İikarnas ön Akıntı ile salınan rehk katlarının dal ve yap- sğaçlar arasm- pe Kaşlar giöi renk renk kapırardn. Öyle berrak ve yeğiidi ki, insan kendisi- doğrn derinliyen, ters bir göğün kenarında 88 İnşan bif uçurum kena- bir tirpetti duyu- ğ Ğ geni derinlik in- &# emiyor, bir öpüş "kin gönlünü g#oruyordu. . A acı acı boyun eğmiğşti. SERVETİFÜNUN No, 2939 —554 b 7 i 1 a Balıkçısı Öyle ki, Fatma huucundan ba- ns bağlı olarak, gayri ihibtiyari değize iğiliyordu. Bn iğiliş detin- Hklerin çeğırışına gönlünün verdi- gi cevaptı. Sonra garipsi bir iç çekişile irkiliyordu. Gönlü güçlük- le gövdesine dönüyor. Kabuğüna tırmanıp darlığın içine kıvrılışor; ve berraklıktan aldığı berraklığta gejmiş hayatınığ #akikt mahiyeti- yi seçebiliyordu. İokacı tak! tak! ihdikçe, geçmiş hayatının gafha- lar hakkındaki düşünçelerini nok- tahyordu. Günün birinde yer yüzüne doğ: maşta. Çocukluğunda onda, olacak biş şeyi bekliyen bir bal vardı. yığının günü müjdelediği gi- bi, üzmidi de ona çok güzel ve gok: ekömmiyetli bir hayat yaşayacağı ipdneını veriyordu. Fakat geçim zoğluğunun ensesine binen ağirli- giy otuyan Ohadyvanlarda olduğu gi ümitlerle ayıklara, ve doğa- yeni yeni günlere bakan ba- kışlarını kuru ekmeğe saplamıştı. Uraduğunu bulamayınca bulduğu- Felce uğrayanlar gibi ötesi berisi bur- kufmuştu. Çocukken babasından, Anasından, büyükkende kocasından dayak yemişti. Hiç şarkı işitme- mişti. Kulağı yalnız öfke kükre- yiğleri, küfür, ve kocası uyurken horultusunu dinlemişti. Gözleri yal- nız gübre klimesini görmüştü. Son- ra çoçuklar doğurmuştu. Onları enjziriyordu. Diş çıkarma sanci- latı, ağlayışları, hastalıkları onu kara saçlarından kavrayıp yedek- te çekilen bri mahlük gibi sürük- lüyoriardı. O da başka çocukların zararına olarak kendi çocuklarınıu çikârı uğruna yalan söylüyordu. Analığı gönlünü bir zından gibi dapadar örüyor, ve gönlünün baş- ka insanlara akışına sed çekiyordu. Tarlanın ortasına dikilen bir agaç gibi, doğar doğmaz tarihi kadime- saplanmıştı.” Hayatı dört bin sene evvelki bir yaşayışın mezarına gö- mülmüştü. Kara Fatmanın tokacı yine dur- du, Gevşiyen avucundan denize düştü. Darlık içine &ikıfıkı tıkılan hayatı sanki birdenbire glâkını kır- mıştı. Boşanıp açıklara akmağa koyulmuştu. Gene önüne baktı, bakışı uzadı. O âne kadar söyliye gelmiş olduğu yalanlaman, çi- karı için çevirmiş olduğu dolapler- dan işittiği oküfürlerden, yediği dayaklardan bıkmıştı. Ogün gör- meğe başlıyan bakışı denizde uza dıkça, sanki evvelki görüşlerin pis- liğinden ve pasından yıkanıyordn, gönlü sânki &cılardari soyunuyordu. Artık akşam oluyordu. Güneş batıyordu. Her tarafta kıpkırmızı bir ışık harladı. Gökte açan küçük bulutların kenarlari çepçevre tutuştu. Kayaların üzeri- ne fısıldayarak gelen deniz, sanki kırmızı bir ışıktı. Serpintisi kır- mızı ışık damlalarıydı, bütün de- relerden, tepelerde denize kırmızı ışıklar akıyordu. Çiçekler bile baş- larını salladıkça yüzlerinden sağa sola kırmızı ışık döküyorlardı. Bü- tün yaradılışta gel! gel! diye ça- ğıran bir hal vardı. Denize doğru bir kuş uçtu. Ça- gırdı. «Daha ötede daha yapayal- nız bir uzaklıktan Fatmayı gene çagırdi. Çağırışının çizgisi enğin ıssızlıkta inceliyordu. Ağaçların, dalların, ve karaların kızıllıkları akıp giden günle beraber akıyor- du.» Fatmayı hep «beraber gel!» diye çağırıyorlardı. Kara Fatma sağına soluna ba- kındı. Yapayalnız olduğu halde yalnız olmadığını duyuyordu. Yer