26 Mart 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 11

26 Mart 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hikaye ACI KAVUN Başlarına simldei tablası, fırın bacası, lâmba şişesi, lâti lokum kutusu ve midye kabuğu gibi 9- csıb şapkalar giymelerine rağmen istasyondaki renk renk kadınlar hile onun kadar nazarı dikkati celbedememişlerdi. En lâkayd be- kışlar dahi onun omuzlarına dö- külmüş kırçıl saçlarında, bu saç- lara rağmen matruş yüzünde, her kesin ince bir gömlek altında bü- naltılar geçirdiği bir Ağustos gü- nünde onun &iki sıki sarındığı pardesüsünde alâka ve birazda tanccüble dolaşıyordu. Elleri ceb- lerinde idi. Bir ayağını, uyukluyan kazlar gibi büzmüştü, Kılık kıya- feti ve bu heli ile o, Ondördüncü Lül devrinin asılzadelerine benzi- yordu. Başını, sağa sola çevirdikçe kırçıl saçları savruluyor ve yağlı omuz başları meydana çıkıyordu. Herkes gibi ben de, karşıdan bu garib kıyafetli adamı bir hayli seyrettikten sonra kompartimana geçtim. Tren, Ceyhana yaklaşdığı sıra- da kulağıma bir havadis çalındı: Filozof, . . . aramızda imiş. Büyük şökizlerd, yüzlerce in- sanı çatışı altında barındıran aile evleri vardır. Böyle yerlerde şayanlar, kapı komşularının en ©- hemmiyetsiz hugusiyetlerine kadar her şeylerine vakıfdırlar. Dördün- cü katta oturan bir aile, alt kat- dakilerin akşam yemeklerinde i- mâm bâyıldımı, yoksa kuzu kızart- ması mı yidiklerini bildikleri gibi hangi, eve gitmek girip çıkdığını- da çabucak öğrenirler, Trenlerde, bu aile evlerini pek andırırlar. Kısa seyahatlerinde, birbirlerine samimiyetin ve dostluğun balat- ları ile bağlananlara tesadüf edil- diği gibi yeni tanışılan bir kadın için en eski dostlukların müthiş bir kavga neticesinde bir sırça bârdak gibi parça parça oluşuile- de karşılaşılır. Hele hiç bir ajans vasıtasına malik olmıyan bu yörü- yen evlerde, havadisler, o derece Tuğrul DELİORMAN çabuk yapilırki,.. 28 vagonluk bir katarın ta öte ucunda bnlünan bir adamın, baş tarafda geçmiş bir hadiseyi, on dakika içinde duyma- mâsına imkân yoktur. Filozuftun bulunduğumuz tren- de seyahat edişi haberi, aynı hızla bütün treni dolaşdı ve bu havadis, her tarafda aynı alâka ile karşılandı. — Yok canım? nereye gidiyor acabaf Diyerek uyukladıkları doğruldu? — Göreyim gunu birt Nerede imiş kendisi9 yerden Diye söylenerek koridora fırla- yanlar oldu. Yıllardan beri uzak yaşamış yegane felezof, halâ kö'bına erişilememiş yaman bir şair, - o derece yaman bir şairmiş ki trende onun Yunis Emreden fersah yukarda olduğunu iddia edenler bile vardı ! - Çiigeneceye kadar bütün dilleri «Papağan» gibi ko- nuşur bir lisaniyatçı, bir zamanlar birkaç sümrenin birden - tabii menşuri addedilecek derecede Ti- pik «diplomat» rolünde bir hayli cevizler kırmış, kapılar pislemiş bir dehâ ve adını bütün dünyanın bildiği bir şöhretle karşı karşıya ykm her balde zevkli bir şey olaca! Kendisi ile herkesten evvel ş6- refyab olmak zevkini tadabilmek için, kalabalık arasınden ayrılsa. rak vagonları dolaşmağa başladım, Gazeteci sıfatı ile seyyahat ediyor- dum. Aynı tirende bulunduğumuz halde Filozofla mülâkat yapma- mak, her halde yüz kızartıcı bir hareket olacaktı! Zavallı, onbeş yıldır kim bilir ne cehennem azabı çekmişti ! Bunları, onun ağzından okuyucuya nakletmek, gazetem ve benim için muhakkak ki büyük bir kazançtı. Kompartimanları dikkatle göz- den geşiriyordum. Birinci ve ikinci mevki vagon- ları dört döndüğüm halde bem- beyaz sakallı, iri kalıblı bir adam göremedim. Yılmadım : “Belki, dedim; mev: cudiyetini belli etmemek için ü- çüncü mevkide bir yere sıkışıver- miştir.» Güneş batmak zere idi. Kar- şıki ufuklar, toz penbe ışıkların hücumuna uğramıştı. Tren, upuzun vücudunu, iniltiler çıkararak sü- rükleyordu, Arada bir, beyaz, yor- gan gibi serilmiş pamuk tarlaları içine giriyorduk. Hat boyuna yak- laşmağa cesaret edemiyormuş hissi- ni veremiyen ve emeli, yassı köy- ler, tren çığlıklarından ürküyorlar gibi, görünüp gaip oluyorlardı. Zaman zaman, pençerelere aba- narak, kararmak üzere bulunan sukün içindeki tabiatı seyrediyor- dum. Artık, elektrikler yanmıştı. ışı“ ğa boğulmuş olan vagonlarda, ha- la kamçılı filezofu arayordum. çüncü mevki o vagonlarda, bütün üçüncü mevkileride olduğu gibi resmiyet perdeşinden, eser yokdu. Kadeh dokuşdururken orta yer- deki gramofonda : Saçlarıma ak düştü Bana ad bulamadım... Gibi sözlerle vire dönen pilağa uyarak hep bir ağızdan avaz avâza şarkı söyliyen şu beş kişi, mubak- kak ki bir kaç sast evvel birbirle- rine tamamen yabancı idiler. Şurada ; i Mecnunum Leylamı gördüm Bir kerece bahtı geçti..... Türküsünü Malatya ağzı ile okuyarak saz çalan adama: -—- Yaşa Kurban yaşal,, — Hay nur olasın sen hemşeh- ripi!,. — Baba ağlayakda gözden mi olak, döğünekde dizdenmi olak, ölekde candanmı olak; çal, babam al... — Çal kardaşluh çal... Diye sesler çıkararak adamca- gızın omuzuna kırk yıllık dostluk samimiyeti ile vuran şu indanların, bir kaç saat evvel birbirlerinin mevoudiyetlerinden dahi haberdar olmadıklarına dair asarım. Yırtık bir şeker çuvalı üzerinde — Lüsfen sayıfayı çeviriniz — 225 --Şervetifiünun — 2379 ( kalıbımı ) 1

Bu sayıdan diğer sayfalar: