ROMAN MACAR EDEBİYATINDAN :; MÜSVEDDESİ Yasan : | Desirö KOSZTOLAEYİ Çeviren : Funt OKAY Cornelius Esti yana yakıla an- latmağa başladı : «Bir gün posta müvezzii çeki taşi gibi ağır bir kitap müsveddesi getirdi. Paketin iplerini çözerken korkudan içim gitti. Tasavvur €- diniz: kartondan birzarfiçinde, ih- timamla yazı makinesinde yazılmış, itinayla birleştirilmiş, iki kısımlık bir roman. Müellifin adı kâli geldi. Roma- nınkine bakmadım bile, Gönderen zarif, kibar, sevimli, tahsil görmüş, hazır cevap, hatta zeki, fakat ya- zıcı olmak için gereken hususi va- sıflardan mahrum bir ihtiyar ka- dındı. Bir kapıcı kadından daha berbat bir tarzda yazıyordu. Gece- yi gündüze katarak meydana ge- tirdiği eşerlerinden bir ikisini ev- velce okumuştum. Düşündükçe hâ- Iâ& çenelerim ayrılacak gibi esne- rim, Şimdiye kadar hiçbir uyku ilâcı üzerimde tesirini gösterme- mişken, bunun hatırası bile uyku- mu getiriyor. Derin bir nefes alarak, bu edebi yükü odamın bir köşesine istifedil- miş müsvedde yığınının üzerine kaldırıp atım. Müellif, paketle birlikte gön- derdiği mektubunda eserini mutla- ka okumamı istiyordu. Zira benim reyime çok ehemmiyet veriridi. Ben de müsait bir zaman bulur bulmaz bir göz atmağa niyetien- dim. İkı üç hafta sonra ihtiyar ka- dınla caddede karşılaştım ; — Okudunuz mu? diye sordu. — Henüz maalesef, sayın Ba- yan! — Fakat okuyacaksınız. değil mi? — Elbette. — Vaadediyor musunuz! — Tabii; Tabii! Çoktan toz tutmuş olan bu ki- tap müsveddesi içime şıkıntı ve- riyor, sık sık uykularıma girerek bana kâbuslu rüyalar gördürüyor- du. Bir kere daha elime almağa cesaret edemediğim halde, 1308 sayfa olduğu hep aklımdaydı. Kı- ral Robert - Charle#'in, Macaristan tahtına çıktığı tarih olan bu sayı- yı unutamıyordum. Ne vakit ak- lıma gelse keyfim kaçıyordu. Ne hikmettir, bilmem ? Bana okunmak üzere bir kitap müsveddesi veril- diği zamanlar heyecan duyar, gu- rurumun Okşadığını hissederim. Borcumu yerine getirmeğe ve şah- sima karşı gösterilmiş” olan itima- da mukabele etmeğe elimden gel- diği kadar çalışırım. Mesleğime karşı, bir hekimin kastalarına gös- terdiği hiç eksilmeyen şiddetli alâ- kayı duyarım. Fakat bu vaziyet karşısında, seneler varki tedavisin- den sarfı nazar ettiğim utanmaz bir hastayla karşı karşıya bulun . duğumdan emindim. Yapacak hiç birşeyim yoktu. Bu kadını olsa olsa aldatıcı ümitlerle oynatabilirdim. Fakat, bu benim hakikatseverliğimi yaraiar, açık sözlü bir adam olmak mfatiyle, ru- humu muazzep ederdi, Bir başka sefer bizim müellifi bir suvarede gördüm. Hemen ko- şup elini öptüm ve ona fırsat ver- meden söze başladım : — HAlâ hayır, sayın Bayan! Başımda bir sürü can sıkıcı İş ve angarya var. Fakat bir aya kadar bizzat kendi elimle takdim edece- ğim. Şüphesiz bana bu mühleti verirsiniz, değil mi ? Bir ay biribirimize rasgelmedik. Yaz geçti. İhtiyar kadının bu ede- bi macerayı unuttuğunu zannedi- yor, hatta ölmüş olduğuna inana- sım geliyordu. Heyhat: Güneşli bir sonbahar günü ikindi vakti bir- kaç dostumla birlikte kaygısız ge- ziuirken karşıma çıkıverdi. Bileriy- le mühletin hayli geçmiş olduğunu ifade eden işaretler yaparak yanı- mıza geldi. Arkadaşlarımdan on adım ilerde, yaprakları sararmış ağaçların altında, yanyana ağır ağır yürümeğe başladık. Yarı mütavazı yarı alaycı bir gülümsemeyle sordu: — Nasıl, okudunuz mu Azametli, ciddi, batta biraz da sert bir tavırla: — Evet, dedim. -— Öyleyse söyleyin bakglım, hoşunuza gitti mi $ Eserimi hakkın- daki fikriniz nedir? Ama tafsila- tiyle ve çekinmeden. Dalkavukluk yok. Samimilik kadar hoşuma gi- den şey yoktur. — Lütfen sahifeyi çevirinis — 309 — Servetifünun — 2386