| Stefan ZWEİG — PERİŞAN HİSLER Ziya YAMAÇ| > Biraz evvelki sevincimin bir takım gizli mesamattan uçup git- tiğini hissediyordum. Şaşkın ve hattâ mahcup bir vaziyette bana tekrar teşekkür ettiğini, teklifsizce konuştuğunu, gümüş gibi parlayan kadehleri okaldırdığını gördüm. Koluma dostça girerek beni ka- napeye doğru götürdü ve karşı karşıya oturunca elini hafifçe avuçlarımın arasına bıraktı. İlk defa olarak hislerine samimi ve serbest bir ceryau verdiğini his- sediyordum. Tek kelime söyleye- cek halde değildim; gayri ihtiyari kapıya bakıyor ve karısının orda durup bizi gözetlediğini korkuyla düşünüyordum. « Orada duruyor ve dinliyor» diye mütemadiyen düşünüyordum. Bana göylediği her sözü ve verdiğim cevapları işitiyor. Fakat bu işi niçin bugün, tam bugün yapıyor? Bu sırada profesörüm beni sıcak bakışlarile kucaklayarak birdenbire ; — Bugün sana kendimden bahsetmek, gençliğimi anlatmak istiyorum», O derece korkuyla yerimden kalktım ve elimi ona uzatarak öyle yalvarıcı bir hal aldım ki yüzüme hayretle baktı. — Bugün olmaz, affedin, bu- gün olmaz. Aramıza katmadığımız; mev- cudiyetini saklamağa mecbur ol- duğum kimse tarafından gırlarının öğrenilmesinden korkuyordum. Yüzüme tereddütle baktı sonra can sikıntısile sordu : — Fakat sana ne oldu! — Affedin, yorgunum... heyecandan bu hale geldim. Ve bunları söyledikten sonra titreyerek doğruidum. — Herhalde gitmem iyi olacak. Nazarlarım, gayri ihtiyari ka- Belki 80 — Servetifünun — 2395 pıya doğru kayıyor ve orada düş- manca bir tecessüsle, kıskançlıkla dinleyen birini araştırıyordu. Hocam kanapeden müşkülâtla kalktı. Üzerine bir yorğunluk çökmüş yüzüne bir gölge inmişti. — Hakikaten gitmek mi işti. yorsun? Bugün, tam bugün haf Yazık, bütün samimiyetimle ko- nuşabileceğime nekadar sevinmiş tim, yazık. Odanın içinde kara bir kelebek gibi bir inilti dolaştı. Mahcup ve şaşkın, üzerime anlaşılmaz bir korkunun çöktüğünü farkediyor- dum. Tereddütle yürüdüm ve çı- karken kapıyı hafifçe çektim. * Oduma kadar güç halle sürük- lenebildim. Hemen karyolaya u- zandım. Bir türlü uyumağa mu- vaffak olamıyordum. Bu güne ka- dar beni onlardan ince bir duvarın ayırdığını bu derece vazıh olarak İarketmemiştim. Şayanı hayret de- recede keşkinleşen enstenktlerim öte yanda iki yabancının kivran- dıklarını sezmekteydi. Duvarin arkasından prolesörümün odada buhranlar geçirdiğini; karısının bir köşeye büzülüp kaldığını, veya bir peri gibi sessiz dolaşma- larına ve gözetlemelerine devam ettiğini görüyor, işitiyor gibiydim. Her ikisininde gözlerini yumma- dıklarını ve intizar halinde olduk- larını kat'iyyetle hissediyor ve bu hallerinden ürküyordum. Karan- liklar ve gölgeler altında ağırlaşan ev beni bir kâbus kadar harap etmekteydi. Yorganı üzerimden sıyırdım. Eilerim ateş gibi yanıyordu. Neydi benim bu halim? Sırn yakından hissetmiştim; onun yakıcı nefesi yüzüme kadar gelmiş ve evin gölgeleri arasında tekrar kaybol- , kulaklarını okşuyor. muştu. Bu gölgelerin bağrından, bana sanki fısıldıyor; yumuşak ayaklı bir kedi gibi yanımdan geçtiğini, bana süründüğünü his- sediyordum. Bu sır, her an başımın üzerinde bir hayalet gibi dolaşıyor ve içimi altiist ediyordu. Hocamın sıcak bakışları beni karanlık içinde gözetiyor karısının ürkek ve teh- ditkâr bakışları altında elini bana doğru uzatıyordu. Ben, onların bu estarı ortasında ne arıyordum? Bu ihtiras selinin içinde gözlerim kapalı olarak niçin dolaşıyordüm! Onların anlaşılmaz düşmanlığına şahit ulamama niçin müsaade edi- yorlardı? Niçin her ikiside beni hiddet ve nefretlerile üzüyorlardı? Alnım hararetten çatlıyordu. Hemen yerimden fırladım ve pen- çereyi açtım. Şehir, yez gününün gri semâsı altında uyuyordu. Şu- rada, burada, bir pencereden ışık sızıyor; etrafında toplanmış sohbet, mütalâa veya müzikle hoş vakit geçiren iusanları, haresile okşuyor. Karanlık içinde kalan pencerelerin ardında İse, bu saatte, şüphesiz ki uyku himayekâr kanatlarını ger- mişti. Derin ve tatlı bir sükünet tıpkı mehtabın gümüş renkli ışık» ları gibi çatıları ; biri haber veren kuledeki saatin sesi ise dinleyen- lerin veyâ tahayyüle dalanların Yalnız ben burada, odamda, yabancı iki inas- nın dertlerile megbu, sıkılıyorum. Sanki her an belirsiz fıslitılar du- yacakmış gibi kulak kabartıyorum. Birdenbire tirkerek kendimi to- parladım. Merdivenlerde bir ayak sesi gıcırdamadı mı 1 Hakikaten, bir kimae, karanlıkta, bir kör gibi etrafını yoklayarak, mütereddit &- dımlarla basamakları çıkıyor. Bu eskimiş ve harap olmuş basamak- ların onun sesini ben çok iyi tas nirım,