Hikaye b EHPARE Beki yaz akşamlarının kendine mahsus kokusu vardır. İhtiyar müezzin, mahallenin beyaz bada- nslı, bodur minaresine çıkmadan önce meydan kahvesinin yasemin çiçekleri ve salkımlarla örtülü se- rin çardaği altında oturan dindar: lar bu uyuşturucu koku içinde köpüklü kahvelerini içerler, Güne- şin kım! renkleri devrilmiş mer- merlerle örtülü küçük meşatlıktaki mrtın arkasında gittikce kararır, kirlenir. Bir kırlanğıç sürüsü oi- vıldayarsk uçar, sokak köpekleri havlar. Halk o kadar kayıtsız ve sakindir ki, tıpkı bu çarpılmış taş- lara benrerler.. Burada rüzgâr bile uzaklardan ahret kokuları getirir ve çıuar alüinin yumuşak bir sec- cade kadar rahat ve seyrek göl- gelerini titretir.. İnsanlar bu göl- gelerin ardında çalkalanan hayatı hiç bir zaman görmezler. En basit fiziki hareketler bile onlar için mühim bir hadisedir. Çinar altı . kapalı ruhların rehavet yatağıdır. Renkler ölünceye kadar hiç bir yerde buluumıyan bu tabiat sen- fonisinin karşısında; bohurdanlar- dan süzülen ve muattar çiçeklerle buğulanmış, kekik kokularile dolu hava ruha genişlik verir. Bu, kü- çük bir kır peyzajı degil; ebediyeti Kkucaklıyan eşsiz bir alemin garsil- maşıdır. İşte böyle bir akşam Byüpsultanın ( Hacı Nine) na- mile maruf dindar kadını evine gitmek üzere küçük meşatliktan yordu. Hava epioe kararmıştı. Gökte kirli bulutlar arasından şe- rit kadar ince yeşil renkler beli- riyor, sönüyordu. Uzaklardan bir su çınıltısı ve çikrik sesi eşidil- mekte Idi, Hve geç kalmaktan mü- tevellit telâş ihtiyar kadını koştu- ruyor, siyah, torba çarşafı altından gözükmeyen ayakları bir kurbağa çevikliğile ıslak çimenlerde kayı- yor. Bu yol keşfirmedir. Hava karardığı zamanlar küçük mey- 76 — Sarvetifünun — 2393 Hüseyin HÜLKİ dandaki kır kahvesinin önünden geçmek hiçte işine gelmez. Çünkü hem yol uzundur, hemde ahbab- ları 1âfa tutarlar, sıkıntılarını, has- talıklarını anlatırlar. Camiin sr. ka kapisından avluya çıktığı za- man Şâdırvan âltında, poturlu, esnaf kılıklı birkaç adam abdest alıyorlardı. Hiç etrafına bakmadan zencirli kapıdan süzülerek çıkmaz sokağa saptı. Bvi bu gokağın ne- hayetinde idi. Bahçe kapısından içeri girdiği zaman bir hıçkırık sesi egiderek irkildi. Bahçe loştu. İri ceviz ağacının koyu gölgesi altında küçük bir kızın durduğunu farketti, yanına yaklaştı. Kız ağ- mira ihtiyar kadının ellerine sarılıyor : — Kurtar beni hacı nineciğim... Beni öldürecekler.. Diye titriyordu. 15 yaşında an- cak tahmin edilen kız mehalle imamının evlâdlığı idi. kışkançtı. Çünkü bu son aylarda genç kızın vucudu artık çocukluk devrinden &ıyrılmış, sür'atli ve müstesna bir inkişafa mazhar ola- rak onu çileden çıkartmıştı. Ko. casının bazı kaçamak ve sırnaşık halleri karşısında çıldırmak dere- celerine geliyor, evlâtlığa yapma- dığı eziyet bırakmıyordu birgün kızın gözünde çıkan bir arpacık dolayisile imamın onu dizlerine oturtarak göğsüne baâstırdığını; bir takım ayetler ve dualar okuyarak yüzüne üflediğini gördüğü anda kıyametleri koparmış, düşüp ba- yılmıştı. Bu beklenmeyen hadise evlâtlığın tahammül edilmez, iz- tiraplı günler geçirmesine sebep oldu.. Ve birgün çılğın kadının korkusundan kaçtı. Hacı nine kimseşizdi. İbadetle dolu olan bü- tün günleri bir tek odada geçi- yordu. Ziyaretine gelen komşula- rından başka kimse ile konuşmaz» dı. Herkese dini telkinâtta bulu- nur, fennin tedaviden aciz kaldığı Karısı” hastalıkları iyi etmeğe çalışır, bedbahtlara ve fakir dostlarına yardım ederdi. On yıl evvel ölmüş bir memüur olan kocasının maaşile geçiniyordu ama, bilinemez ma- hallede herkes onu zengin diye tanıyordu. Altmış yaşında idi. ha- yatının son günlerini hiç olmazda yalnız geçirmiyecekti, Allah ona bir can yoldaşı göndermişti. O günden itibaren genç kızı bir ev- Iât şafkatiyle bağrına bastı. * Günler hadisesiz bir düzenle geçiyor, güneş her zamenki gibi küçük meşatlığın arkasında kayb. olnyordu. Mehpare artık büyümüş, gelinlik çağa gelmişti. Arasıra 60- kağa çıktığı zamanlar; mehallenin erkekleri bu eşsiz güzelliğe sahip bulunan genç kızı zevkle seyredi- yorlar, kadınlarda hasetten çıldı- rıyorlardı. İri yeşil gözleri hafifce çekikti. Bu hel ona şark ikliminin miştik ruhunu serpiyor, dudakla- rında hiç eksik olmıyan tebessü- miyle Japon minyatürlerinin zarif kadın firesklerini hatirlatıyordu. Bu güzelliğine vakıf mıydı?... Yü- zünün basit hatlarında saf gölgeler dolaşıyor, taşkın ve şuursuz bir tabiata sahip olduğu anlaşılıyordu. Hacı nine kızı çılğınca seviyordu. ama; Bon günlerdeki süslenmek iptilâsını hiç beğenmiyor, bu yüz- den aralarında daima münakaşalar oluyordu. Meselâ Mehpare sokağa çıkarken yüzüne podra ve allık sürmeğe başlamış, entarisinin göğ- sünü hafifce açarak bir dantel ilâ- ve etmişti. Ondokuz yaşının baş döndürücü ihtiras ve neşeli dev- riydi bu.. Hacı nine onu birkaç defa evlendirmek istemiş, fakat kimseyi lâyık görmemişti. Günler geçiyor, Mehpare güzelliğinin et- rafa saçtığı tesirlerle adeta kabına sığmaz bir hale geliyordu. sürekli yağmurlarla ıslanan kırlardan fış- kıran bahar; yeni ve taze bir hey- canın tazyikiyle ruhunu sardı. Fakat ihtiyar kadın için artık her gey bitmiş, hayat bir teselliden ibaret kalmıştı. Birgün namaz kı- larken vucudünün seğ tarafı bir- den soğumuş, dili ağzıuda büyü- müştü, Ne hareket ediyor, nede konuşabiliyordu. Belediye doktoru donmuş vucudünü muayene etti. (Felç) dedi, Ogünden itibaren genç kız evin bütün ihtiyaçlarını temin etmeğe başladı. Hacı ninenin yal- ?