Uzak Şark hâdiselerinin içyüzü “ Japonya, İngiltere ile harbetmeğe mecburdur!,, Uzak Şarkta çıkacak bir harbin yalnız oraya inhisar etmeyeceği, yeni bir cihan lurll::xırın başlangıcı aşil 5 SON- POSTA z “*Nisan 6 — En kuvvetli şair, Tomancı ve hikâyecimiz kim — Orhan Seyfinin Cevabı <- & * * “ Ellerinde tertemiz bir lisan var. Bununla yapacak- ları şey sadece bize küfretmek mi olmalıydı? Bu Japon İmparatoru ord uyu teftiş -ij İngilterenin bu sihanatı i, Amerikada İngiherenin bu oyununa Amerika - Japon rekabetini istiamara bir son vermek temayülünü — şiddetlendirdi.. — Ruzveltin #yeni taktika i-bunun neticesinde doğdu: Amerikanın Çindeki menfaatleri, — İngiliz menfaatlerine nazaran ehemmiyetsiz — bir mevkide olduklarından, bundan böyle A- merika, Çin - Japon işinde münleriden ha- reket etmiyecekti. Taktik mülâhazalardan doğan bu gibi manevralar, tabüdir ki ta- ve rzihi Amerika siyasetini değiştirmiş olmu - yordu. Bu huteket olsa olaa bizzat Ame - rikayı felce uğratıyor ve dolayısile Japon- yanın ekmeğine yağ sürüyordu. Amerika- hların gümüş sergüzeşti, bu — istikamette biraz daha müessir olmuş, Çindeki eko » nemik buhranın hâd bir hal almasını do- Gurmuş dolayısile bizzat Amerikanın — bu ülkedeki siyasi nüfuzunu büsbütün kırmış- tı. Tabit bu hareket te diğerleri gibi Ja - ponların Çindeki istilâlarını adeta teşvik etmiş oluyordu. Japonların Çindeki bu istilâ hareket - leri, gün geçtikçe diğer devletler için de tehlikeli bir mahiyet almağa başladı. Hâ- diselerin inkişafı gerek Londranın, gerek- se Vaşingtonun Japon tehlikesini azımsa - malarındaki hatanın büyüklüğünü bütün gıklığile ortaya ati. Yani bir kelime ile, gerek İngilltere, gerekse Amerika yanıl - mışlardı. Meseleleri açık olarak koymak icap edar- se, diyebiliriz kir Genç Kızlar Erkekleri Nasıl Görüyorlar? Bir genç kız yazıyor: * *Bugünkü erkeklerle kızlar arasında ben ga farkı görüyorum: Erkekler ken- e * dilerini küçük Allahlar — farzediyorlar, Bütün kızları kendilerine düşkün sahı - yorlar. Kızlara ehemmiyet vermiyor, bi 'Yini abp birini bırakıyorlar. Çok söylü- yor, az söylüyorlar. Hodgâm, lâkayt ve Mmağrur oluyorlar. Eğer kendilerini bi - zim onlan gördüğümüz aynada görmüş olsalardı, belki burunları kımlır, biraz kendilerine gelirler. Akgül , Yukarıdaki satırlar, genç kızların er- kekleri görüş tarzlarını anlatıyor. On- ların gözünde erkek kötü bir mahlük - tur. Kendisine güvenilemez, sözüne ina> nılamaz, vadına kanılamaz. Veba gibi, :hlıii.liloıi“lıl-çhblıyı- Bu böyledir de neden kızlarımız ge « ne erkeklerin sözlerine kamıp, onların Aarkasına düşüyor, seviyor, nişanlanıyor, hattâ evleniyorlar? Çünkü — kudırlar. Çünkü nihayet bir erkekle tanışıp se - — vişmeğe ve eğlenmeğe — mecburdurlar, — we her tanıştığı erkekte bu düşündükle- rinin zıddını bulacaklarına kanidirler. Maamafih genç kızların bu kanaati enları uyanık bulunmağa sevheder. On- lar için hiç olmazsa bu kadar faydası a e aa TPT SO Zi DA olacağı gün gibi KS ederken Japonya ve Sovyetler 1) Çindeki Japon işgalinin kua bir za- man zarfında Anti-Sovyetik bir mahiyet alacağı hakkındaki tahminler boşa çık - mıştı. Bundan maada Sovyetlerin gerek askeri, gerek ekonomik kuvvet ve kudret- leri bütün tahminlerden üstün olarak fev- kalâde büyümüş, Alman faşizmi gibi yeni bir takım âmiller siyaset sahnesinegirmişti- ler.. Aytık Uzak Şarkıta Japonya ile Sov- yetler arasında çıkacak bir harbin yalnız oraya inbisar etmiyeceği, gittikçe karışan ve girift bir hal alan beynelmilel vaziyet dolayısile yeni bir cihan harbinin başlan- gıcı olacağı gün gibi âşikâr bir mesele ha- Tahminler doğru çıkmadı 2) Japonların ekonomik ve finansal kudretsizliği hakkındaki tahminler de doğ- pu çıkmadı. Böyle bir kudretsizlik vaki ol saydı Japonların Uzak Şarktaki diğer dev- letler için bir tehlike teşkil etmesine mani olurdu. Fakat bu tahakkuk — etmeyince, Japonların diğerleri için tehlikeli olmağa başladığını da kabul etmek lüzımdır. Ni- tekim böyle oldu. Japonya kendi «askeri kuvvetinin inhisarın — sayesinde ve büyük bir muvaffakiyetle «mali sermaye inhisa- rını kâh itmam, kâh tebdil» ederek, siyasi atkeri taarruzlar metodile kendisinden ik- vardır. * «Yeni nişanlıyım. Nişanlım işinden çı- karıldı. Şimdi işsizdir. Son günlerde ken- disine biraz para vetmekliğimi, bunünla yeni bir işe başlıyacağını ve bu takdirde derkal evleneceğimizi söylüyor. Benim babamdan kalmış beş on kuruşum var. Onu da ona verirsem elimde bir şey kal- mıyacak. Vermezsem belki kızdırıp kaçı- racağım ne yapayım? » Hatice Nişanlı iken para vermenizi tavsiye et- mem. Nişanlılk kâfi derecede kuvvetli bir bağ sayılamaz. Paranızı alıp gidebilir. Evlendikten sonra, bu böyle düşünüle - mez. Evlilik ortaklık demektir. O vakit sizin paranız onun parası sayılır. Fakat nişanlılıkta sizden para istemeğe cesaret eden bir erkeğe inanılamar. * , «25 yaşındayım. 30 yaşında bir er kek benimle evlenmek istiyor. Tahkik et. tik, sarhoşun biri imiş. Kazancı fena de- ğil, fakat sarhoşluğu bizi ürküttü. Bir ta- yaftan da yaşımı aldım, fırsat kaçırmak istemiyorum, Acaba bu adam evlendik- ten sonra içkiden vaz geçmez mi? » Nebahat Çok muhtemeldir ki vaz geçsin, İnsa- ni bekâr hayatı da ayyaşlığa sevkeder. Yalnız içkiden içkiye fark vardır. Bu adam içkiyi bırakamıyacak kadar ileri gitmişse artık tehlikeli mıntakaya girmiş demektir. Böylelerinin rakıyı bırakması biraz güçtür. Binaenaleyh adamın içiri- liği hakkında daha derin tahkikat yapı - nız ve öyle karar veriniz, NYL Z ç Şu en genç şairlerden bahsediyorlar, Ve | İsmail Habip: | — Yahu, diyor, ben hayret ediyorum! | Edebiyatın en yakın tarihinden bile ha - berdar olmıyan bu çocuklar, mekteplerin- de nasıl sınıf geçebilmişler? Faruk Nafiz gülerek cevap veriyor: — Onlar kendilerinden — evwel gelmiş «mektap» tanıyorlar mı ki «sıfıro almak- tan korksunlar! Ve ilâve ediyor: — Bana kalırsa, bu biçareleri birbirle- rine düşürmek için yapılacak en mükem - mel oyuün, içlerinden bir iki tanesini tut- maktır. Yusuf Ziya kaşlarını çatıyor: — Yahu, içlerinden hangi birinin tatu- har tarafı var ki? 3 * Benim içeriye girişim, paltomu çıkarır » ken dinlediğim bu hararetli konuşmanın devamına mâni oldu. Ve Akbaba mec - muasını bit edipler akademisine çeviren bütün ©o şairler, bütün o meşhur yazıcılar, tıpkı mimli bir Abdülhamit haliyesi gör » |müş gibi, dillerine dokuzar düğüm vurdu- lar, Sonta da, sigaya çekilmek korkusile birer birer firara başladılar. Ve iki dakika sonra; az evvel ilişecek bir yer bile bulama. dığım koca odada, iki yân vefadardan ni Orhan Seyli ile Yusuf Ziyadan buşka |kimse kalmadı. Ben, başına geleceği hissetmiş gibi âdeta kıvranan, ve sinirli sinirli bıyıklarını yolan Orhan Seyfinin yanındaki koltuğa yerleş « tim: — Bugün de sıra sende üstat? Meşrutiyetten sonra gelmiş şairlerimi - Orhan Seyli, bu sorguyu kündeden at- latmanın en pratik yolunu buldu: — Ben, bu sorguya Yusuf Ziyanın ver- diği cevapları okudum. Ve çok güzel bul- dum. Hattâ, daha ileriye giderek, — onun sözlerine ilâve edecek tek kelime bulama - dım da diyebilirim. — Ya bu son münakaşalara ne buyu - rTursun? O, birden yerinden dağruldu: — Ne münakaşası? Kimlerle müna « kaşa? Bahsetmek istediğin gnçler ne yap- mışlar? Edebiyatta bir yenilik mi ortaya koymuşlar? Yeni bir mektep mi kurmuş - lar? Bir gazete sahifesinde, bir mahalle mektebi şamatasından başka ne yapıyor « Yar? Bu isyankâr eda, cevap alabilmek ü - midimi kırar gibi oldu: — Onlura hiç bir diyeceğin yok mu? dedim. Sinirli sinirli güldü: — Beni könuşturup ta onları Nmufatla- rına erdirmek mi istiyorsun? Kendilerinden bir türlü bahsettiremiyen bu zavallr çocuklar, silik kalışlarının sebe- bini kendi liyakatsızlıklarında arıyacakla- rına, etraflarına saldırıyorlar. Şöhret bulabilmek için yegâne ümitleri, isimleri etrafında kendi kopardıklar? bu kuru gürültüye kalmış. Ve ihtiras gözlerini © kadar karartmış ki bu yaygaracılık yü - zünden uğradıklatı kaybın büyüklüğünü bile kestiremiyorlar. Orhan Seyfi açılır gibi idi: — Ben, dedi, içlerinden birini fanırım ki, (* dilini hecelemiye gittiği bir milletin en büyük şairiniş o memlekete ilk ayak bastığı gün inkâr etmişti... Bu tiynette mahlükların, bir sanat cere- yanina bayraktar — olabilmeleri mümkün müdür) t Bence bunlar, kuvvetli cereyanların sa- hillere bıraktıkları Çörden Çöpten başka hiç bir şey değildirler. Dikkat edersen görürsün kİ hepsi, en çok kimin tesiri altında kalmışsa onu in- kâr ediyor. Kendisini, © kuvvetli tesirden kurtaracak. yeni bir ruha, yeni bir duy - guya, yeni bir sete kavuşamayınea, çırpın- miya, bağırmıya ve aczinin — gayyasından yaygara ile kurtulmıya çabahyor! Meselâ — içlerinde en çok bağıran şu Behçet Kemali ele al. Ondan Faruk Nafizi xhocas, ve kendilerinden evvel kurulmuş |- NÇ çocuklar dillerinin dünkü tarihini bile bilmiyorlar L A Orban Seyfi çıkarsak geriye ruhsuz çürük bir iskeletten başka ne kalır? Bir yazıcının «cep takvimi şairlerin de- diği bu çocukların risaleciklerini karıştır: İçlerinde güre benziyen, nazına benziyen, hisse benziyen bir şey bulabilirsen, ya Fa- ruk Nafizden, ya Yusuf Ziyadan, ya Ha - lit Fahriden, yahut ta benden aşırılmıştır! Bu muhakkak. Ben, Behçet Kemalin: «Burada bir kalp çarpıyor!l» isimli kitabını gözden geçirdi- ğim zaman, her birimizi birer defa selâm- Tamıştım. Ve arkadaşlarıma: — Burada, demiştim, «Bir kalp» değil, akalplerimize çarpıyor." Yalnız şu farkla ki, bizim yüreklerimiz, milli bir sanat endişesile, menfaatsiz bir sanat aşkile çarpıyordu. Halbuki onlar, in- san ruhunun bu asil mevhibelerini, yalmz kendi hesaplarına istismara çalışıyorlar. Yazılarında bazı abizv olmadığımız yer- ler de var, İtiraf ederim. Fakat bunlar öyle eli saçmalarıdır ki, bahsedilmiye — bile değmez. Sadece gülünür. Sonra Behçet Kemal ve arkadaşları, ça- hıslarla edebiyat tarihini Lirbirine karış - trıyorlar, Bizleri, istedikleri kadar beğenmesin - ler. « İçimizde buna dikkat etmiye bile te - nezzül edecek kimse yoktur. Biz, şüri, hiç bir menfaate alet olarak kullanmadık. Ondan hiç bir şey beklemi - yoruz. Bügün hayatımızı, kalemimizin e- meğile ve hiç kimseye minnettar olmadan, hiç kimsenin gölgesine sığınmadan kazan- miya çalışıyonuz. Bekenmişler, beğenmemişler ne çıkar? Kendi zevkimizi tatmin edelim, kendi ken- dimize beğendirelim kâfi. Fakat eğer onlar, bizi beğenmiyecek ka- dar bizden başka, bizden yeni bir nesil olsalardı, ve bize yeni hisler, yeni heye « canlar getirselerdi. takdir etmekte tered -| düt bile göstermezdik. We bu, bizim için en büyük hüz olur - du. Fakat acz içinde kıvranarak kopardık: ları yaygaralara bakınca, kendi kendimize: — Yazık, diyoruz. Bizden — sonrakiler böyle mi olmalıydı? Onlar ki, büyük sanat eserleri verebil- mek için hazırlanmış pek çok malzemeye maliktirler. Onlar ki, bir devirden sonra gediler. *Lisasidan yabancı Unsurları — çıkarmak için didişmeye ihtiyaçları yok. Ellerinde tertemiz bir lisan, ahenkli bir vezin var. Bununla yapacakları şey sadece bize külf- tetmek mi olmalıydı? Sonra tarihle — eşhası — karıştırdıklarını söylemiştim. Bu çocuklar henüz kendi dil- lerinin dünkü tarihini bile bilmiyorlar: Biz türkçenin bir dönüm yerinde gel - dik. Bizim zamanımızda milli zevki. milli .vezni, milli dili edebiyata sokmak çok güç- tü. Biz, dilimizi, fecri atinin kötü dilinden, zevkimizi fecri atinin sahte zevkinden tas- fiye etmiye mecburduk. Üstatlarımız bu endişelerimizle alay e- diyorlardı. İçlerinde bizi tezyife kalkışanlar bile var- di. Hepimiz, o zamanın istihfafla baktığı (*) Londraya gitliği gün Şekispiri inkâr | milliyetçileriydik. Vâkıâ bütün insanlar ce- eden Behçet Kemal, İ #aretimizi kırınıyor değildi. Çünkü önümüz. de hiç bir ışık, kargımızda hiç bir örnek yoktu. Fakat bütün bunlara rağmen, milliyet ülküsünün edebiyatta bir tecellisi olan he« €e veznini şiire sokmıya çalıştık. Sorarım sana? Behçet Kemal ve arka- daşları niçin fecri üti lisanile, fecri âtü zev- kile yazmıyorlar, ve düşünmüyorlar? " — Acaba bunu hiç düşünmediler mi> Ve acaba dillerinin ve zevklerinin atlattığı bu merhalenin kerametini kendi dehalarından mi biliyorlar? İsyanı perde perde artan Orhan Seyfi; yorulmuş gibi sustu ve: | — Bence, dedi, bu derecesi sadece nan- körlük değil, gimarıklık değil, en hafif ta- birile idraksizliktir! Güldüm: — Onlar, Ankara atmosferinden, inkı- lâpçılıktan bahsediyorlar, Bunlara ne bu « yurursun? — İnkilâpçılık ve Ankara mı? Bununla; arasıra bazılarının yağılarında rastladığı -« miz: «Ah inkılâp, ah Ankaratv nakaratını m, kastediyorsun? Farzı muhal olarak, bunları gösteriş için yapmasalar bile, bir fikir şüre bu kadar ya« van bir şekilde mi sokulur? Bir fikrin şiire girebilmesi için, yüksek bir ruh ateşile erimesi, his ve heyecan ha « Hne gelmesi lâzım değil midir? Onların yaptıkları bu tekerlemecilik - Teri, ayak simsarları bile beceriyorlar. Dükkânlarının kapısına her devrin zihe niyetine uygun tabelâlar asan kürnaz tacir- ' lerin baddi hesabı yok. Onların o kelime « — leri istismar edişlerile bu tacirlerin ne far — kı var? İnkılâp hareketlerini müdafaa ettiklerk ni söylerlerse gülerim. Çünkü onlar, o de- virlerde, bu işleri kavıyamıyacak kadat çocuktular. Hem bu Didaktik mevzular yalnız şün le mi yazılır? Mizah, bu vazifeyi daima daha iyi gör« Mmüştür. Akbaba kolleksiyonlarını karıştı. yırlarsa bu bakikati teslimde tereddüt ede- miyeceklerdir. sanirım. : Kısa bir süküta dalan Orhan Seyfi, müs, tehzi ve-manidar bir gülüşle ilâye etti: — Fikirleri bir tarafa bırakıp ta şehir « leri methetmiye gelince, bunun büyük bh kıymeti yoktur. Divan edebiyatı bu türlü methiyelerle doludur. j Ve ne hazindir ki onlar bu büsit ve har- ciâlem marifeti, eski kasideciler kadar bile beceremediler! Fiş A -_Eıîııada Imzalanan Protokol Hodza, ayrı ayrı noktai- nazarlar bulunduğunu söylüyor kolları mumzisi olan devletlerin, ayri noktai nazarlara sahip bulunmaları bu noktai nazarların, orta Avrupa e- konomik iş birliği prensibiyle zıd ol- madığını söylemiştir. Roma hükümeti- nin iki taraflı muahedeler hakkındaki durumu, bu elbirliğinin Tuna havzasın. daki bütün memleketler arasında tarx bir güçlük teşkil et bt idir.