26 Mart 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 12

26 Mart 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

akşam namazını kılanları, çekin- meğe lüzum görmeden etlli meme- #ini çocuğunun ağzına dayayanka- dınları, ya kendi gibi genç kiza şiir okuyan delikanlıyı, hıyar do- matesle rakı içen ve kendi kendi- ne gazel mırıldanan çenber sakallı adamı seyrederek, o vagon genin, bu vagon benim filozof aradım. Ümüdimin kesildiği bir anda yeni girdiğim koridorun dip tara- fındaki kalabalık, nazarı dikkatimi celp etti. ve yörüdüm. muz omuza örülmüş insan ii aralayarak ortaya geçince hayretle duraladım: Adana istas- yönunda gördüğüm uzun kırçıl sakallı adam, abdesthane, dibinde- ki pençereye dayanmış, saçlarında, yağlı pardesüsünde dolaşan müte- cessis bakışlardan haberdar değil- miş gibi İakayt duruyordu. Gözleri, tavandaki süt beyaz elektrikden Filozof ... bu olamazdı! Re- simlerinden tanıdığım filozof, iri yarı, geniş yapılı, beyaz sakallı idi, Halbuki bunun boyu ollız mı cılızdı; saçları omuzlarında lüle lüle idi ama, yüzü matruştu. İçime bir kurd düştü: Bir zamanlar İstanbul sokak- larında kamçı ile dolaşmış olan pehlivan yapılı Filozof ., . aca- ba yad illerde, uzaklardan böyle iğne ipliğe mi dönmüştü ! Yanına sokuldum. Btrafımız- daki insan çiti kaynaşarak biras daha daraldı. Ve gözler, ikimiz üzerinde dolaşmağa başladı: — Merhaba üstad... Dedim. O, gözlerini süt beyaz ampul- den ayırarak bana çevirdi. Kaş- larının arasında, sert bir çizgi beliri vermişti. Asabi bir sesle: — Merhaba; diye cevap verdi. İki vagon arasındaki köprülü- ğün eşiğinde duruyordum. Vagon tekerlekleri, ray kesiklerini atla- dıkea bulunduğum yerde sarsıntı oluyor ve ben kapıya tutunmak mecburiyetinde kalıyordum. Meçhul filozofun - çünkü uzun saçlı idi! - kaşları ânha fazla ça- tıhyor, kâh gözlerime, kâh du- daklarıma, kâh da burnuma yapı- şan bakışları, beni adeta korkutu- yordu. Bir an geldi ki, bacakları- ma kadar bütün sırtımda bir ür- derti dolağtı ; «Ha atıldı, ha atıla- 726 — Servetifünun — 2379 cak!» diye kuruntulanıyor ve tetikte bulunuyordum. Mümkün mertebe sakin görün- meğe çalışıyordum. Fakat, bu he- rif, garip patırdılarla yanan bakış larını, bir dürlü benden ayıramı- yordu. Suallerime devam etmek mec- buriyetinde kaldım — Yolculuk nereye üstad. Gürler gibi könuşmağa başladı: — Meçhulane... Bir semt meç- hule... Belki bir saraya, belki bir mamnreye!.. Bunları, yumruklarını sıkarak, üzerime yürüyecekmiş gibi jestler takınarak söylemişti. Burnuma kadar sokularak, yine aynı tonla : — Ya siz, dedi ya siz nereye, Biraz geri çekildim : — Benimki memleket seyahatı... Zorla gülümsiyerek alâka ettim: —âizinki gibi bir semti meçhule... Gözlerini daha fazla açdi; burun delikleri genişleyip daralı- yordu. Dudaklarını bir huni gibi açarak : — Güzel; dişe bağırdı ve geli- ye dön! «emri almış» bir acemi nefer gibi çark ederek arkasını bana çevirdi. Pencereden hücum eden rüzgâr, uzun saçlarını geriye doğru uçuru- yor, pardesüsün omüzlarındaki yağ lekeleri meydanaJçıkıyordu. Ve o, resmi geçitde selâm alan bir ku- mandan gibi dim dik durmuştu. Bizim bu şimşekli muhavere- mizi alâka ile dinlemiş olan etta- fımızdaki insan çenberi, bu sefer, yalınız beni kuşattı. Yelek düğme- leri çözük, ellerini ceblerinden çı- karmıyan, otuzluk bir adam, ya- vaşça ; — Bu mu Filozof... Diyerek bana daha fazla yak- laştı. Omuz silkdim : — Hayırt. i — Büyük bir adama benzeyor- U... Onun sol tarafında duran başka birisi, kalkarak ortalığa söylendi: — Acaba kim olaf. — Şeklen büyük adama benzi- yor amma, dur bakalım. Diyerek aralarından geçtim. Bu kapalı kutuyu açmak, kötü kötü yeya tatlı tatlı söyletmek lâzımdı. Fakat napıl? bir merhaba yüzünden, az daha dayak yiyecek- dık. Onason olarak sözüm: benden cüssece benden ufaktı. “Sana der- dirseek çevirene yumruk göster, derler. Bende, mecbur kalınca bu sözü pek alâ hakikat yapabilirdim. m ise filozofluğunu bilmeli idi. “Sana tokat vurana öteki ya- nağını çevir, düştürünü ortaya &- İsadan iki bin yıl uzakda bulunu- zorduk. Her ne hal ise; “meçhul filozof, ile Bra için bir az dahs beklemek lâzımdı. — Büyük önün amma; kim olaf.. Düşüncesi ile onun uzun saçla- rinı alâka ile ve bir azda merha- metle seyir eden galabalığın ara- sından sıyrılarak bir pençere kö- şesine çekildim. Dışarısı, zifiri karanlıkdı. Tre- nin çığlıkları, kara perdenin eltın- da mışıl mışıl uyuyan Ceyhan 0- vasını ürpertemeden sönüp gidi- yordu. Serin ve daha fazla mazot ko- kan kömür tozlu rüzgâr, saçlarımı karma karışık ediyordu. Ars sıra, filozofun bulunduğu tarafa doğru bir göz atıyordum. orsdaki galabalık, benim arkam- dan birer ikişer dağılmıştı, Kori- dorda kimseler görünmiyordu . Hatta filozof bile... Bir aralık omuzumda, bır elin temasını hisettim. geriye döndü- güm zaman içimi âni bir korku sardı : Bu, uzun kırçıl saçlı meç- hul şilazoftu! Kaşları evvelkinden daha çatık, gözleri, daha fazla bir ışıkla parlıyordu. Delimi idi ne!. Bir kaç saniye konuşmadan bakışdık. Söze, o başladı: Fakat ne başlayış... Ses, ateş püskürüyordu. Bomba gibi patlıyan bir adamı ve şarapnel gibi kaşı gözü çıkaran şözleri ilk defa görüyor ve eşid.- yordum. — Siz, ne hakla bana “merha- ba üstad,, dediniz? Hem ne hakla?.. Beni daha evelden tanıyormusu- nuz?. Kendi halinde duran tanıma- dığınız bir adamı rahatsız etme- nin ne demek olduğunu bilmiyor. musunu! Dudakları, titreyordu. Sakinliğimi bozmamağa gayret ederek, ona, Filozof ... şayıamnı baştan sona kadar anlattım : O, ikide bir sözümü kesiyor! — Bunlar, laf; bunlar boş.laf, diye yüksek sesle bağırıyordu; ne hakla tanımadığınız bir insanı ra hataız ettiniz; ne haklaf , O— Devamı var — acab elleri sapır sapır

Bu sayıdan diğer sayfalar: