132 Küçük Hihâye: Bir Fırtınanın İşlediği Cinayet! Sığırdıç sürülerinn kopuk uçlarının bittiği zaman çoktan geçmişti. Kesik uçuşlu gece kuş- İarı sinsi avlarından da dönmüş- lerdi. Saatler geçiyor; zaman, si- yah bir yumaktan sessizce bo- şanıyor. Masamın önünde, ba- şım şakaklarımı sıkan avuçla- rımın içinde, düşünüp kalıyo- rüm. Yanan avucumda göğsüme sığmıyan kalbimin sesi çabalı- yor. Dışarda sinsi bir yağmur başladı. Başım daima ellerim a- rasında; fakat çinkodan geri dö- nen seslerden anlıyorum. Bütün kötü düşüncelerimden kanadından yağmur taneleri- ni silken bir güvercin gibi silkinip kurtulmak İstiyorum. Ancak ne mümkün, Daima Sıdıkanın Galibe gülen ışıkta iki kahve damlası gözlerini görüyorum. Nekadar parlıyor gözleri; onu ilk gördüğüm gün- deki gibi. Durgun akan de- reyi böğründen vuran köprü- nün parmaklığına dayanmış su- ya dalgın dalgın bakıyordu. Ya- nında durduğumun farkına bile varmadı. Beni suda gördü. Par- Jak derede gözleri de parlak duruyordu. O gün ilk defa gözlerimiz konuştu. Sonra ken- di sırasına gözler dudakları ko- nuşturdu. Hoş zaten gönüller gözlerle çoktan konuşmuştu. O- nu bir gün Galibe.... Tamam- lıyamıyorum sözümü. Hatırala- rım karışıyor, taş atılan dur- gun sularda resimler gibi.... O benim en iyi dostum, yol- arkadaşımdan daha kıymetli ar- kadaşımdı. Nasıl bir artist ya- rattığı eserini, bir şiir parçası- nı sevdiklerine göstermek 1s- terse ben de yıldız gözlü sev- gilimi ona gösterdim. Fakat o, ince bir su akıntısına kır kuş- SERVETİFÜNUN Eski m «Asri Kaplıca» olan “Çelik Palas», kaplıca ve oteli olarak çok rağbet görmektedir. Yukarıdaki resimde, bir orman denizini andıran Bursa ovasına hâkim bir yerde kurulmuş olan «Çelik Palas» ın bahçesini görüyorsunuz. larından çalan, kendine çeken kuru bir toprak hırsını taşıyor- muş. Onları dudak dudağa, gö- güs göğüse görmedim, fakat anlıyorum. İçlerinde denize ko- şan bir nehrin iki kolu gibi akan his çağlıyanını biliyor- dum. Ona haykırmak, şakakları- nu yakan avuçlarımla onu şa- marlamak istiyorum.. ona vur- mak... onu boğmak.. kendimi tutamıyordum, evet boğmak İs- tiyırum. Bu pis fikri dağıtmak, se- rinlemek istedim. Kalktım. Su içmek için su boşaltırken dolu sürahi lıkırdadı. Bir adam be- guluyor sandım. Ürktüm, su iç- mekten vazgeçtim. Pencerenin önünde durdum. Alnımı cama dayadım. İri yağmur tane'eri cama düşüyor, sonra aşağı akı- yor. Dışardan birisi baksa ağ- liyorum zannedecek. Camı sil- mek istedim. Ellerim gayri ih- tiyari gözlerime gitti. Oh bu ellerim; koyacak yer bulamıyo- rüm. İçim içimi kemiriyor. Oda daralıyor, beni sıkıyor. Saatin sesi beynimde atnallarının kal- dırımlardaki sesi gibi... Şapkamı giydiğim gibi dışarı farladım. Gözleri kapalı dolap beygi- No. 2083398 Bursanın modern bir ri gibi yürüyorum. Yollar ça- mur, taşlar diziden kaçmış. Ak- lıma caddeleri yaptırmıyana küf- retmek bile gelmiyor. Hep ay- ni yerde takılmış kalmış: Galip. .. Ben yokum; Sıdıkanın pardesüsünü atiyorum. Sıdıka benim yokluğumda Galibin kol- ları atasında geriliyor, katıla- şıyor. Korunun gölgeleri hiç sır vermiyor, Galibin ince boy- nu kıvrılmış. Ellerim cebimi deliyor. İstemiyorum Yarabbi! öldürmek istemiyorum. Fakat başka bir benlik benden ayrı- iyor; öyle zannediyorum. Ça- murlu bir yolda koşuyor. Bu yol Galibin evine varır. Başka bir karaltı, ben, aksi istikamet- te bızla koşuyorum. Bütün his- lerim öbür benlikte, bunda yal- nız vücudüm var, Ben, benden ayrılıyorum. Galibin evine vardım. Ka- pıyı kendi açtı. Elinde ufak bir lâmba vardı. Gözleri tatlı tatlı parlıyordu: mutlak Sıdıka- yı bulmuştur bugün. Dudağın- da sahte bir tebessüm gerindi. — Niçin girmiyorsun, şe- kerim? Beni görünce hemen aklına o geldi. — Gel içeri, ıslanma. diye yaş omuzuma vurdu. E-