapacak 'âletleri bile muhtevi o - lan bir çekmece yerleştirmişlerdir. Orada bulunan doktor veya her han- gi bir insan taşın üzerindeki bir düğ- meye basmakta ve önüne açılan sıhhi ilâç ve âletlerden istifade etmektedir. İşin dikkate şayan tarafı bu ilâçların bir senedenberi ancak bir kere çalın - mış olmasıdır. * * & Bir tabloyu seyrettikten sonra deliren adam Leonard de Vinci yaptığı bir tablo ile bütün felâketleri iradesi altında râm eden insanı temsil ediyordu. Bu tabloyu gören İsveçli bir doktor kuv - vetli adam olmak için, parası olduğu halde aç kalmağı göze almış, karısını, çocuklarını öldürmüş, neticede kendisi de darüsşşifayı boylamıştır. SÖZ ARAS Dumandan boğulanlar Nasıl kurtarılıyor ? ıılemez, ve durur. Fakat kafasile çalışan diğer entelektüeller kendilerini bu haktan mahrum etmişlerdir. Ne yaz dinlenirler, ne kış. Bütün yıl geceli gündüzlü çalışırlar. Vücut ta, dimağ da arada sırada dinlenmeğe — muhtaçtır. Vücut bu ihtiyacını tatmin etmezse, sahibini cezaya çarpar, NDA * T HERGÜN BİR FİKRA Bir mektup ve bir cevap Yasefaçinin son zamanlarda işleri bozulmuştu. Bonolarını her vakit va - delerinde ödiyemiyordu. Bir gün, postadan gelen mektupla - rın arasında, münasebette bulunduğu bir ticarethanenin imzasile şöyle bir kâ- ğit çıktı: «Müteaddit defalar sizden — istemiş olduğumuz 100 lira alacağın hâlâ eli - mMize gelmemiş olmasından dolayı hay- retteyiz..p Yasefaçi hemen bir kâğıtla kalem aldı ve şu cevabı yazdı: «Sayın baylar! Hayrette olmamıza sebep yoktur. Beklediğiniz parayı esa- sen ben size göndermiş değilim ki, eli- nize değsin!..» vir îSoldın sağa: || — Yürek çarpıntısı, çoban paltosu. 2 — Muhafazakârlık, çok kırmızı. 3 — Saz çalan, köpek. 4 — Yün örülür, tahta ayakkabı. 5 — Cihan, tekrar. 6 — Bir Rus kadın ismi, kırmızı. 7 — Kasaplar sa- tar, başıma bir A ilâvesile bir erkek ismi olur. 8 — Gayri resmi değil. 9 — Pa - muk şehrimiz, ced. |Ö— Taramaktan em- ri hazır, mef'ulülehk. V1 — Ödemek, di - lenciye verilen. Yukarıdan aşağıya: | — Hastaların yattığı yer, — istikbal. 2 — Tahkir yerine kullanılan bir kelime, saymak. 3 — Kâtibin türkçesi, beyn. 4 — Arapça ben manasma gelir, bir sebze. 5 — Hıncın aksi. 6 — Vücudumuzun kan yol- ları, su. 7 — Dest, meşrubattan biri. B — Kılık. 9 — Ayan, sebep. 10 — Arının yap- tığı, sız manasına gelir, nota. || — Kah- raman manasına gelen türkçe bir kelime, Ticarethanesine Giremiyen Mal sahibi | A H .. .-. — eg Z n Son posta ile gelen Paris gazeteleri Fransadaki greve ait tafsilât vermek - tedirler. «Grevin ilân edildiği gün bir pat - ron ticarethanesine gitmiş kapıyı tu - tan işçiler, kendisini nâzikâne karşı - * |lamışlar. — Grev ilân ettik, işleri de bırakmı- yoruz, maalesef sizi de içeriye alamı- yacağız demişler. Adamcağız, boynunu büküp gitmiş, fakat sonra masanın üzerinde işinin es- rarına müteallik dosyaların açık kal- dığını hatırlamış ve ertesi günü tica - rethanesine gelerek grevcilere yalvar- mış : — Siz çalışmıyorsunuz, müsaade e- din de ben açık kalan dosyalarımı kal- dırayım demiş, grevciler: — Biz sizi şimdi içeriye alamayız, merkeze soralım müsaade ederlerse gi- rersiniz. Müsaade tam 10 gün gelmemış ve zavallı patron da her gün müsaadenin gelip gelmediğini anlamak için sabah aksam muc_ssesesme gitmiş. eçeamda dÜdi üzerimize giydiğimiz. Dünkü Bulmacanın Halli: Soldan sağa: | — Karınca. 2 — Elek, et, ifa. 3 — Ratıp, fakir. 4 — Em, mar, yala. 5 — Me- dine, men. 6 — İt, zift. 7 —AÂtta. B — Yan, ara,«na. 9 — Ar, kıvrak. 10 —Aş, im, kurna, İl — Karpuz, ey. Yukarıdan aşağıya: | — Kiremit, ak. 2 — AÂlâmet, yasa. 3 — Ret, lâr. 4 — İkimiz, ip. 5 — Panik, mu, Ğ — Ce; ref, ak. 7 — Atf, Tarık. 8 — Ay, tavuk. 9 — İkamet. 10 — File, an'ane. || — Yaran, Akay. a okuduk: İSTER | İSTER İNAN Dünkü gazetelerde İzmirde geçen şu şayanı hayret hâdiseyi | İzmir, 13 — Cumaovasında, dün, gece yarısı tütün tarla- mııılaımuınlınııdıhhımedemamkyuzunden bir cinayet olmuş, bir kişi ölmüş, iki kişi ağır surette yınlııımı!ur. INAN İSTER İNANMA! yaralanmışlardır. İSTER İNANMA! Demirci Halil, değirmenci Abdullah, ve Ali arasmda olan bu kavgada, Halil Abdullahı öldürmüş, kendisiyle Ali de ağır Bir teneke su için bir adamın öldürüleceğine, iki kişinin ığır surette yıralınmuıııı. N ÖĞ Şay z D ——es'-—ın- FT Hazirati 15 " - ej ; Sözün Kısası | Dünyanın En bahtiyar adamı Ermel Talu Meşhur hikâyedir: Padişahın biri melankoli'ye muş. Ne ağzına lokma, ne gözlerine uyku giriyormuş. Dudakları gülümsemeyi, gön- lü neşeyi unutmuş. Etrafına toplanan he- kimfer, hocalar onun bu derdine deva bul- maktan aciz göstermişler. O sırada birisi demiş ki: — Bu derdden, padişahımız — kurtulur amma, dünya yüzünde en bahtiyar adam kimse, onun gömleğini bulup — getirmeli, padişaha giydirmeli. Bu söz hasta hâkanın kulağına gitmiş. O da derhal yedi iklim, dört köşeye ulak lar salıp, yer yüzünün en bahtiyar insanı her kimse, ondan bir gömlek dilemeğe me« mur etmiş. " Ulaklar bu bahtiyar adamın kürei arzı altüst etmişler. Bir türlü, manâsile bahtiyarına rastlayamıyorlarmış. Her birinin mutlaka bir derdi, bir tasası, bir kaygusu çıkıyormuş. Nihayet, bir dağda bir çobanla karşı- laşmışlar. Kendisini sorguya çekince, gör- müşler ki bu fakir çoban dünyanın gerçek- ten en tasasız, en mes'ut bir insanıdır. tutul- peşinde tam — Aman! demişler; bize gömleğini ver, padişahımıza götüreceğiz. Karşılık, ne dilersen sana bağışlayacağız. Çoban, gülümseyerek yüzlerine bak- mış, Vve: — Ne gömleği? demiş. Ben ömrüm- de, bu dediğiniz şeyi ne gördüm, ne de giydim | İstanbula son günlerde misafir gelen Hintli mihraceye ait haberleri gazetelerde okurken, yukarıda naklettiğim fıkra aklı- ma geldi. Ve gömleksiz çobanın muhay- yel bir masal mevzuu olmaktan ibaret ka- lan bahtiyarlığı ile, mücevherlere müstağ- rak mihracenin hakiki bahtiyarlığı arasın- da kendi kendime bir mukayese yaptım. İşte bir adam ki, dünya ekonomik dar- hk içerisinde bunalır, siyast ihtiraslar sara- sında sarsılır, ufuklar korkunç, kanlı ihti- maller aksettirirken, bin bir gece efsanele- rinin dekorlarını andıran memleketinden, yanında kâtibi, doktorü, nedimi, müsahibi, ahçısı ve hattâ falcısı olduğu halde diyar diyar gezmeğe çıkıyor. Her adımda karşı- laştığı beşeri istirap ve sefaletten bihaber, yalnız servet ve ihtişam ifade eden şeyle- re kiymet verdiği için müzeleri, hazineleri ve antikacı ile cevahirci mağazalarını do- laşiyor. Onun indinde, bu pırıl pırıl çerçevenin haricinde kalan ne varsa, hiçle müsavidir. Muhterem mihrace, doğdu doğalı, ne bir lokma ekmeğin peşinde çekilen meşak- kati, ne aç bir midenin isyanını, ne - ezici bir çalışmanın alından sızdırdığı teri, ne yarın endişesini, ne bunaltıcı bir iş günü- nün yorgunluğunu, ne de çalışamaz bir ha« le gelindiği zamanki yeisi bilir. Onun bütün tasası, Hindistandaki hazi- nesini dolduran yumurta büyüklüğündeki elmas, zürürüd, yakut vesair bahalı çakıl. lara dünyada eş bulunmamasıdır. “Ve esasen buna imkân olmadığı için bu tasanın da hükmü yoktur. : Muhterem Mihrace, acaba, mübarek sırtından gömleğini çıkarıp ta bana lütfete se, onun gibi bahtiyar olabilir miyim ? Hayır! Bahtiyarlık bir telâkki meselesi olduğuna göre, ben her günkü yıprandırı- cı mesâimin ölçüsünü, diyar diyar dolaşıp mücevher mukayese etmeğe herhalde ter- Z Za Vaterlo harbinde bir Generalın sözü Bernar Şav Vaterlo harbini anlatı « yordu: — Fransızlar duşmanları tarafın « dan muhasara edilmişlerdi. Vaziyet Fransızların nâmü hesabına çok kor - kunç bir hal alıyordu. Kumandanlardan biri ceneralin biri- ne sordu: — Şimdi ne yapacağız?.. Mahvolu- yoruz. Ceneral soğukkanlılıkla cevap ver « i ÜTi S&bııh ol ve ıcele,e&mee.-— KĞi