No. 2187—302 UYANIŞ 139 Gene Acıpınar başındaydım.. Demin size gös- terdiğim papatyalarla örtülü tepeden ince temiz bir ses, bir genç kız sesi dalgalandı: — Dadı tut, kuzum tut şu kuzuyu!.. Ve küçük neş'eli kahkahalar.. Elektriklen- miş gibi geldiği yere doğru yürüdüm. Küçük beyaz bir kuzu pınara doğru koşu- yor... Papatyaların içine diz çökmüş bir genç kız sımsıkı kucakladığı papatyaları bırakmadan, kuzuya doğru koşan siyah yüzlü bir kadını pırıl pırıl yanan gözlerile takip ediyordu... nüme kadar gelen yaramaz İhayvancağızı tuttum.. Kollarımda çırpınmasına aldırmadan genç kıza doğru yürüdüm... Oda ayağa kalkmış, iri iri açtığı renkli göz- lerinde tutuşan hayret kıvılcımlarile bana ba- kıyordu. Bu çok güzel gözlerin bakışı, yanışı, parla- yışı öyle masum öyle temizdi ki... .Ben yirmi yedi yılı bulan ömrümün kadınlarla örülen uzunluğunda böyle temiz gözlü, bu kadar şa- şırtıcı bir insan görmemiştim. Söz söyliyemiyecek kadar heyecanlıydım. Kuzuyu papatyalarla dolu kollarına uzattım. O da heyecanlıydı.. O da bir şey söyleme den çiçeklerini bırakmadan kuzuyu kucağına aldı... İkimizde bir şey şöylemeden bakışırken dadı imdadımıza yetişti... Şefkatli bir sesle : — Aman berhüdar ol oğlum.. Bu ihtiyar halimde beni koşmaktan kurtardın!. diye çi- menlerin üzerine uzandı. Genç kız da kuzusu ile diz çöktüğü yere oturmuştu... Gözlerini papatyaları yemeğe çalışan kuzu- dan kaldırarak sesinin ince titreyişile : — Çok teşekkür ederim... Diye gülümsedi. Sonra, biraz mahcub ilâve etti ; — Oturmaz mısınız?.. Büyük bir tehalikle çimenlerin üzerine otur dum. Hayatımda bu kadar şaşırtıcı bir heyecan duymamıştım. Gözlerimi, bu çocuk insanın temiz ışıklarla parlıyan gözlerine kaldıramıyordum. Dadı akı çok gözlerinin karanlık bakışlarını büyük bir şefkatle süzdüğü genç kızdan ayır- mâdati konuşuyordu... — Belki, Perimin yanı sıra benim de çocuk- lağiama şaştınız!.. Fakat bilir misiniz Beyefen- di.. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok... Peri benim son günlerimin saadeti.. Ben onun annesi, babası, arkadaşı her şeyiyim!.. Yalnız yavrucağım, küçükken geçirdiği bir zatürrie neticesi bir türlü toplanamadı.. Doktor- lar bol güneş, temiz hava tavsiye ediyorlar. Eh bizde dağ tepe, bayır deniz dolaşıyoruz... Ben Peri diye isimlenen, hakikaten Peri olan genç kıza bakıyordum. Hakikaten çok zayıftı. Fakat bu yüzünün solgun güzelliği, humma ile “yanan gözlerinin garib parıltısı ve dudaklarının yüzüne nazaran ifrat kızıllığı ile öyle güzel, insan güzelliğin- den öyle yüksek bir güzellikteydi ki!.. Dadı konuşurken kuzusunu seviyor. Dudak- larını süsliyen çocuk gülüşü ile gülümsiyordu, Birdenbire, alnının ortasında toplanan saç buklelerini bir baş hareketile arkaya iterek ba- na döndü.. Sesi biraz titriyordu.. Sordu: — Siz buranın yabancısı olsanız gerek... Butalarda hiç görmediğim bir insansınız... Yeni mi geldiniz?. — Evet.. dedim. Ona yurdumdan çok uzaklarda geçirdiğim karanlık yılları, çirkin ayları, pis geceleri söy- lemedim... sadece, yurdunda kimsesi kalımıyan bedbaht bir adam olduğumu, kimsesizliğimi unutmak için diyar diyar dolaştığımı anlattım. Gözlerinde, şefkat, sevinç, saadet, sevgi ve ağır bir acı vardı... Bu gözlerin bakışı, bütün bu yüksek manâ- larla öyle ilâhileşmiş, öyle güzelleşmişti ki!. İçime sonsuz bir acı dolmuştu. Bundan evvel geçirdiğim iğrenç hayatımın insanları, dilleri: ni çıkararak, sırıtarak, raks ederek önümden geçiyorlardı. Ve ben, ilk defa, bu temiz insanın, bu. güzel yavrunun sonsuz masumiyeti, büyük saffeti karşısında nedametle, pişmanlıkla kıvra- nıyordum.. Daha neler konuştuk bilmem.. Akşama doğru üç kişi beraber, yavaş yavaş geri döndük.. Kucağındaki papatyalara bir çok kır çiçek- leri daha ekledik.. Onun yetişemediği tepelere ben koşuyor, kanter içinde gözlerile beğendiği çiçekleri top- layıp götürüyordüm. Dadı, küçük kuzu ile, akı çok gözleri parlıyarak ardımızdan geliyor du. — Devamı var —