ŞA a e e e şe jj“ m ONUTULMAK AZABI "Yazan : Geçenlerde şarkta iki senesini geçiren ve el'an orada bulunan kafası işlek bir dosttan mektup aldım. Okumek, okuyabilmek oku nacak şey bulabilmek mevzuu üze- rinde çok müşkülât çektiğini yana yakıla anlatan dostum, abur cu- bur nenen çerez nevinden eline ne geçerse okuduğunu yazarak dert yanıyor. Yakıa bulunduğu mevki ve bana bu satırları yazdı. ğı sıra oranın berbat kışı sırasın- daydı ama kitabın oralara pek güçlükle nüfuz ettiğini göstermesi bakımından entereseandı. Benim asl üzerinde durmak istediğim süje bu değil. Yirmi günlük bir seyahatten sonra ve çeşit çeşit pos- ta torbaları arasında bana vasıl olan bu dinamik satırlı mektupta küçük bir kelime beni hayli dü- gündürdü. Destum eminimki o kelimenin şumullü mânasını dü- şünmüş değildi. O, büyük bir sa- mimiyetiu ılık hüviyeti içinde ba- na bu Kelimeyi yazarken yüzde yüz bir hakikatı ifade ettiğini âa- nıyordu. Dostum diyordu ki: “Kar- deşim, sehi, imzanı gazetelerde görmez oldüm, unutulacaksın,,.. Tarih ve siyasetteki nankör unutuluşları mevzuumuzun dışında bırakarak; güzel san'atlar sahasın- daki “nisyana gark olma,, ları ele alalım. Zaman nankör ve kadir bilmez mevhum bir mefhum ha- linde prestişini devam ettirir, du- rur. Zaman kadar sağır, vurdum duymaz, gözü doymaz hiç bir şey yoktur. Beşeriyet, bu insafsız cel- ladın yüzünden kimseleri unutma- mıştar ki. O, sinsi ve saman âaltın- dan su yürütmek tâbirine en uy- guu şekilde gösterişsiz insafaızlı ile “unutmıyacağız, teraneleri ile ter ter tepinen insanların öyle öçler 110 —Serveti fünnn — 2396 Mümtaz ZEKİ g almıştır ki.. Kendimi zorlamadan edebiyattan mütevazi bir misal “Biz yaştakilerin eski türkçesini nasıl romantik bir hava içinde oku- duğumuzu batırlıyacaklarını um- duğum “Zavallı Necdet, adlı mü- tevazi român ve onun mütevazi müellifi Saffet Nezihi,.. Necdetin başından geçen o yürekler parala- yıcı gönül macerasına nekadar gözyaşı dökmüş nekadar dövün- müştük. Saffet Nezihi'nin çocuk havslarımda yarım yamalak t6ç68- süm eden hayali hâlâ Bilik olarak bende yaşar. Daha doğrusu yeni türkçesi neşredinciye kadar tah- teşşuurumda Oo yaşamıştı. (o Yeni Türk “harflerile basıldıktan ve &on bir kuvvetle ve bütün mevcudiyeti ile teneffüs ettikten sonra şimdi bu yazıyı yazıncıya kadar geçen müddet zarfında bile bir vakfecik olsun bhatırtanmadı. Müellifi de zannederim akıl haştahanesinde gözlerini yumdu. Tiyatroda, Üstat Fehimi, san- atı büyük boyu ve soyadı küçük, Küçük Kemal'i kaç kiş: yâdeder oldu airlerden unutulanlar mı is- tersiniz bir cilt dolar, Zaten tabi- atın nedense bu rakik ve hassas insancıklar hakkında reva gördüğü son çok hazindir. Halbuki bütün ömürleri müddetince insanlığa ke- lebek kanatları kadar temasla in- cinir, parlaklığı dökülür narin mıs- ralar hediye etmek için çirpınan bu biraz da mariz indsancıklar her şeyden ve herkesten kolay unu- tulurlar. Tabiat, ressamlar, heykeltraş- lar hakkındada insafsızdır, Gale- rilerdeki tabloları görüldükçe ha- tırlanan ressamlarla, abideleri ve heykelleri seyredildikçe büyüklüğü hatıra gelen yüzlerce sanatkâr vardır 9. <Şon Yıldız» adlı romanı şah- eseri olarak gösterilen - « Eylül> den de daha güzel olan - Mehmet Rauf'u hatırlayabilmek için kari- hamızı çok yormağa mecburuz, Amma insanlar «sahnei sühan» da iken dahi unutulabilir. Nitekim yaşayan ölülerimiz çoktur. Kıyıda bucakta kalmadan önce ağızı ile kuş tutmağa bile çalışmıştır, fakat, lâyemut olmak insanların bizzat idare edecekleri bir sır değildir. Zaman insafsız bir müdekkik jesti ve işgüzarlığı ile istediğini nisyan torbasına ater, istediğini göklere çıkarır. Şarkdaki dostum, eğer bana bunları Ohatırlatacağını bilseydi mektubuna o kelimeyi koymazdı zannediyorum.