Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Cüi di do * F ” b .,îlıA l, F ai 6 Sayfa Uzak Şark hâdiselerinin içyüzü “ Japonya, /-harbetmeğe İngiltere ile mecburdur!,, Uzak Şarkta çıkacak bir harbin yalnız oraya inhisar etmeyeceği, yeni bir cihan harbinin başlangıcı olacağı gün gibi aşikâr Japon İmparatoru ord uyu teftiş ederken — İngilterenin bu «ihanet» i, Amerikada İngilterenin bu oyununa Amerika - Japon rekabetini istismara bir son vermek temayülünü — şiddetlendirdi. Ruzveltin «yeni taktik» i-bunun neticesinde doğdu: İngiliz menfaatlerine nazaran ehemmiyetsiz — bir mevkide olduklarından, bundan böyle A- merika, Çin reket etmiyecekti. ve Amerikanın Çindeki menfaatleri, Taktik mülâhazalardan doğan bu gibi manevralar, tabiidir ki ta- rihi Amerika siyasetini değiştirmiş olmu - yordu. Bu hareket olsa olsa bizzat Âme - rikayı felce uğratıyor ve dolayısile Japon- yanın ekmeğine yağ sürüyordu. Amerika- hların gümüş sergüzeşti, bu — istikamette biraz daha müessir olmuş, Çindeki eko - nemik buhranın hâd bir hal almasını da- ğurmuş dolayiısile bizzat Amerikanın bu ülkedeki siyasi nüfuzunu büsbütün kırmış- t. Tabit bu hareket te diğerleri gibi Ja - ponların Çindeki istilâlarını adeta teşvik etmiş oluyordu. Japonların Çindeki bu istilâ hareket - leri, gün geçtikçe diğer devletler için de tehlikeli bir mahiyet almağa başladı. Hâ- diselerin inkişafı gerek Londranın, gerek- se Vaşingtonun Japon tehlikesini azımsa - malarındaki hatanın büyüklüğünü bütün a- çıklığile ortaya attı. Yani bir kelime ile, gerek İngiltere, gerekse Amerika yanıl - mışlardı. Meseleleri açık olarak koymak icap eder- | se, diyebiliriz ki: - Japon işinde münferiden ha-|ler Japonya ve Sovyetler 1) Çindeki Japon işgalinin kısa bir za- man zarfında Anti-Sovyetik bir mahiyet alacağı hakkındaki tahminler boşa çık - mıştı. Bundan maada Sovyetlerin gerek askeri, gerek ekonomik küvvet ve kudret- leri bütün tahminlerden üstün olarak fev- kalâde büyümüş, Alman faşizmi gibi yeni bir takım âmiller siyaset sahnesinegirmişti- « Artık Uzak Şarlsta Japonya ile Sov- “yetler arasında çıkacak bir harbin yalnız şoraya inhisar etmiyeceği, gittikçe karışan ve girift bir hal alan beynelmilel vaziyet dolayısile yeni bir cihan harbinin başlan- gıcı olacağı gün gibi âşikâr bir mesele ha- line gelmişti. Tahminler doğru çıkmadı 2) Japonların ekonomik ve finansal kudretsizliği hakkındaki tahminler de doğ- ru çıkmadı. Böyle bir kudretsizlik vaki ol- saydı Japonların Uzak Şarktaki diğer dev- letler için bir tehlike teşkil etmesine mani olurdu. Fakat bu tahakkuk — etmeyince, Japonların diğerleri için tehlikeli olmağa başladığınmı da kabul etmek lâzımdır. Ni- tekim böyle oldu. Japonya kendi «askeri kuvvetinin inhisarı» bir muvaffakiyetle «mali sermaye inhisa- yını kâh itmam, kâh tebdil» ederek, siyasi askeri taarruzlar metodile kendisinden ik- tısaden çok daha kuvvetli devletlerin mev- /zilerini galibane bir surette bombardımana başladı. A, Kartal ( Arkası var ) CÖNÜL İSLERİ Genç Kızlar Erkekleri Nasıl Görüyorlar? Bir “genç kız yazıyor: * şnnıihiü erkeklerle kızlar WIRİI ben şu”farkr görüyorum: Erkekler ken- dilerini küçük Allahlar — farzediyorlar, Bütün kızları kendilerine düşkün sanı - yorlar. Kızlara ehemmiyet vermiyor, bi- Tini alıp birini bırakıyorlar. Çok söylü- yor, az söylüyorlar. Hodgâm, lâkayt ve mağrur oluyorlar. Eğer kendilerini bi - zim onları gördüğümüz aynada görmüş olsalardı, belki burunları kınlır, biraz kendilerine gelirler. Akgül , Yukarıdaki satırlar, genç kızların er- nılamaz, vadına kanılamaz. Veba gibi, kolera gibi, tifo gibi korkunç bir heyu- . Bu böyledir de neden kızlarımız ge « ne erkeklerin sözlerine kamp, onların ârkasına düşüyor, seviyor, nişanlanıyor, hattâ evleniyorlar? Çünkü kızdırlar. Çünkü nihayet bir erkekle tanışıp se - vişmeğe ve eğlenmeğe —mecburdurlar, © we her tanıştığı erkekte bu düşündükle- rinin zıddını bulacaklarına kanidirler. Maamafih genç kızların bu kanaati onları uyanık bulunmağa sevkeder. On- lar için hiç olmazsa bu kadar faydası «babamdan kalmış beş on kuruşum var. vardır. — , * «Yeni nişanlıyım. Nişanlım işinden çı- karıldı. Şimdi işsizdir. Son günlerde ken- disine biraz para vermekliğimi, bununla - yeni bir işe başlıyacağını ve bu takdirde derHal evleneceğimizi söylüyöor. Benim Onu da ona verirsem elimde bir şey kal- || mıyacak. Vermezsem belki kızdırıp kaçı- racağım ne yapayım ? » ğ : Hatice Nişanlı iken para vermenizi tavsiye et- mem, Nişanlılık kâfi derecede kuvvetli bir bağ sayılamaz. Paranızı alıp gidebilir. Evlendikten sonra, bu böyle düşünüle - mez. Evlilik ortaklık demektir. O vakit sizin paranız onun parası sayılır. Fakat eden bir erkeğe inanılamaz. * b «25 yaşındayım. 30 yaşında bir er - kek benimle evlenmek istiyor. Tahkik et- tik, sarhoşun biri imiş. Kazancı fena de- gil, fakat sarhoşluğu bizi ürküttü. Bir ta- || raftan da yaşımı aldım, fırsat kaçırmak istemiyorum. Acaba bu adam evlendik- ten sonra içkiden vaz geçmez mi? » Nebahat Çok muhtemeldir ki vaz geçsin. İnsa- ni bekâr hayatı da ayyaşlığa sevkeder. Yalnız içkiden içkiye fark vardır. Bu adam içkiyi bırakamıyacak kadar ileri gitmişse artık tehlikeli mıntakaya girmiş demektir. Böylelerinin rakıyı bırakması biraz güçtür. Binaenaleyh adamın. içici- liği hakkında daha derin tahkikat yapı - nız ve öyle karar veriniz, sayesinde ve büyük | W WİA MG —En kuvvetli şair, romancı ve Iııkayecımız kım l Orhan Seyfinin Cevabı #4& * “ Ellerinde tertemiz bir lisan var. Bununla yapacak- ları şey sadece bize küfretmek mi olmalıydı? çocuklar dillerinin dünkü tarihini bile bilmiyorlar Bu Şu en genç şairlerden bahsediyorlar. Ve İsmail Habip: — Yahu, diyor, ben hayret ediyorum! Edebiyatın en yakın tarihinden bile ha - berdar olmıyan bu çocuklar, mekteplerin- de nasıl sınıf geçebilmişler ? Faruk Nafiz gülerek cevap veriyor: — Onlar kendilerinden - evwel gelmiş «hoca», ve kendilerinden evvel kurulmuş «mektep» tanıyorlar mı ki. «sıfır» almak- tan korksunlar! Ve ilâve ediyor: — Bana kalırsa, bu biçareleri birbirle- rine düşürmek için yapılacak en mükem - mel oyun, içlerinden bir iki tanesini tut- maktır. Yusuf Ziya kaşlarını çatıyor: — Yahu, içlerinden hangi birinin tutu- lur tarafı var ki? * Benim içcri.ye girişim, paltomu çıkarır « ken dinlediğim bu hararetli konuşmanın devamına mâni oldu. Ve Akbaba mec - muasını bir edipler akademisine çeviren bütün o şairler, bütün o meşhür yazıcılar, tıpkı mimli bir Abdülhamit hafiyesi gör - müş gibi, dillerine dokuzar düğüm vurdu- lar. Sonra da, sigaya çekilmek korküsile birer birer firara başladılar. Ve iki dakika sonra; az evvel ilişecek bir yer bile bulama- dığım koca odada, iki yârı vefadardan ya- ni Orhan Seyfi ile Yusuf Ziyadan başka kimse kalmadı. Ben, başına ze!cccğî hissetmiş gibi âdeta kıvranan, ve sinirli sinirli bıyıklarını yolan Orhan Seyfinin yanındaki koltuğa yerleş - tim: — Bugün de sıra sende üstat? Meşrutiyetten sonra gelmiş şairlerimi - zin en kuvvetlisini öğrenmek istiyorum. Orhan Seyfi, bu sorguyu kündeden at- latmanın en pratik yolunu buldu: — Ben, bu sorguya Yusuf Ziyanın ver- diği cevapları oküudum. Ve çok güzel bul- dum. Hattâ, daha ileriye giderek, onun sözlerine ilâve edecek tek kelime bulama » dım da diyebilirim. — Ya bu son münakaşalara ne buyu - rursun ? O, birden yerinden doğruldu: — Ne münakaşası? Kimlerle müna « kaşa? Bahsetmek istediğin gnçler ne yap- miışlar? Edebiyatta bir yenilik mi ortaya koymuşlar? Yeni bir mektep mi kurmuş - lar? Bir gazete sahifesinde, bir mahalle mektebi şamatasından başka ne yapıyor « lar? Bu isyankâr eda, cevap alabilmek ü - midimi kırar gibi oldu: - — Onlara hiç bir diyeceğin yok mu? “Sinirli sinirli güldü: — Beni könuşturup ta onları Muratla- rına erdirmek mi istiyorsun? ' Kendilerinden bir türlü bahsettiremiyen - bini kendi liyakatsızlıklarında arıyacakla- rına, etraflarına saldıriyorlar. Şöhret bulabilmek için yegâne ümitleri, isimleri etrafında kendi kopardıklari bu kuru gürültüye kalmış. Ve ihtiras gözlerini o kadar karartmış ki bu yaygaracılık yü - zünden uğradıkladı kaybın buyulıluıunu bile kestiremiyorlar. Orhan Seyfi açılır gibi idi: — Ben, dedi, içlerinden birini tanırım ki, (* dilini hecelemiye gittiği bir milletin n büyük şairini; o memlekete ilk ayak |bastığı gün inkâr etmişti... Bu tiynette mahlükların, bir sanat cere- yanına bayraktar olabilmeleri mümkün müdür? Bence bunlar, kuvvetli cereyanlınn sa- hillere bıraktıkları Çörden Çopten başka 'hiç bir şey değildirler. Dikkat edersen görürsün ki hcpıı. en çok kimin tesiri altında kalmışsa onu in- kâr ediyor. Kendisini, © kuvvetli tesirden kurtaracak. yeni bir ruha, yeni bir 'duy - guya, yeni bir sese kavuşamayınca, çırpın- mıya, bağırmıya ve aczinin gayyasından yaygara ile kurtulmıya çabalıyor! Meselâ içlerinde en çok bağıran şu Behçet Kemali ele al, Ondan Faruk Nafizi (*) Londraya gitliği gün Şekispiri inkâr eden Behçet Kemal, bu zavallr çocuklar, silik kalışlarının sebe- | dir. Orhan Seyfi çıkarsak geriye ruhsuz çürük bir iskeletten başka ne kalır? Bir yazıcının «cep takvimi şairleri» de- diği bu çocukların risaleciklerini karıştır: İçlerinde şiire benziyen, nazma benziyen, kisse benziyen bir şey bulabilirsen, ya Fa- ruk Nafizden, ya Yusuf Ziyadan, ya Ha - lit Fahriden, yahut ta benden aşırılmıştır! | Bu muhakkak. Ben, Behçet Kemalin: «Burada bir kalp çarpıyor!» isimli kitabını gözden geçirdi- ğim zaman, her birimizi birer defa selâm- Tamıştım. Ve arkadaşlarıma: — Burada, demiştim, «Bir kalp» değil, «kalplerimiz» çarpıyor. Yalnız şu farkla ki, bizim yüreklerimiz, milli bir sanat endişesile, menfaatsiz bir sanat aşkile çarpiyordu. Halbuki onlar, in- san ruhunun bu asil mevhibelerini, yalnız kendi hesaplarına istismara çalışıyorlar. Yazılarında bazı «biz» olmadığımız yer- ler de var. İtiraf ederim. Fakat bunlar öyle deli saçmalarıdır ki, bahsedilmiye bile değmez. Sadece gülünür. Sonra Behçet Kemal ve arkadaşları, şa- hıslarla edebiyat tarihini birbirine karış - tırıyorlar. Bizleri, istedikleri kadar beğenmesin - ler. " İçimizde buna dikkat etmiye bile te - nezzül edecek kimse yoktur. Biz, şiiri, hiç bir menfaate alet olarak kullanmadık. Ondan hiç bir şey beklemi - yoruz. Bugün hayatımızı, kalemimizin e- meğile ve hiç kimseye minnettar olmadan, hiç kimsenin gölgesine sızınmadan kazan- miıya çalışıyoruz. Beğenmişler, beğenmemişler ne çıkar? Kendi zevkimizi tatmin edelim, kendi ken- dimize beğendirelim kâfi. Fakat eğer onlar, bizi beğenmiyecek ka- dar bizden başka, bizden yeni bir nesil olsalardı, ve bize yeni hisler, yeni heye - canlar getirselerdi, takdir etmekte tered - düt bile göstermezdik. Ve bu, bizim için en bBüyük hâz olur - Fakat acz içinde kıvranarak kopardık- ları yaygaralara bakınca, kendi kendimize: — Yazık, diyoruz. Bizden sonrakiler | böyle mi olmalıydı? Onlar. ki, büyük sanat eserleri verebil- mek için hazırlanmış pek çok malzemeye maliktirler. Onlar ki, bir devirden sonra geldiler. T "Lisandan yahancı unsurları çıkarmak için didişmeye ihtiyaçları yok. Ellerinde tertemiz bir lisan, ahenkli bir vezin var. Burunla yapacakları şey sadece bize lıuf- retmek mi olmalıydı? | Sonra -tarihle — eşhası — karıştırdıklarını söylemiştim. Bu çocuklar henüz kendi dil- lerinin dünkü tarihini bile bilmiyorlar: Biz türkçenin bir dönüm yerinde gel - dik. Bizim zamanımızda milli zevki, milli .vezni, millt dili edebiyata sokmak çok güç- tü. Biz, dilimizi, fecri atinin kötü dilinden, zevkimizi fecri atinin sahte zevkinden tas- fiye etmiye mecburduk. Üstatlarımız bu endişelerimizle alay e- ,diyorlardı. . * İçlerinde bizi tezyife kalkışanlar bile var- dı. Hepimiz, © zamanın istihfafla baktığı milliyetçileriydik. Vâkıâ bütün insanlar ce- saretimizi kırmıyor değildi. Çünkü önümüz- de hiç bir ışık, karşımızda hiç bir örnek yoktu. Fakat bütün bunlara rağmen, milliyet ülküsünün edebiyatta bir tecellisi olan he« ce veznini şiire sokmıya çalıştık. Sorarım sana? Behçet Kemal ve arka- daşları niçin fecri âti lisanile, fecri âti zev- kile yazmıyorlar, ve düşünmüyorlar? Acaba bunu hiç düşünmediler mi? Ve acaba dillerinin ve zevklerinin atlattığı buı merhalenin kerametini kendi dehalarından mi biliyorlar? İsyanı perde perde artan Orhan Seyfi; yorulmuş gibi sustu ve: — Bence, dedi, bu derecesi sadece nan- körlük değil, şimarıklık değil, en hafif ta« birile idraksizliktir! Güldüm: — Onlar, Ankara atmosferinden, inkı- lâpçılıktan bahsediyorlar, Bunlara ne bu « yurursun ? — İnkılâpçılık ve Ankara mı? Bununla; arasıra bazılarının yağılarında rastladığı « mız: «Ah inkılâp, ah Ankaral» nakaratını mı kastediyorsun ? Farzı muhal olarak, bunları gösteriş için yapmasalar bile, bir fikir şiire bu kadar ya- van bir şekilde mi sokulur? Bir fikrin şiire girebilmesi için, yüksek bir ruh ateşile erimesi, his ve heyecan ha « line gelmesi lâzım değil midir? ! Onların yaptıkları bu tekerlemecilik - leri, ayak simsarları bile beceriyorlar. Dükkânlarının kapısına her devrin zihs niyetine uygun tabelâlar asan kürnaz tacir« lerin haddi hesabı yok. Onların o kelime « leri istismar edişlerile bu tacirlerin ne far kı var? İnkılâp hareketlerini müdafaa ettiklerik ni söylerlerse gülerim. Çünkü onlar, o de- virlerde, bu işleri kavriyamıyacak kadal çocuktular. Hem bu Didaktik mevzular yalnız şiin’ le mi yazılır? Mizah, bu vazifeyi daima daha iyi gör« Mmüştür. Akbaba kolleksiyonlarını karıştı- rırlarsa bu hakikati teslimde tereddüt ede. miyeceklerdir. sanırım. Kısa bir süküta dalan Orhan Seyfi, müs tehzi ve-manidar bir gülüşle ilâve etti: — Fikirleri bir tarafa bırakıp ta şehir « leri methetmiye gelince, bunun büyük bh kıymeti yoktur. Divan edebiyatı bu türlü methiyelerle doludur Ve ne hazindir ki onlar bu büsit ve har- cıâlem marifeti, eski kasideciler kadır bıh beceremedılerl Romada -“Imzalanan Protokol Hodza, ayrı ayrı noktai- nazarlar bulunduğunu - söylüyor. Prag, 5 (A.A.) — Hodza; Gazete- cilere verdiği beyanatta — son haftalar zarfındaki hâdiselerin, Roma Praoto- kolları mumzisi- olan devletlerin, ayri noktai nazarlara sahip bulunmaları mümkün olduğunu gösterdiğini, fakat bu noktai nazarların, orta Avrupn e- konomik iş birliği prensibiyle zıd ol- madığını söylemiştir. Roma hükümeti- nin iki taraflı muahedeler hakkındaki durumu, bu elbirliğinin Tuna havzasın- daki bütün memleketler arasında tarx zimi için bir güçlük teşkil etmemekta Naci S.ııunııı kd"? N y