SERVETİFÜNUN No. 2966—581 DALKAVUK? Yazan : — Geçen Sayıdan Devam — günlerimizin en büyük bir kısmını be- raber geçiriyorduk.. Aramızda çok samimi zannettiğim, bir bağ vardı. Birbirimizi ayni kuvvetle takdir et- tiğimizden şüphe etmiyordum. Zan- nediyorum ki, temeli hüzün olan bir anlaşma aranızda mevcut. İçten mükemmelleşme zevki ile, küçük inadlarımı kırarak, şehvet hissini andıran bir sükünetle her şeyi kabul ediyordum. (Bu zevk beni, sonunda mahvetti) .. Diğerlerinden hiç ayrılmıyan bir günde, müthiş bir keşifte bulun- dum. Hayatımın ük ve en acıklı tecrübesi oldu: Dostum, kendine bir yükseklik süsü vererek, beni yalnız bir makalak gibi addediyordu. Her sözünü ve yaptığını tasdik edişimden, beni pek müsait bir ay- na yaparak, lüzumunu hissedince, gözlerini üstümde gezdiriyordu. Tanıdıkların nazarında, “yegâ- ne” addedilen, iki senelik dostluk- tan sonra, bir gün çekiştik. İlk ve son defa oldu. e, dostum arkamdan bağırd — Sevimli, bir. dalkavuksun | Tanıdıklar da, ayrıldığımızı du- yunca, ittifakı öârâ ile, benim bir “nankör” olduğumu tasdik ettiler... — uz. Arkadaşlık kapısına kilidi takın- ca, kendime başka bir kafadar ara- dım. Evlenip, mesud olabileceğimi, düşündüm. Bir kadın bulmak iste- Cavit Yamaç dim. Bir çokları, beni lâkaydlikleri ile reddediyorlardı. Silik bir fotoğ- rafla ideal kadını arıyordum. İnsan- lar, karanlık, şekilsiz görünüyor- lardı. Ben ise arzu ettiğim kadında, başka bir vasıf ta arıyordum. Etinden, başka yerlerini de gö- rebilmem için “şeffaf” olmasını is- tiyordum. Onun, vücudu öyle olma- lıydı ki, başımı göğsüne gömdü- güm an, semanın parlaklığını da görebileyim. Ve M.e rastladım. Tanıştığı- mızdan bir ay sonra, dünyanın en “berrak” insanı görünüyordum. İyi, fena, tabii, sun'i olmağa zaman yoktu. M. i ihtiyacıma göre, en yüksek ve serbest çizgilerle şekillendirmek istiyordum.. Beni çıldırtarak, bir gün; — Sen, bir dalkavuksun | dedi. İrkildim : Ne demek istiyordu?. Ona, nasıl dalkavukluk etmiştim ? Gecikmeden, izah etti: O, kendi- sini şeffaf görürken, söylediklerime hiç inânmıyormuş. Temiz olmayan bir sırı gizliyen cürüm şeriki hissini veren gözleri: — Sen, benim bir melek oldu- ğumu söylüyorsun.. Benim de, bu- na İnanmamı veya inanmış gibi gö- rünmemi istiyorsun.. Zeki bir dal- kavuksun.. Maksadına ermek için güzelliği maske gibi kullanıyorsun L. “Şeffaf” kadın ile de, tecrübem böyle bitti. Arkadaşlıkla iki âşkla yalnız bir sene kaybettim.. KISA ROMAN Nihayet, bir üstad aradım: Gençtim, yaşlı bir adam tecrübe- siyle işime yarayabilirdi. Kendini iyi muhafaza etmiş, mahsuldar mazisinden memnun ka- lan, bir kaç neslin akıl hocalığını deruhte etmiş olan bir adamı seç- tim... Kimsenin, hürmet etmemeği düşünmediği bir takım haklar sahi- biydi. Üç senede hocamı ziyaret ettim... (Mümkün olan tecrübelerin hep- sini denemeden, insan nasıl kendi- ni bulabilir ?) “Harikulâde” bir in- sandan, ne fazla ne de eksik bir şey istemiyen, sâf adamın biriydim. Allahın mevcudiyetini şöylece ka- bul etmiştim : Yalnız benim için, ihtiyacını his- settiğim şeyler vardı. Diğerleri için, Allahın mevcudiyetini hissetmiyen- ler için Allah nasıl var olabilirdi? Dünyayı böylece iki yeayırmıştım: Aradığım harikulâde adam bir yerde muhakkak bulunmalıydı, çün- kü lüzumunu pek çok hissediyor- dum. William Blake'ın “Yaşayan her mahlük, mukaddestir | * hikmetine inanmış, hiç bir insan nefrete lâyik değildir, prensibiyle, bir çok defa- lar gülünç vaziyetlere düşerek “'mu- cizeyi” boşuna bekledim. Üstad ihtiyarlıyor, ben ise git- tikçe sönüyordum. Üstadın yanında eserlerinden bahsedilince pek hoşlandığını öğ- rendim. “Külliyat” ını okuyup, hep- sini su gibi ezberledim ve etrafının en çok kalabalık olduğu bir anda “çatl,, diye kitaplarından satırlar oku- yordum. Etrafındakiler, hayretle ona ba-