No. 2231—546 ve anlatmış olduğumuzu, an- cak ertesi günü öğle sıcağında sözler eriyipde, uçdukdan son- ra dinliyebiliyorduk. Bu gidiş- le değil sözlerimizin fakat ken. dilerimizin de donacağımızı an- fadık. Batıyı iskele bordamıza ve doğuyu &ancak omuzluğu- muza almak suretile dümen kırdık. Yel müsait esdi. Yolumuza fışıl fışıl devam ettik. Vine adadan adaya kıyıdan kıyıya uğradık. Gidişde bir verip, bir yerine almış olduğumuz ikinin birini vererek; ve o bir yerine yine iki olarak, bol bol dün- yalık topladık. Artık provamız Basra tarafına bakıyordu. Bun- ca sıkıntıdan sonra evlerimize yan gelip, bacaklarımızı uzata uzata keyif çatmayı adam akıllı hak etmiştik, Dönüş yoluna gireli dör. düncü hılaldıkı açık denizde koca bir adaya rasgeldik, Ada- ya yaklaşınca adanın ada olma- yıp da ölü bir balık olduğunu anladık. Meğerse bizim demiri yutan balık değilmi imiş; boyu . o kadar uzundu ki kuytuk ta- rafına vardığımız zaman tan- yeri ağarıyordu. Gövdesini ki- yılayarak yolumuza devam et- tik. İkindi sularında baş tara- f#ina vardık. Bu kadar kocaman bir hayvanın bütün gövdesini kayığımıza alamazdık. Ağzı 4- gık duruyordu, çıralar yakarak ağzına daldık. Dilini kesip ka- yığa taşıdık. Dilinin altında kayığımızın demirini ve demi- rin zincirlerini bulduk. Demir- le zincir dilinin altında, dili- nin Sol tarafında gizli idi, Ga- liba insan boğazına balık kıl- çığı kaçıpda insanın ölümüne sebeb olması gibi, kayığın de- miri de balığın ölümüne sebeb olmuşdu. Dönüşümüzde bundan başka, fevkalâde bir hadise olmadı. UYANIŞ Hülyalarımın sevdiği yer.. Gece, mandaların gözlerindedir. Sabah, medar kuşlarının gagalarında. Çimen, bulut, tarla tohum, herşey yerli yerindeir, Bense ömrün alargalarında... Artık hülyalarımın sevişdigi yer Ne dalında ağdalaşmış bır iocir, Ne gündüze meme veren bir fecir, Ne malibülya bahçeleri... Şimdi hülyalarımın sevişdiği yer Mandaların kara gözleri, , Gözlerin mettehidülmerkez daireleri... Ankara - 1939 Cahid Sarffed Demirimizi ve zincirimizi bulalı hilal üç kere bedr olmuş- tu. Rüzgârda arkadan püfür püfür esiyordu. Bir hafta önce- denberi Aden kıyılarını gör- memiz lâzımdı. Halbuki hâlâ önümüze bomboş ufuklar yayılı- verdi. Hepimiz merak etmeğe başladık. Acaba denizmi büyü- dü, yoksa karalarmı küçüldü diye birbirimize soruyorduk. İşte tam o sırada kayığın kö- peği burnunu önümüzdeki ufka doğru uzattı. Babamdan kalma bir tazı idi. Hvibarkı, sığırı sıpayı satarken, onu yabancı ellerde bırakmağa kıyamamış- tım. Arkadaşlarıma «artık kork- mayın> dedim «üç güne kalmaz karaya varırız? «çünkü bu tazı tavşan kokusunu üç gün öteden kapar.» «burnu ta o mertebe hassastır. > Diye ilâve ettim. Netekim ki söylediğim gibi çıktı. Tazının burnunu pusula ibresi diye kullandık. Ve üçün- cü gününün akşamı, sağ salim olarak Basra şehrinin önüne demirledik. — 5 inci sayıfadan devam — Şarlo Goll, 1924 de Hans Siemsen, gene ayni senede Gerharb Aus- legel, 1929 de E, Burger hep Şarlonun hayatından bahseden kitablar yazdılar. Sarlo bugün Hollywood'da kendi hesabına açtığı studyo- sünda her şeyi kendisi olarak filmler çevirmektedir. İki üç senede ancak bir, fakat özlü film çıkardı. Şarlo yaşının hay- li ilerlemiş olmasına rağmen boş zamanlarında sporla da meş- gul olmaktadır. Uzun seneler kazandığı mu- vaffakıyetlerden sonra bugün bir köşede sâkin ve mütevazi bir şekilde çalışması perestişkâr- larını düşündürecek bir vazi- yettir. Acaba şimdi sinema âle- minde kendisinden sonra yetişe- cek başka bir dâdiyi mi bek- liyor? Nurullah Kâzım Tilgen