Muharriri: A. R. -Hilâl -ve- Zambak Büyük Tarihi Roman No.: 46 Macar Asılzadesi .. 26 -9 - 934 ——— Şövalyenin Tahayyülâtı Bir Müddet Uzayacaktı.. İçeri, Saçları Dökülmüş Bir Baş Uzandı.. / Kızın elinde, bir bakır tepsi | ayağa kalktı. Elini konta uzattı: wardı. Bu tepsiyi,Şövalyenin yattığı yatağın kenarına bıraktı. Bırakırken, Şövalyenin uyanmış olduğunun far- kına vardı. Sırma gibi perçemlerinin altında — mine gibi parlıyan mavi gözleri, yüzünde bârelenen tatlı bir pem- belikle koyulaştı. Çömeldiği yer- den doğrularak Şövalyenin yüzüne baktı. İnce bir tebessümle yanak- ları çukurlaştı. Bürümcük gömleğinin bol yen- — leri içinde daha olgun görünen kollarını — gererek — yumruklarını sıktı kaşlarını çattı. Vücudunu bütün kuvvetile saratı: — Nasılsın.. bugün sıhhat ve kuvvetin biraz daha iyi mi?... Demek istiyen bir mana İle başını hafifçe salladı. Şövalye, sol dirseğinin üstün- |— de doğruldu. Sağ elinin parmak- — larını yumdu. Yumruğunu, kudret — Hade eden bir tavurla gösterdik- ten sonra: — Teşekkür ederim, Zehra.. — gok İyiyim.. Diye mukabelede bulundu. Zehra, bilmediği bir lisanla söylenen bu sözleri anlamamıştı. Fakat — gövalyenin işaretindeki kuvvetle, dudaklarındaki — te- bessümden — memnun kaldı. Yüzündeki pembelik arttı. Ya- nakları, biraz daha çukurlaştı. Geldiği gibi sessizce dışarı çıka- rak kapıyı kapadı. O zaman Şövalyenin gözleri, odanın bir köşesine daldı. Kal- binde ve dimağında bir mücadele başladı. Sanki beyninin içindeki — gülmetler * arasından, siyah iki elmas parladı. Solgun dudakları kıpırdadı: — Siyah elmasla, mavl mine.. — Bunun birinde, zulüm ve meşak- kat.. Diğerinde de muhabbet ve şefkat var. Diye mırıldandı. Şövalyenin hayalinde canlanan bu mücadele, belki daha uzaya- caktı. Fakat kapı birdenbire açıldı. İçeri Antuvanın saçları — dökülmüş kafasmı uzandı. Günler- denberi sükünet içinde bulunan odanin içinde, biribirini takip eden şu sözler dalgalandı: — Bonjur aziz şövalyeml.. Sizi böyle tamamen sıhhatte gördü- güm şu dakikada, dünyanın bütün azizlerine hediye edilecek bir dua bilemediğime nekadar müteessifim Oh, oh, oh... Sayenizde, şöylece çirip çıktığım — saray hayatının bahşettiği beş on dakikalık şere- lim üÜzerine yemin ederim ki, şu anda hayatımın en mesut anlarıni yaşıyorum... Zatı asilanenize lâzım — olduğu için arzediyorum ki kulu- nuz da tamamen sıhhat ve afi- yetteyim. Emir buyurduğunuz va- “Gifeyi büyük bir dirayetle ifa et- üm. Müsaade buyurursanız, be- yaber gelen zatı tadim edeyim.., Buyurunuz, mösyö Jan Franj Pati, İşte sizi, muhterem efendime tak- dim ediyorum. : İçeri gicen, Franj Pati, şö- yalyenin önünde büyük bir zara- felle eyildi: ğ — Macar asılzadelerinden, Jan. — Kont Franj Pati.. Dedi. Şövalye de, ayırmadığı — kılıcına yanından dayanarak —Hakiki hüviyetime vâkıf olup olmadığınızı bilmiyorum, Esasen bunun size bir faydası “olacağını da zannetmiyorum. Onun için Kıra- liçe Hazretlerile verdiğimiz karar mucibince, ben de size kendimi Kont dö Pari namile takdim ediyorum. Fakat siz, sadece Şö- valye de diye bilirsiniz. Diye mukabeleye davrandı. — Kıraliçe Hazreretlerinin en küçük arzuları, benim için en mukaddes bir irade hükmündedir. Hakiki hüviyetinize dair en küçük bir merak bile hissetmediğime tamamen emin olabilirsiniz, Asaletmap. Müsaade buyurursanız, haşmetpenahın size gönderdikleri mektubu takdim edeyim. Bu gözleri söyleyen kont, kadife yeleğinin iç cebinden çı- kardığı ince meşin keseyi, hür- metle — Şövalyeye — teslim etti. Mektup şu satırlardan ibaretti: “Aziz Şövalyel... “Necip milletinize hğs olan bir mertlikle deruhte ettiğiniz vazife uğurunda düçar olduğunuz felâket beni matemlere garketti. — Haln ellerle size atılan kurşunu ıztıra- bını şu ânda ben çekiyorum. Ve dökülen kanlarınızı, — evlâdımın kanı gibi tolâkki ederek en acı teessüfler bissediyorum. Sizl bu felâketten sağ kurtaran Cenabı- hakka ve onun bütün azizlerine bir vazifelşükran olmak üzere üç gün oruç tutmıya karar verdim... Fakat size olan minnet borcumu, bilmiyorum ki ne suretle ödeye- bileceğim. Size şu satırları yazan kadın, sadece esir evlâdını sizin ve milletinizin sayesinde kurtarmak isteyen bir ana değil; Fransanın ve Fransız milletinin mukaddera- tını omuzlarına yüklenen betbâht bir bükümdardır. Buna binaen bu mektubu yalnız bir ananın nişanci şükranı olarak — değil; bütün Fransanın ve bütün Fransız milletinin bir hatıral minnet ve mahmedeti olmak üzere kabul ediniz. Cenabı hakkın munvenet ve müzahereti, daima sizin ve bizim üzerimizde olsun. Fransa naibai hükügeti kraliçe Luiz dö Savuva Mektup, Şövalyenin üzerinde derin bir tesir husule getirdi. Onun mert, faziletkâr, ateşli ru- huna büyük bir heyecan verdi. Kontun yüzüne bakarak: — Kaıraliçe Hazretleri, hak- kımda pek çok lütufta bulunmuş- lar. Fakat henüz bir şey yapama- dık ki.. Madem ki hizmetimiz bu kadar ehemmiyetle takdir edili- yor. Biz de artık yapılması lâ- zimgelen şeylerden geri durma- malıyız. Bir an evvel vazifemizi ikmale koşmalıyız. Dedi. * Şövalyenin — bulunduğu yer, hududa yakın bir Boşmak köyü idi. Türk akıncıları yaralı Şöval- yeyl bu köye nakletmişler ve bi- yük bir dikkatle tedavi eylemişler- di. İlk zamanlar kendisini bir Fran- sız tüccar olarak tanıtan şövalye, akıncılardan gördüğü bu şefkat ve İnsaniyet Üzerine bu yalanda devam etmeye lüzum görmemiş. ( Arkası var) K fam /Adamını — l EBulmuş ! — Affedersiniz, şu kıravatımı Bağlar mısınız?. UA ASA KA KBA URE benE KEKRE KA ERe GA KA De e cese KA SaSerESaSaLeKeeE Düngya İktisat Haberleri Yunanistanın Harici Ticareti Yunan istatistik dalresi bu A 1 memleketin 1934 senesi yedi aylık ira azalmış| harici ticaret vazi- yetini tesbit etmiştir. Bu rakam- lara göre Yunanistamın yedi ay zarfındaki ihracatı 2,160 milyon drahmi, ithalâtı ise 4.759 milyon drahmidir. ( Bir drahmi takriben elli paradır) Ithalât geçen seneki yedi ayın hneticeleri ile hemen hemen aynı seviyede olduğu hal- de ihracat S00 milyon drahmi kadar (altı milyon Türk lirası ) azalmıştır. , Bu umumi vaziyet arasında memleketimizle olan ticari mü- nasebat şöyledir. Geçen senenin yedi ayında Yunanistana Türki- yeden 127 milyon drahmilik itha- lât yapıldığı halde bu sene 121 milyon drahmi ( bir milyon Türk lirası) kıymetinde mal sokulmuş- tür. Yani ihracatımız bir sene evveline kıyasla 6 miyon drahmi azalmıştır. Buna mukabil bizim- Yunanis- tandan olan ithalâtımız hemen dört misline çıkmıştır. 1933 ge- nesi yedi ayında Yunanistandan Türkiyeye 7 milyon drahmllik Ahracat yapılmasına rağmen bu miktar 1934 senesinde 28.316,000 drahmiye çıkarılmıştır. Bu istatistikler Türk - Yunan ticaret anlaşmasının komşumuz lehinde neticeler verdiğini gös- termektedir. * Bulgarların ve Yunanlıların taze Üzüm ihra- ASA catına — verdikleri ihracatt | ehemmiyet hak- kında birkaç yazı yazdık. Maale- sef bu mevsim de ihracatta bu- hmamadık. -Almanyadaki Türk Ticaret Odası Almanyaya taze meyva ithalâtı hakkında verdiği gu izahat dikkatle okunmıya “Almanyada Türkiye mahsulü yaş üzümlere ve umumiyetle yaş meyvalara pek ziyade alâka yös- terildiği halde maalesef yumurta- da olduğu gibi bu emtin Üüzerin- den dahi işler yapılâmamakta ve birçok fırsatlar kaçırılmaktadır. Almanyaya Balkan memleket- lerinden her gün birçok vagonlar dolusu meyvalar taşınmakta ve hemen de satılmaktadır. Meselâ taze üzüm mevsimi başlamış olup hararetle devam etmektedir. Şim- dilik Yugoslavya, Bülgaristan, Yu- nanistan ve hattâ Macaristandan fazla miktarda emtia gelmekt edir.., | Jak Barbut Beyin Dönüşü Bazı tetkikat için Avrupaya giden Umumi hapishane Opera: törü ve Balat Musevi hastahanesi müdürü doktor Jak Barbut Bey dün Semplon ekspresile şehrimize dönmüştür. — “EBİZKRÂYE Bu Sütunda Hergün Yazan: Firdevs İsmail NECİP SİZİ SEVİYOR Geevrten eeR ee emereReLERA DA KA beLA L BAseAserADAN. Gazetenin en eyl — havadisi: “ölli lira maaşla bir daktilo ara- ' yor,, Sabahat elinde gazete bir niye düşündü: O, makine ile yezı yazmak - bildiği — gibi fazla olarak biraz — ingilizcesi, güzel fransızcası da — vardı. Mulhasebe işlerini öğrenmesi — lâzımgelirse akşamları işten çıklıktan — sonra husust dera alırdı. Kalktı, gitti. Gazeteyi çantasına koydu, evden çıktı. Günde sekiz saat ça'ışmak kolay değildi. Daktilo — arayan adamı düşündü. Her halde kırk yaşında kadar buruşuk yüzlü bir adam olmalı idi. Zaten güzelliği Sabahatı alâkadar etmezdi. Yak- nız o, hergün beraber çalışacağı adamın ciddi olmasını isterdi. Genç kız gazetedeki — adresle aradığı yeri buldu. İlânı kapıcıya gösterdi. — Evet, anladım. Siz daktilo arıyan Necip Beyi — arıyorsunuz. Ikinci katta, sağda ilk kapı. Fakat ne tuhaf yer bu, ne b- çim yazıhane? Kapısında tabelâ bile yoktu. Na olursa olsun, bir defa gelmişken geri dönmek is- temiyerek kapıyı vurdu. Ses yok. Biraz bekledi yine vurdu. Derin- den bir ses “giriniz,, diyordu. Fakat kapı kapalı idi. “Haydi Cemile gelsene,, Cemile de kimdi? Sabahat kapıyı itti, kendini ka- ranlık bir yerde buldu. O ses, derinden gelen ses tekrarladı : *“Sana ne oldu Cemile yolu mu şaşırdın?,, Ve bir perde çekilme- sile oda aydınlanınca gecelik kı- yafetli bir adam meydana çıktı. — Necip Bey? — Benim, anladım. Gazete- deki ilân üzerine gelmiş olacak- sınız. Fakat dağrusunu isterseniz pek münasebetsiz bir zaman İn- tihap etmişsiniz. Sabahat utancından kıpkırmızı oldu , — Fakat efendim ilânda m- ayyen bir saat olmadığı için... D yebildi. — O, küçük hanım!.. Ben meş » hur doktorlar gibi ziyaretçileri ancak onbirle bir arasında kabul ederim. Sabahleyin erkenden kalk- mak adeti olamıyan tenbel bir adamım. Ve bu tenbelliği bun- dan sonra cezalandırmağı size bırakıyorum. Çünkü bundan ben de memnun değilim. Necip Bay bir cıgara yaktıktan sopra genç kızı tepeden tırnağa kadar süzdü. Pirl pıril - parlıyan tırnaklarına bakarak: — Demek yazı makinesile 50 lira mukabilinde ellerinizi harap etmiye karar verdiniz. — Evet efendim. İlânı oku- dum. Fakat ben burasını bir. ti- carethane zannetmiştim. Çünkü ben muhasebe derüleri almaktayım. Yalan sövlüyordu. O ikl rak- kamı yan yana koymağı bile be- ceremerdi. Böyle gecelik kıyafe- tile müstakbel daktilosunu karşı- hyan bir adamın yanından kaç- mak için ne kadar yalan söylese yeri idi. — Na dediniz, muhasebe mi? Çok âlâ benim de İstediğim bu ya. Siz hesaplarımla meşgul olur- sunuz.' Çünkü ben — romandan başka bir şey yazmam. Bir de bonolara İmza atarım... Size on lira zam yaparım... Bir dakika beni beklemek lütfunda — bulunur musunuz? Gideyim — giyineyim. Biraz sonra size çalışacağımız yeri göstereceğim, stenografi de bilir misiniz? — Az bir şey. — Çok âlâ. Sabahat yalnız kalınca odayı tetkik etli. Burası gayri munta- zam fakat zengin bir bekâr da- İresi idi. Herşeyden fazla yığın yığın kitaplar göze çarpıyordu. Birini aldı. Demek Necip Bey bu kitapları kendi yazmıştı. «Anla- şılmaz - kadın» dan birkaç satır okudu. Hava çok sıcak olduğu için şapkasını çıkarmıya mocbur oldu. Kendi kendine «bu elbiseyi giydiğime çok fena ettim. Beni çok yaşlı gösteriyor. Necip Bey galiba yalnız yaşıyor. Ona biraz yardım etmelir dedi ve kalktı yerde kıymetli bir halmın üstüne saçılmış kitapları topladı. Gümüş kutudaki gayrimuntazam sigaraları yerleştirdi. Çok samimt bir arka- daşının evinde imiş gibi hiç ya- bancılık hissetmeden odayı top- ladı. Biraz sonra gelen Necip Bey kızın bu samimi hareketine min- netle — teşekkür — etti. Beraber çalışacakları odaya geçtiler. Necip Beyin terbiyeli dürüst bir adama benzemesi kızın fikrini değiştirdi. Onda bir an evvel ça- lışmak arzusu uyandırdı. Genç adam gülerek arlık yaşayış tar- zım değiştireceğini onun için er- tesi günü Sabahatin erkenden gelmesini rica etti. Salona dön- dükleri zaman Cemileyi asabiyetle cigara içerken buldular... O.. Ma- şaallah Necip! Vaktini boş geçir- meyorsun. Yalnız bundan sonra verdiğin randevularin saatine dik- kat etmeni rica ederim.. Dedi ve bir fırtına gibi şiddetle kapıyı vurarak çıktı, gitti. Sabahat, Ce- milenin bu kaba muamelesinden mahcup başını önüne eğdi: — Kabahat bende, eğer bil- seydim... — Aldırmayınız. O, karakter- siz bir kadındır, tekrar gelir. Ya- rın sabah erken İşe başlayacağız. güle güle. Ertesi sabah Sabahat elbise- leri arasından en güzelini seçti, tuvaletini daha fazla itina ile yaptı. Geç kalmaktan korkarak koşa koşa Necip Beyin apartıma- nına gitti. Kapıcı Sabahati görün- ce elinde bir anahtarla geldi. — Necip Bey bu anahtarı si- zin için bıraktı. Kendisi şimdi gelecek, dedi. N Genç kız içeri girdi. Bütün daireyi dolaştı. Necip Beyin yas tağının üstündeki iki pijama Sa- bahatı epeyce düşündürdü. Hele komodinin üstünde gayet güzel bir çerçive içindeki Cemilenin resmini kıskanç nazarlarla tetkik etti. Birgün evvel tanıdığı adamı kıskanmasına kendi de bir mana veremedi. Telefon çaldı. Cemile, Necip Beyi soruyordu. Sabahat, Necip Beyin olmadığını söyleyim- ce hırçin kadın kahkaba - ile gülerek: Evet, dünkü gibi yok değil mi?,, dedi ve cevap bekler meden telefonu kapattı. Cemileyi büsbütün Gaynihtk yari güzel gözlerinden ılık yaş- lar boşandı. Halbukı Necip Beyin kıskanç bir âşıka değil de bir daktiloya ihtiyacı olduğunu bille yordu. “Necip Bey geldiği zaman vaziyeti anlayınca: “Küçük Hanım £ Devamı 11 incl sayfada )