270 SERVETİFÜNUN | SAF BİR KALB Güstave Flaubertden Çeviren : Ferid Namık Hansoy | Yol o kadar fena idi ki, gide- cekleri sekiz kilometroluk mesafe iki saat sürmüştü. Atlar dizkapak- larına kadar çamura araba teker- leklerinin yapmış olduğu derin çu- kurlara dalıyor; kuvvetli ve ani hareketlerle çıkmağa çabalıyorlar; bazen de sıçramaları lâzımgeliyor- du. Liyeber'in kısrağı bazı mabalj- lerde birden bire duruveriyordu. Adam, havanın yürümesi için sa- bırla bekliyor; hayatı hususiyeleri- ne dair ahlaki mütaleslar ilâve ederek, geçmiş oldukları yollara yakın çiftlik ve arâzi sahibleri hakkında izahat veriyordu. Böyle- ce Tuk'un orlaların geldiklerinde, giçeklerle çevrili pencereler altın- dan geçerlerken, kollarını kaldıra- rak: —« İşte, genç bir aladı &lan Madam Lehuusse isminde biri ki...» Derken, Pilisite sözün mabadini işitmemiş; atlar tarışa, mekreb dört nala başlamış; bir keçi yolu geçil- miş, parmaklıklı bir mania açıla rak iki çocuk görünmüş ve hemen hemen kapının eşiği üzerine bay- vanlardan inmişlerdi. Liyebar anne, hanımını görünce taşkın sevinç emmarelerfi göster meğe başlamıştı. İşkembeli, sucuk- lu, tavuklu, şaraplı, kompostulu ve meyvalı bir öğle yemeği hazır- lamıştı; rahmetli büyük anne ve babalarını görmüş ve bir çok ne- silden beri gilenin hizmetinde bu- lunmuş olan Liyebar'lardan bah getmeyi unutmıyarak, bütün neza- ketile Madam'ın çok sıhhatli gö- rünmesinden, Madmazelin pek gü- zelleşmiş ve Mösyö Pol'un haki- katen serpilmiş olmasından duy- duğu sevinci anlatmağa başlamıştı. Çifiliğin de, onlar gibi, bir es- kilik vasfı vardı. Tavanın putrel- leri kurtlanmış, duvarlar kurumdan ve dumandan siyahlanmış, taşlar tozdan kurşunileşmişti. Raflarda her nevi mutfak edevatı, güğüm- ler, tabaklar, kalaylı kaplar ve saire bulunuyor; kocaman bir ten- kiye âleti çocukların gülmesine vesile oluyordu. Bahçenin diğer taraşındakı küçük binaların, renk- leri eşmerleşmiş ve biri birine müsavi olmayan yığınları seyrek- leşmiş sazdan çatıları en kuvvetli rüzgâr ve fırtınalara mukavemet ediyor bununla beraber, arsbalık, hemen hemen harabe haline gel- miş bulunayordu. Madam Oben buna dikkat ettiğini ve icabına bakacağını söyliyerek hayvan ko- şamlarının hazırlanmasını emret- mişti. Truvil'e varmak için daha ye- rım saatlik bir mesafe vardı. Kü- çük kervan Hkor'lardan geçmek için yaya olarak yola koyulmuştu; burası denize hâkim, meyilli ve sarp .bir kayalıktı, Üç dakika sonra sahilin ucunda. “Altun kuzu,, bah- gesine, David valdenin evine gir- mişlerdi. Virjini, ilk günler zarfında, ba- vanın değişmesi, banyoların tesiri neticesi olarak biraz toplamağa başlamıştı. Üzerinde bir şey bu- lunsun diye, denize gömlekle girip banyosunu yapıyor; hizmetçisi onu, banyo yapanlara yarayan bir güm- rük kolcusu kulubesinde giydiri- yordu. Öğleden sonra, Henkevil sahi- linde, Roş-Nuar'ın öte tarafına ka- dar merkeple gidiyorlar; evvelâ, bir parkın çimenleri gibi yem ye- sil arazi arasından yukarıya doğru çıkan patika yolu tutuyorlar; ot- lakların ekin tarlalarının biri biri arkasına takibettiği bir yaylaya vâsıl oluyorlardı. Yol kenarında, böğürtlen yığınları arasında diken- ler yükseliyor; ötede, beride, ihti- yar bir büyük ağacın dalları mavi gökte zikzaklar yapıyordu. Hemen hemen her gün, Dovil solda, Havr soğda ve bütün deniz karşıya gelmek üzere bir çayırda dinlenişorlardı. Güneşten parılda- yan, bir ayna gibi düm düz olarak, No. 2196—510 tatlı mırıltıları işitilen denizi geniş semanın kubbesi ihata ediyor, her tarafta serçelerin cıvıltıları yük&e- liyordu. Bir tarafa oturmuş olan Madam Oben, kendi el işile meş- gul oluyor; yanında, Virjini, sazları örüyor; Felisite levanta çiçeklerini ayıklayor; canı sıkılan Pol da git- mek istiyordu. Başka seferlerde, Tuk'u vapurla geçerlerken, midiye arıyorlardı, Denizin derin olmıyan kısımların- da, deniz kestaneleri ve yıldızları görülüyor; çocuklar rüzgârın sürük- leyip götürdüğü köpükleri tutmak için koşuyorlardı. Durgun dalgalar kumsalın im- tidadınca yayılıyor; gözün alabil- diğine kadar uzanıyordu. Truvil'. den döndükleri vakit, küçük tepe- lerinde, her adım genişliyor ve Truvil, biri birine müsavi olmıyan bütün evlerile, neş'eli bir karga- şalığı andırıyordu. Çok sıcak günlerde, odalardan dışarı çıkılmıyordu. Dışarının göz kamaştırıcı aydınlığı pencere pan- curları arasından içeriye doğru sızıyor, her tarafı kaplıyordu. Köy» de hiç bir gürültü işitilmiyor; aşa- gıda, kaldırım üzerinde de insan görülmeyordu. Her tarafa göken bir sessizlik eşyanın sükünetini artırıyor; uzaktan kalafatçı çekiç- lerinin sesi işitiliyor; ağır bir mel- tem katran kokularını getiriyordu. Başlıca. eğlence, kayıkların dö- nüşü oluyordu. Şamandıraların ara- sından geçerlerken, volta vurmağa başlıyorlar; yelkenleri, direklerinin üçte ikisi nisbetinde indiriliyor; mizana yelkenleri bir balon gibi şişiyor; ilerliyorlar, limanın ortası- na kadrr, dalgaların çırpıntısı için- den kayıyorlear; sonra birden bire demirleri denize düşüyordu. Daha sonra, rıhtıma yanaşıyorlar; gemi- öiler, oynayan balıkları, bordadan dışarı atıyorlar, bir sürü yük ara- bası onları bekliyor, boneli kadın- lar sepetlerini alarak erkeklerini kucaklamak için ileri etılıyorlardı. Bir gön, bu kadınlardan biri Felisite'şe yaklaşmış, az bir zaman sonrada çok neğ'eli bir tavırla oda- sına girmişti. Felisite kendisine bir kız kardeş bulmuştu. Bu kadın, kucağında bir süt çocuğu, sağ elin- de diğer bir çocuk, 80l elinde sıkılı yumruklarını beline dayamış ve beresi kulaklarına kadar inmiş kü-