k 148 SERVETİFÜNÜUN No. 9966—58İ NAiL Wnin bitmek üzere olan romanından bir parça İZİM Taş tayyaremiz, şehir- den bir bayli uzaktaydı, ve yüksekçe bir düzlükte kuru» laydu. Koğuşumuzun dara- cık, tek penceresinden, bütün şehri görmek mümkündü. Sırası gelmişken şunu söyliye- yim ki, bir mahbus dışarısiyle bağı- nı, nekadar kesebilirse, o derece rahatlaşır. Mesele; bu dört dıvarın dışında başka bir âlem, başka bir dünya olduğunu mümkün olduğu kadar unutabilmektedir. Kapısız, pençeresiz, taş bir höc- rede yapayalnız yaşamak, her halde, pençerelerinden, pırıl pırıl yanan harikulâde bir şebrin bütün haşmet ve güzelliğini gören ferah bir koğuşta oturmaktan çok daha rahattır. Böyle bir odada, insanın gözü, her dakika her saniye dışa- rıya, uzaklara kayar, ve bu, insana, mahbusluk, mahkâmluk acısını her seferinde yeni baştan tattırır. Dışarıya karşı duyulan hasret, in- sanda bilhassa geceleri çok daha ezici oluyor. Taş tayyaremizin hissemize dü- şen odasının, tek pençeresinden seyreddiğimiz şehit, bilhassa gecele- ri o kadar çekici, harikulâde idi ki, ne diyeyim bilmem, duyulur, fakat anlatılmaz bir hisdi bu... Şehir, büyük bir dağ yamacına yaslanmıştı. Geceleri, elektrikler yandıktan gonra, tıpkı dağın ger- danına asılmış bir kolye gibi pr rıldar, ve bize ta uzaklardan nazlı, utangaç bir gelin edaşile gülümser e ği i göz kırpardı. Bilerimizle pençere- nin demir parmaklıklarına asılıp, bir defa bile, kımıldamadan, bare- ket etmeden, konuşmadan, onu, ta, gece yarılarına oy seyreddiğimiz günleri çok hatır Hapishanede, seyi öyle katı- iaşıyor, hisler öyle taşlaşıyor ki, indan zamanla müteessir olmasını, hattâ, ağlamasını bile unutuyor. Öyle arkadaşlar tanırım ki, en sevdiklerinin ölüm haberi karşısın da bile Kyme dudak büküp geçmişlerdir. Banâbla, dışarda birinci dere- cede gelen ihtiyaçlarımız da, ar- tık yavas yavajğ kayboluyordu. Hattâ günlerce, kuru ekmek ye mek bile bize tabii gelmeğe baş- lamıştı. Bizi en çok rahatsız eden ihui- yaç, kadın ihtiyacıydı. Rüyaları- mızda bile! Fakst hayret! Hapis- hane dışında, sik sik ziyaret- lerinden bıkdığımız kadın hayalle- ri dahi, bizi yavaş yavaş unutuyor- lardı artık... O kadar özlediğimiz, o kadar istediğimiz halde, bizim soğuk odacağızımızı ziyaretleri öy- le nadirdi ki, ayda yılda bir, bahtlı bir arkadaşın hissesine düşen bu zi- yaret anlatıla anlatıla bitirilemezdi. Gözleri, kaşlar, boyu, bosu, kulaklarının biçimi, saçlarının ren- gi, konuşuşu, yatışı, tavru, edası, birer birer, bir masal'gibi, evvelâ toptan bütün arkadaşlara, sonra da ayrı ayrı, tekrar hepsine birden bir lâtuf gibi, yeni baştan anla- tılırdı. Asıl şunu da itiraf etmek lâzım- dırki, bu tekrar tekrar anlatma bizi katiyen sıkmazdı, hattâ hemen hepimiz, yeni bir ziyaret vakasına kadar, o talihli koğuşdaşı (vatan- daş mukabilidir) köşede bucakte teker teker sıkıştırır, rüyasını tek- rar tekrar anlatması için ona âdeta yalvarırdık. Fakat, yeni birrüya bir evvelki- nin pabuçlarını dama atıverirdi. ondan sonra bir evyelki unutulur, ve yeni baştan, yenisinin apak v6 dinletme bahisleri başlar Öyle gecelerimiz olurdu yi o gece de böyle bir rüya göreme- mek, ihtimalinin verdiği korku ile sabahlara kadar uyuyamaz, hiç olmazsa, onu, yarı kapalı gözlerimizin önünde şekillendirmek için, bazan ta, sabahlara kadar uğraşır dururduk. Fakat ne gariptir ki, mahpus- luk günleri uzadıkça, hayâlimizi dolduran güzel kadın şekilleri de yavaş yavaş garipleşiyordu. Zaman- İa, bir kadın vücudunu gözleri- mizde rialli adeta im- kânmzlaştı. Müthiş bir inatla, gö- güse tabii bir biçim vereyim der- ken, bacaklar örümcekleğir, yü- zün hatları çöker sararırdı. Yeni baştan, o azaların tamiri bizim için adeta imkânsızdı artık.. Ne yapsak, ne istesek natile.. Za- manla bütün bir vücut aecsipleşir, cadılağirdı.. Günler geçtikçe, ziyaretlerin arası öyle uzamağa başladı ki, bir — Devamı son sayıfada