138 SERVETİFÜNUN No. 2083--398 Yazan : Andr&€ Gide Dünya Nimetleri Çeviren : Avni İnsel Giderilen susuzluklarımın ŞAREISI Puselerden ziyade dolu kadehlere uzanan dudakla- remız oldu. Çabuk boşaltılan dolu bardaklar, Hislerimin en büyük neşeleri Giderilen susuzluklar oldu. * > Sıkılan pörtakal usaresile, limonlarla, kebbat limon- larile yapılan içkiler vardır. Onlar serinleiirler, çünkü hem ekşidirler, hem tatlı, Öyle ince bardaklardan içtim ki, daha dişler dokunma- dan insan onları ağsile kıracak sanerdı. İçkiler bardak- larda daha nefis görünürde; zira dudaklarım onları hiç bir zaman ayırt etmezdi. Eller arasında sıkılıp, şa- rab dudaklara götürülen, ldetik kdseler içinde şarap- lar içtim. Güneş alında yürüdüğüm gündüzlerin akşamı, Io- kantaların kalın bardaklarında ağır şerbeiler içmiştim. Bazan içtiğim sarnıç sularından sonra akşam gölgele- rini daha iyi hissederdim. Tulumlarda bırakılan ve katranlı keçi derisi kokan sular içtim. Sularında yıkanmak islenilen suların, sahillerine uzanarak sularını içtim. İki çıplak kolum, taşları görünen suların derinli- ğine dalıyordu. Omuzlarımdan dahi bir serinlik giriyordu. Buyu ellerile içen çobanlara onun sazla çekilmesini öğrettim. Bazı günler, teskin edilecek büyük susuzluklar arar- ken, günün en soak saatlerinde güneş altında yürüdüm. Izdırapla geçen o soyahalimiz esnasında, seninle bir gece yorgun, terli kalkmış ve tesdinin buz gibi yaptığı suyu içmiştik; hatırlıyor musun? Sarnışlar; kadınların indiği gizli pınarlar; siya yü- gü görmemiş sular; gölge safas; havalandırılmış sular. Daha buzlu ve hafifçe anasonlandırılmış görünme- leri için mavi yahut yeşil arzu ettiğim gayri tvbül bir geffafiyeli haiz sular. Hislerimin en büyük neşeleri Giderilen ausuzluklar oldu. Hayır | Semadaki yıldızların, denizlerdeki incilerin, körfez sahillerindeki beyaz tüylerin hepsini daha say- madım. Saymadım daha ne yaprakların fısıldayışını, ne fecirlerin tebessümünü, ne de yazların gülüşünü, Da- ha ne söyleyim? Ağzım susuyor diye kalbimin de sü- küt ettiğini mi sanıyorsunuz ? Ey maviliklerle yıkanan ve ballarla ıslanan tarlalar. Balmumu ile ağır dönecek arılar. Gemi yelkenleri ve serenleri arasında gizlenen şa- faklar ile sabahları, büyük gemi tekneleri arasında süratle kaçışan sandallar gördüm. Gerilen halatlar al- tından eğilerek geçiliyordu. Geceleyin, gecelere saplanan, gündüzlere saplanan birçok kalyonların hareket edişini gördüm. “. İnciler gibi parlak, sular gibi ziyadar olmamalarına rağmen kaya taşları dar geçitlerde parıldarlar. Geçtiğim yollarda ziyanın lâtif bir kabulü vardı. Lâkin Nathanağl sana fosforlanma hassası hakkın- da ne söyleyeyim. Biz maddeyi son derece mesamatlı, bütün kanunları kabul edici, her yandan şeffaf görü- rüz. Akşamları kızaran, geceleri hafifçe aydınlanan müslüman beldelerini hiç görmedin mi? Bütün gün ziyanın aktığı kalın duvarlar; öğle ziyalarının toplan- dığı maden gibi beyaz duvarlar, geceleri siz, gündüz- den emdiğiniz ziyaları konuşuyor, anlatıyor ve hafifçe onları etrafa bırakıyordunuz. - Beldeler siz bana şeffaf göründünüz! Beldeler | siz, * oradan, tepeler üzerinden bakıldı- ğı zaman, her tarafı kucaklıyan gecenin karanlığı için- de su mermerinden mamul çukur lâmbalar gibi parıl- dıyordunuz ! Gölgeli yollardaki beyaz çakıl taşları; ziya havuz- ları; fecirler yüzünden beyaz görünen kırbaçlardaki fundalıklar; camilerdeki Malta taşları; deniz mağarala- rının çiçekleri; deniz incirleri. Her varlığı ziza alış kabiliyetine göre taktir etme- sini öğrendim. Gündüzleri ziyayı kabul etmesini bilen her varlık, geceleyin bana ziya höcreleri gibi görünü- yordu. Öğle vakti akışlarını gördüğüm sular, biraz da- ha ileride kesif kayalar arasından yığın halinde altınlı defineler fışkırtıyorlardı. Lâkin Nathanağl, sana burada ŞEYLERDEN bah- sedeceğim - GÖRÜNMİYEN HAKİKATTEN DEĞİL - zira... Meydana çıkarılan her hakikat sudan çıkarılan. yosunlar gibi solar... Manzaraların sonsuz tenevvüü bize, onların kucak- ladıkları saadet şekillerinin, tahayyül ve hüzünlerinin haha hepsini tatmadığımızı gösteriyordu. Haltırlıyorum; çocukluğumun bazı hüzünlü günlerin- de Britanyanın kırbaçlarında dolaşırken, birdenbire hüznümün manzaralara kaçtığını ve orada hüsnü mua- mele gördüğünü - anlıyordu sanki onu manzara - gö- rür ve sonsuz bir zevkle onu, orada seyrederdim. Daimi yenilik. Alelâde bazı şeyler yapıyor ve sonra diyordum : Bunun, hiç bir zaman ne yapıldığını, ne düşünüldüğü- nü, ne de söylendiğini biliyorum. — Birdenbire her şey bana mükemmel bir yenilik halinde göründü. (Dünyanın bütün mazisini halin içine gömülmüş sandım.)