| Stefan ZWEİG | PERİŞAN HİSLERİ| Ziya YAMAÇ | z On dokuz yaşındaydım. Bu, b&- yatta yediğim ilk darbeydi. Hiçbir şiddet taşımadığı halde bu darbe erkeklik, talebelik, bizzat temayüz gibi şişirme kelimelerden vücut bulan iskambilden şatolarımı yıkı- vermişti, Bu suretle tenbih gören iradem- le, artık, adi zevklerin cazibesine karşı koyabilecek kuvveti elde et- miştirm. 'Tahsile karşı olan kabili- yetimi tecrübe etmek için ölçülü ve disiplinli bir hayatı özlüyodum. K Babamla anlaşarak, tahsile de- vam için seçtiğim küçük taşra şehri, Almanyanın merkezinde bu- lunmaktaydı. Buranın göhreti ile, Üniversite muhitine toplanan ev- lerin tevazuu arasında, büyük bir tezad mevcuttu. Bagajlarımı bırak- tığım ıstasyondan çıkınca Üniver- siteyi çabucak buldum. İki saat zarfında kayıd işlerini bitirmiş, profesörlerden büyük bir kısmını ziyaret etmiştim, Yalnız ibtisasım olan İngiliz filolojisi ho- casını bir türlü bulamadım. Tab- kikat neticesinde öğleden sonra 88- at dörtte mutlaka Seminerde bu- lunacağını öğrendim. Bekiden çekindiğim nisbette şimdi duymakta olduğum ilim aş- kınıu tetirile bir şaat bile kaybet: memek endişesi içinde tam &aaf dörtte mevzubas yerde mevcut ol- dum. Şehri baştananvma gezmiş. Fa- kat sâkinliğini ve uyşuklağunu, Berlin'in curcunasına mukabele teş- kil eden sükünetin cabucak anla- mıştım. Kapıyı vnrdum. Birisi cevap verdi zannile girdim. Yanılmıştım. Girmem için kimse seslenmemiğşti. Benim işittiğim etrafında daire teğ- kil eden iki düzine kadar talebe ile basbıhale dalan profesörün ener- 17 — Servetifünun — 2370 jik ve mânslı sesinden başka de- gildi. İzinsiz girmenin verdiği hi- capla çekilmeğe niyetlendim. Fa- kat beni kimse görmemiş oldu- undan &sıl bu hareketimle nazarı dikkati celbedeceğimden korktam. Bu vaziyet karşısında kapının yâ- nında kaldım ve ister istemez bü- tün muhavereyi dinledim. Her halde bu vasiyet bir mü- nakaşa veya itirazdan doğmuş ola- caktı ki gerek profesör gerekse ta- iebeler teklifsizçe rastgele yerlere ilişivermişlerdi. Profesör uzakta bir sandalyeye oturmağa lüzum gör- miyerek bir masaya âdeta çapkınca ilişmiş konuşuyordu. Gençler derse ölyle dalmışlardı ki herbiri bulun- duğu yerde donakalmıştı. İhtimal ki bir şey konuştukları anda, bir- denbire profesör masanın üzerine oturmuş takriri ile onları kendine bağlamış ve kelimelerile onları bü- yülemişti. Bana gelince, davet ©- lanmadığım halde gayri ihtiyari yaklaştım ve yalnız sihirli talaka- tının egiri olmakla kalmıyarak ba- harıkulâde tesirli jestler yapan el- lerine daldım. Bu eller bazen âde- ta emreder gibi faalıyor, sonra iki kanat gibi açılarak yükseliyor son- ra bir dirijörde görüldüğü gibi hem içinde yerlerine iniyordu. Söz bilhassa, coşkun hocanın, bir eğerden atlar gibi masadan inme- sile gittikçe heyecanlandı. Bu ka- dar canlı bir ders ömrümde dinle- memiştim. Böyle bir ilbamlı hita- bet karşısında Lâtinlerin “Raptus,, dedikleri, insanın kendini aşacak kadar yükselme anını yaşıyordum. Bu muhteris dudaklar konuşan veya dinliyenler için açılıp kapan- mıyordu. Önlar ancak tutuşmuş bir ruhun âlevlerini aşıyorlardı. Hayatımda böyle anlar kat'iyen yaşamamıştım : Sözün verdiği vesd beni âdeta gayri şuuri bir balde sarstı ve sürükledi. İlerlediğimin farkına varmadan, tecessüsten fark- lı bir hissin saikile, bir sair filme- nan'ın otomatik adımları ile bü- yük daireye katıldım. İrademe hâ- kim olmaktan uzak, kendimi, beni farkedemiyecek kadar mest ulan talebelerin arasında, hocadan on adım mesafede buldum. Ben de diğerleri gibi anafora kapıldım ve başlangıç notasını bil- mediğim halde onun cümlesindeki akıntıya kapıldım. Zannımca tale- lebelerden birisi Shakespeare'i fev- kalbeşer bir mevcudiyet diye tav- sif ederken hoca onun içi müthiş ibtisaslarla kaynıyan bütün bir neş- lin müşahbas bir sembolü ve en kuvvetli timsali olduğunu ispat için beyecanlanmıştı. Birkaç bafta gözümüzün önünde İngilterenin «büyük saatini» belirtti, Bu her fertte olacağı gibi her millette gö- rülebilen ebediyete ismini yaza- bilmek bütün kuvvetlerin vecd içinde birleşmesiydi. Kürreyiarz yeni bir kıt'a keşfile birdenbire genişlediği zaman eski dünyanın en müessir kuvveti «Papalık» çök- mek üzereydi. İspanyol orduları- nın dalgaları tarafından yutulma- siyle denizler ve okyannualar aşırı topraklara sahip olan İngilizler içiu yeni imkânlar baş göstermişti. Dünya büyüyünce rnhlarda gayri ihtiyari ona bönzemek zorunda kalmıştı. Ruhta iyinin ve fenanın en 8on &ırlarına erişmek için ger- ginleşiyor. O keşfetmek, fethetmek için yeni bir kuvvete bir ifadeye muhtaç. Bu ifadenin yaratıcıları yerde biter gibi meydana çıkıveri- yorlar Bunlar beş on sene içinde adetleri yüzleri bulan şairlerdir. — Devamı var —