| Stefan ZWEİG — PERIŞAN HİSLER Ziya YAMAÇ İ — odayı terketmiyor ve zaman kay- betmemek için yemeği bile ayakta yiyiyordum. Tıpkı şark masalla- rındaki mücevherat dolu sıra oda- Isrın mühürlerini kopararak, git- tikçe artan bir hırsla, sonuncuya erişmesi için gösterdiği sabırsızlığa, tutulmuşdu, Birine doymadan baş- ka bir kitaba atlıyor. hepsini içi- me sindirerek okuyordum. Eski fizik suistimallerinin yerine şimdi ruhi suistimaller kaim olmuştu. Evvelden şehrin namütenahi ma- ceralarına kanmak için nasıl hırs- larımın esiri olduysam bu günde maneviyatın namütenahiliğine u- lesşmak için ayni kudretin esiri olmuştum. Evvelkinde olduğu gibi yine sonuua kadar erişememek kaygusu içimi altüst etmekteydi. Bunun için kabil olduğu kadar uykudan, eğlenceden ve konuş- madan fedakârlıklar ediyor ve şimdi kıymetini takdire başladı- ğım zamandan istifade maksadile ber türlü münakaşadan çekiniyor- dum. Fakat beni bilhassa dürten şey, prolesörümün gözünde yük- gelmek, itimadını şarsmamak ar- zusuydu. Ondan bir tastik işareti, bir tebessüm elde etmek ve ken- dimi ona benim onu tanıdığım ve anladığım gibi tanıtmak için elim- den geleni yapıyordum. jin küçük fırsatlar kendimi tanıtmak, için vesileler teşkil etmekteydi. Onu kendime hayran etmek için büyük bir güç sarfile eskiden © derece durgun olan, fakat gimdi şayanı hayret derecede kanatlanan irademi zorluyordum. Eğer bir ders esnasında, tanımadığım bir şairin ismini mevzubasedecek olursa, he- men o gün, çarçabuk, malümsat topluyor ve ertesi günü derste bil- gimi kendisine büyük bir gururla satıyordum, Profesörümün, diğer 224 — Servetifünun — 2379 talebelerin dikkat nazarını bile çekmiyen en ehemmiyetsiz srzu- ları, benim için, bir emir teşkil etmekteydi. Bu cümleden olarak talebelerin bitmez tükenmez &ige- ralarına karşı tesadüfen cephe al- ması derhal elimdeki gigarayı fır- latarak onun serzenişine sebep 0- lan bu itiyadımdan ebediyen vaz geçmeme sebep oldu. Onun ber sozü benim için kanun bükmün- deydi, Her an tetkikte duran gergin dikkatim, rastgele ileri sürdüğü bütün ihtarları kavrayıveriyordu. Her sözünü, her hareketini bü- yük bir dikkatle takip ediyor ve evime varır varmaz edindiğim i8- tifadeleri heyecanla hatırlıyordum. Onu ideal bir kılavuz (telâkki et- tüğim için, kıskançlık dolu bir bis. le tekmil arkadaşlarimı düşman sayıyor ve onları geçmek, mağlüb etmek için her gün yemin ediyor- dum. Bunün bana neye mal olduğu- nu anladığından, veyahut ta gös- terdiğim heyecandan hoşlanmasın- dan olacak, şahsıma karşı gitgide artan bir hürmet göstermeğe baş- ladı. Bana çalışma hususunda ö- ğütler veriyor ve daha bir acemi olmaktan ileri geçmediğim halde âdeta haksız bir surette münaka- şalarda benim tarafımı iltizam edi- yor ve arasira dört göz arasında konuşmamız için kendisini evinde ziyaret etmeme müsaade ediyordu. Bu anlarda ekseriya kütüphaneden bir kitap alıyor ve tatlı bir sesle okumağa başlıyordu. Bu iki hafta zarfında, san'at gır- ları hakkında öğrendiklerim on dokuz sene içinde öğrendiklerimi aşmıştı. Daima yalnız bulunduğu- muz bu samimi görüşmeler, benim için, gayet çabuk geçmekteydi. Saat sekize doğru kapıda hafif bir tıkırtı duyuluyor ve karısı, yemek zamanının geldiğini batırlatıyordu. Buna rağmen herhalde evvelce vaki ihtar mucibince konuşmamızı kesmemek için odaya adım atmi- yordu. “w Sıcak bir yaz başlangıcının iki haftası böyle gergin bir ruh haleti içinde geçti. Fakat bir sabah ça- lışma kudretimin eski gerginliğini birdenbire kaybetmeğs başladığını hissettim. İlk günlerde profesörü- mün bana gayretimi fazla suisti- mal etmememi vö arasıra bütün bir günümü açık havada geçirmemi tavsiye etmişti. Bir sabah gayet ağır bir uykudan uyandım ve ki- tabı elime alır almaz harflerin göz- lerimin önünde oynadığını gördüm. Hocamın en ehemmiyetsiz sözleri- ne bir köle gibi itaat ettiğim için derhal bu arzusuna da itaat etme- ğe ve sıkı çalışma günlerimi ser- best bir günle hafifletmeğe niyet- lendim, Sabah erkenden, ilk olarak eski kasabayı ziyaret için dışarıya çık- tım. Kilise önüne gelince bir fiziki gayret sarfetmek maksadile kuleye giden birkaç yüz basamağı tırman. dım. Kulenin sahanlığından ufukta yemyeşil parıldıyan bir göl keş- fettim. Deniz sahilinde büyümüş bir gimal çocuğu olduğum için yüz: meğe karşı büyük bir sevgi besle- rim, Buradan, yüksekten seyrettiğim yeşil ovalar bile içimde bu ihtirası kamçılamağa kâfiydi. Doğduğum kıyıların rüzgârları tarafından sevkedilmiş gibi, ansı- zın sevgili suyun koynuna atılmak hevesiyle yandım. Öğleden sonra havuzu keşfetmiş ve uzun müddet suda çırpınmış, vücudümün çelik- leşmeğe başladığını hissetmiştim. ” — Devam var —