| Yazan: | Pavel DAN ROMEN EDEBİYATINDAN : İHTİYAR URCAN vi Avluya girerken Ludovica'yı gördü ve: — Sabahın hayırlı olsun, yenge! dedi. — Allah sağlık versin, Sucin hayvanlara su mu veriyorsun f — Evet, çırağı kiremit almaya Agârbicin'ya göndereceğim. Şu ahırı örteyim. Kış geliyor. Çırak gidinceye kadar evde duruyorum, gidersem, o öğleye ka- dar avlu içinden çıkmaz. Ludovica, kendi kederini düşü- nerek : — Yabancı, yabancıdır! dert yandı. Suciu, onun kızgın olduğunu anladı. — Bir şey mi bana, yenge ? — Evet, kardeşim. Yalnız 1â- fımı gizli totacağıvı, köye yayma- yacağıva dâir söz ver. Soyumuz gülünç olur. (Urcan'lar, işleri iyi gittiğinden beri, bu adamı pek ak- raba olarak addetmemişlerdi, ama akrabaların zengin oldu mu onları derhal nffedersin.) Bir köşeye büzüldüler ve Lu- dovica ona <dört öküz ve düğün alayıyla evlerine getirdikleri şey- tanla> olan macerasını anlattı. — Bunu, ten hiç düşünme, yenge. Bu yeri, üzerlerine geçir- meleri için kaza muhtarlığından yedilik ile iki beylik tayyare pulu yapıştırılmış bir kâğıt ister. Ben, dairede bulunduğum (müddetçe onlar bunu alamaz Ben kâtib efendiye işlerin ne meyanda bu- diye söyleyecektin, 140 — Sersetifünnn — 2372 Çeviren : 2839008 Cavit YAMAÇ mezmemse landuğunu anlattım. Ağzını biraz açarsan, seninkiler zindanı boylar ! — Bunü kâtibe anlat, oğlum! Allah senden razı olsun, bizde &€e- ni unutmayız! * Eve dönerken, yolda, Ludovi- ca Valer'e rasgeldi. Köye doğ- ru gidiyordu, bayramlık elbiseleri- le yeni işlemeli çoraplarını giymiş elinde de süslü bastonu vardı. Anasını görür görmez, başını ç6- virdi ve bir oyan havasını ıslıkla calmaya başladı. Ludovica'nın, onu üzmek bir şey söylemek için ağzında dili ya- nıyordu, fakat aklına birşey gel- mediğinden : — Anasının sevgili çocuğu be- ni tanımıyormusun artık * Gözle- rin çıksında beni tanıyamaz ols- sın ! dedi. Valer, ıslık çalmaya devam et- ti... — Babanın yerini Triloin'nun kırmızı şırfıntısı üzerine geçirmek üzere kâğıt çıkarmaya gidiyorsun... — Git, yoksa... Fakat Valer duymuyordu, 18- lıkla şarkısına şiddetle devam edi- yordu... * Ludovica, hendeğin yanında durup ayakkaplarını çıkardı. Be- yır bir hayli büyüktü o da sürat- le yürümüştü. Gökyüzü bulutla kapalıydı; öğle olduğu halde gü- neş görünmemişti. Doğuda bir kırmızılık vardı: fırtına alâmeti, Mısırlar yaş ve sadaka bekliyen dilenciler gibi eğilmiş yaprakları- nın Arasında, dosdoğru duruyordu. Coc ormanının üstünden bir kar- ga sürüsü uçuyordu; bundan mâ- nâ herşey don ve sâkindi. Kadının kalbine dışarısının sü- küneti daldı. Yavaş yavaş, o kö- tü iş, sivriliklerini kaybetmiş, ru- hunu deşmiyordu. O, bunu artık, insanın yaptığı alelâde her iş gibi görüyordu. Apna'yı unutmuştu. Valer ise kendi çocuğuydu. Her çocuk gibi bir çocuk, bundan ötürü yaramaz- lıklar yapıyor Kocası ile Traian ekime git- mişlerdi, diğerleri evdeydiler ken- dide köye dönüyordu. Herşey ol- masi lâzımgeldiği gibiydi. Bulutların bezi yırtılıpta güne- şin çocuk gözü görününce, zavallı insanlarla dolu toprağı bir nazar- da kucaklıyan kadının içinde, hen- dek kenarında o büyük otu ku- saklayıp, yüksek semanın karşısın- da diz çökerek Ulu Tanrıya her geyi affettiği ve herşeyi bahşettiği için teşekkür etmek isteği yer aldı. Evin civarında durdu ve dinle- i. Birisi şarkı söylüyordu : «Delikanlın gözlerin» <Benimkilere benziyor» «Ayvlumuzun içini» <Ateşlerle dolduruyor» <Nasıl doldurmasın» <Avlumuz da bir» «Suyu ile pınarımızda bir...» p ie