150 ABASININ ölümüne ağla- mamıştı. Borçlarını vere- GÜLMESİNİ VE mediği için de özülmüyor- du. Senelerdenberi üstüste gelen hâdiseler ona gülmeyi unut- turmuştu. Gülenlere gıbta etmiyordu; hat- t& biraz sinirleniyordu bile. Bu- nunla beraber çocuklardan başka ağlıyana da rast gelmiyordu ve dü- şünüyordu ki dünyada gülmek için ağlamaktan daha çok sebebler vardır. Uzun zaman bu iki hissi kay- betmiş olmanın yesini tuttu. İçini en deyreğinden en sıkına kadar bir sürü kalbutdan geçirdi. O za- man anladı ki, hayatını dolduran bu kendini dinleyiş; içinde yürüyen, konuşan alelâcaib düşünen bam- başka bir insan yaratıyor. Btrabudeki bütün insanlara iç- leri sır dolu birer küp nazarile bakıyordu. Onların sükütlarına da kahkahalarınada kendisini yabancı hissediyordu. Hele yeşil gölgeli kahvenin bir köğesinde elindeki gazeteyi okur gibi yaparak etrafı- na uzun uzun baktığı zamanlar bin bir mana ifade eden bu insan tipleri daima sinirlerine dokunur; bazan elindeki bir paketi orada unutarak kahveden fırladığı olurdu. Birkaç gündür üstüste kahveye uğruyordu. Fakat bu akşam evvel- ce hiç raatlamadığı yüzlerle kar- şılaşmıştı. Şimdi; şu masanın de- mirlerine tombul bacaklarını sarıp oturan şişman komisyoncuya bakı- yordu. Gülerken ucunun nereden başlayıp nerede bittiği belli olmı- yan göbeğinin sarsıldığını görü- yordu. Bu adam kendisi için okn- dar manâsızdı k; (neşesini etrafta- kilere aşılamak isteyen bir cesare- ti nereden alıyor!) Diye düşündü. Ağzı kalabalık bir hesap defterine benzeyen bu adamın her cümle- sinde para şıkırtıları duyuluyordu. Bu adamdan nefret etti ve uzun uzun bakıp başının içinde dolaşan bir sürü yağlı ve iri hayvanlar- dan birisine benzetmeye çalıştı. Ya kapının dibinde hiç kımıl- damadan oturau esmer delikanlı., SERVETİFÜNUN AĞLAMASINI 2 Yazan: Arif KAPTAN Hele onu görmeğe hiç tehammül edemiyordu. Gırtlağı düşmüş in- cecik boynu ve patlak gözleriyle daima bir noktaya takılıp kalan bu adamı tıpkı bir hindiye ben- zetti. Onun kim olduğunu ve ne düşündüğünü belli etmiyen çizgi- siz yüzü, bakarken kapalı gibi du- ran gözleri bir muamma idi. Mu- amma halletmeşini gevmiyordu. Başkalarına sit olan her şeyden nefret ediyordu. Yalnız bir defa içine bir şüphe girdi. (Acaba o da benim gibi gülmesini ve ağlama- sını unutan biri mi?.) Diye düşü- necek oldu. Ozaman başkalarının gözünde bu esmer delikanlı kadar sıkıntılı bir mevzu olabileceğini anladı ve birden bire ayağa kalk- tı. Ceketinin eteklerini çekiştirdi, etrafındakileri çabuk çabuk süzdü; kendisine dikilmiş 'bir tek gözle bile karşılaşmadı. Kapıya doğru yürürken kendi kendine: (Ne ev- hamlıyım!.) Diye söyleniyordu. Bugün her zamandan daha er Aynalarda — Ziya Osman'a — Aynalara uzanışı bir yüzün, Bir mırıltı, bir itiraf.. bir çığlık! Ağır ağir kayboluşu gündüzün: Aynalarda bal rengi bir aydınlık !.. Gavsi Halld Ozansoy No. 2466—381 UNUTAN ADAM ken evine döndü. İçeri girerken karısının yüzüne bakmadı. Yalnız çorabının topuğundaki yırtık gö- züne ilişti, Yüzünü yıkamak için musluğa yürüdü; açtı. Yosun rengindeki musluğun ucundan birkaç damla su aktı. Bu damlalar ona çoktan unuttuğu göz yaşlarını hatırlattı ve o dakikada ağlayamadığı için babasının ölümünü düşündü, Oda- sina girince masasının üstünde on gündenberi sürüklenen su mak- buzu gözüne ilişti. Terkosu kes- tiklerini anladı. Parası olmadığın» dan yüzünü yıkayamadığına canı sıkıldı. Mademki babası öldüğü gün ağlamamıştı; bunu da ağlamak için kâfi bir sebep bulmadı. Pençeresinin kenarındaki sak- sılara bakıyordu. Çiçeksiz fidanla- rın gülmek ve ağlamaktan mah rum bir insan kadar manâsız ve tufeyli şeyler olduğuna hüküm etti, Onları söküp sokağa atmak istedi. Mademki kendisini de kaldırıp so- kağa (o fırlatamıyordu bu fik: rinde kolayca vazgeçti. Beş gündenberi yosun rengin» deki musluğundan fışkızau bol su ile yüzünü yıkıyordu. Buna hiç sevinmemişti. Yarın gece gaz lâm- basiyle okumak mecburiyetinde kalırsa buna da üzülmiyeceğini bi. liyordu. Bugün gözlerine ibanamıyacak kadar şaşkınlıklar geçirmişti. Yeşil gölgeli kahvede hep aynı yerde oturan o esmer delikanlıyı, yerini değiştirmiş ve yanındakilerle şaka- laşarak güldüğünü gördü. Sesi, kabkahaları kulaklarına bir çivi gibi battı. İncecik boyununu bir limon gibi aıkmamak için kendini zor tuttu. İkinci hadiseden o kadar sar- sılmadı. hayrete alışmıştı. Şişman komisyoncunun yapyalnız bir kö- şeye çekilip evvelce masanın de- mirlerine sardığı tombul bacakları- nı yanyana kavuşturarak düşün» düğünü gördü. Çizgisiz yüzünde