47 SERVETİFÜNUN (rfosların imparatoru No. 2233—3548 tutuldu — Halikarnas Balıkcısı Gökova körfezinde balık aylayorduk.. 'Kayık orüegürini bulmuş, yolunu almıştı. Kıyı- gın toprakları, kayaları, renk- eri, kumsalları, zümrüd gibi koylar: kar&, çanilıkları ve bahur or- mantarı, kayık öne fırladıkca, ardıma doğru kovalaşarak bir- birinin özerine abana abana kaçıyorlardı. Aga demisi denizcilerince girti denilen gürütme avı ipinin udunu Veli patuyordu. Rakı Peliye ve dümen de epeliye emanet edilmişti. Bir- den Veli meşeli bir nara attı. Kayığın yolunu kesmek için Tepeli orsa etti. Çünkü orsa ge ele e olsaydı, başıyla, balığın voltaya Vek ylğbildiğine ipi çeki: çebi, “TÜ arkamıyda dört beş kiş uzirtuğunda caşılı bir gü ir ye denizderi sıç- #den sinagrit Ni mağ gelmiz- hem sövüp sayıyor, yalvarıp âya * ediyanda. de saman şöyle edin, wa “diye boyuna nasi- ifa ediyordu, tavaiyelerde Suğlerdu, Veli ise hem kö yından boşanıp alabildiğine uç- ta ve böyle bir asırlık zamani vi dalgaları, kap- . .dümene geçti. “koparıp, - balığı. , bir saniyede bitirdi; yahut zin- gadak yerinde saplanakoydu. Her ne hâl ise, hakikatta bir dakika bile sürmiyen fakat balıkcılara bir asır kadar uzıyan bir zaman zarfında onlar küfür dua ve tavsiyeden başka birşey yapmadılar. Nihayet öfkesinden kızarıp bozaran ve ağzından sular püsküren balık, kuyruğu- nu tepe tepe kayığa girdi. Üç avcı birbirlerine sarıldılar. Şa- pır şupur öpüştüler, sevinçlerin- den bir balkanlı sirtosu, bir hora tepişi gibi bir dansla gü- verteyi güm güm öttürdüler, Kayık gene yol aldı. Bu sefer Tepeli sirtiye, Veli de Derken Tepeli- nis kolu sar'aya tutulmuş gibi sarsılmağa başladı. Her halde bü sefer takılan bir balık de- yil, fakat imutlaka bir alâmet, yahud bir ada olacakdı. 'Tepelinin yüzü kıpkırmızı içesildi, sesi kısıldı. Veli telâ- şından istif ettiği rakı şişele- tinin üzerinde kip zıp hopla- yarak, çoğunu patlatdı. Tepeli her nasılsa sesini buldu, Orsa sİabanda! «Bire herifleri» diye görledi. Veli gövdesinin bütün yükile dümenin lekesine da- yandı. Kayık ebediyen dünya- dan ayrılacakmış gibi göğe doğru atıldı, Sonra rüzgâra doğru yükselirken güvertesini dmdik bir keremit damı gibi yasladı. Ellerile güç belâ an- bar tavanına tutunabilen Veli- nin ayakları altından farslar kaybolüverdi. O, orada armud gibi sarkıyor, havayı tekmeli- yordu. Veli dört ayak üzerine gelmiş, denize baş aşağıya da- lanlar gibi ardı havaya kalk. mışdı. Olanca kuvvetile skota- ya asılıverdi. Geminin sancak punya delikleri, hattâ küpeşte- leri adam akıllı denize batmış- dı. Tepeli «aman korkmayınız! Batarsak batalım! oOÖrfosların imparatorunu yakaladık gali- ba. Herifi kaçırmıyalım> diye avaz avaz yalvarıyordu. Ver yırtıldı ve bir sürü kurdelâ hâlinde rüzgârda yap- raklandı. Kayık hızla dönerek provasını rüzgârın gözüne da- yadı, ve durdu. Balık asılınca ipi koparıp kaçmasın diye, Te- peli yavaş yavaş balığa kalu. ma, yani ip veriyordu. Avucu ipi sıkmaktan kıpkırmızı ol- müşdu. Fakat o an kolu bile koparılmış olsaydı oduymıya- cakdı. Tepeli her ne kadar cimri davrandıysa da, balık eldeki ipin topunu çekip gö- türdü. Artık balığa vetilecek ip kalmamışdı. Ne var ki tam o sirada balık asılmakdan ve ip almakdan vaz geçmişdi. 'Te- peli harıl harıl ipi gerisin ge- riye sağıyordu; ve geri aldığı her karış ipi Tanrının büyük bir lütuf ve nimeti sayıyordu. Dünyada bin bir çeşid mu. vaffakiyet vardır. Fakat acaba hangi muvaffakiyet tutulan: ba- lığın götürdüğü ipden, gerisin geriye karış karış ip çalınak kadar hoşdur? İşte tam bu sı- rada Allah 'Tepeliye karşı, se- kiz kollu bir Hind mahuduna karşı davrandığından çok daha cömerd davranmışdı. 'Tepelinin