No. 2078—393 misafirhaneydi. Girmek istiyen girerdi. Ele avuca sığar bir hale gelmiştim, Şahsi hiç bir fikrim olmıyacak bir dereceye kadar, bütün hislerimle amâde, dikkatli, din- leyici olmuştum. Geçmekte olan her heyecanı yakalı- yordum. Hiç bir şey önünde itiraz etmemek için, hiç bir şeyi çirkin bulmuyordum. Güzeli daha iyi sevebil- mem için çirkinden nefret etmediğimi anlamıştım. Yörgünluktan nefret ediyordum. Onun can sıkıcı olduğunu biliyordum. Her yemekten tadılabileceğini iddia ediyordum. Her nerede olursa olsun istirahat ettim. Tarlalarda uyudum; ovalarda uyudum. Fecrin, ekin demetleri arasında titrediğini, gülgenlerde kuz- ,gunların uyanışını gördüm. sabahları çemenlerde yı- kanır, sonra ıslanan elbiselerimi uyanan güneşte ku- tuturdum. Kırların, şarkılar arasında yapılan hasattan öküzlerin ağır kağnılara koşulduğu o günden daha “nefis bir gün gördüğünü kim iddia edebilir. Bir gün olmuştu ki bende yaşıyan süruru başka “birine anlatmak, vermek istemişti Gündüzleri dağılan meçhul köy ocaklarının, akşam vakitleri toplanışlarını seyrederdim. Babalar yorgun işten geliyor, çocuklar mektepten dönüyorlardı Geleni, kahkaha, ışık ve muhabbet içinde karşılamak için kapı bir lâhza aralanıyor ve sonra, tekrar gecenin üzerine kapanıyordu. Artık içeriye, dışarıdan hiç bir şey gire- miyordu - gecenin serseri ıslığı bile! Aileler, kapalı ocaklar, kapanan kapılar, saadetin kıskanç sahipleri sizlerden nefret ediyorum. Bazan geceye bürünerek bir pencereye eğilir ve bir ailenin ananesini seyre dalardım. Peder, lâmba di- bine oturmuş; anne dikiş dikiyor, ecdattan birinin yeri boş duruyor, bir oğlan babasının yanına sokulmuş okuyor. .— Birdenbire kalbim, bu oğlanı alıp yollar üzerinde beraberimde götürmek arzusile yandı. Ertesi gün onu mektepten çıkarken gördüm; daha ertesi ko- nuştum; dört gün sonra her şeyi terk ile beni takip etti. Övaların güzelliği önünde onun gözlerini çözdüm ve gösterdim; onların kendisi için açık olduğunu an- ladı. Ona, ruhunun daha avare, daha neşeli olmasını ve sonra her şeyi — ve hâtta beni, terkedip kendi yal- nızlığını duymasını öğrettim, Gururun derin neşesini yalnız tadıyordum. Daha tan yeri ağırmadan kalkmasını severdim. Gü- neşi eğizlere çağırırdım. Toygar şarkıları neşem, çiğ, kokulu sabah suyumdu. Çerezle besleniyordum. Az yemeden başım dönü- yordu. Her ihsas bir sermesti halinde vücudümü kap- yordu. O zamandanberi bir çok şaraplar içtim, lâkin onların hiç biri bana, güneş doğuşlarından evvel de- ğirmen taşları oyuklarında uyuyamadığım ovaların titreyişi ile açlığın verdiği o nefis baş dönmelerini vermedi. Yanımda taşıdığım ekmeğe yarı bir baygınlığa ka- dar dokunmuyordum. O zaman bana az daha garip görünen tabiat daha fazla tesir ediyordu; haricin bir nevi hücumuna maruz kalmıştım. Açılan bütün hisle- rimle tabiatı bekliyordum. Sonra ruhum, yalnızlığın tesirile şiddetlenen heyecan ile dolardı. Bu hâl akşam vakitleri beni çok yorardı. Gururum sayesinde sebat edebildiğim bu anlarda, geçen yıl mizacımın bütün vah- giliğini tahfif eden Hilaire'i arardım. gi A UYANIŞ 59 Bazı akşam onunla konuşurdum. O da şairdi; ahenk- leri anlıyanlardandı. Her tabii netice bize içinde illeti okunabilen açık bir lisan gibi geliyordu. Haşerah uçuş- larından, kuşları şarkılarından, kadınların güzelliğini de ayaklarının kumsallarda bıraktığı izlerden tanımasını öğrenmiştik. Onu da sergüzeşiler aşkı kavuruyordu. Kuvveti onu küstah kılmıştı. Genç kalplerimiz muhak- kak ki sizlerle hiç bir şöhret yarışamaz. Peşlerinde koş- tuğumuz arzuları beyhude yere tüketmeğe çalışıyorduk. Düşüncelerimizin her biri bir şevkti, Koklamanın bizce tuhaf bir sertliği vardı. Ağızlarda bal gibi bir lezzet ve nefis bir acılık birakan çitlerdeki çiçekleri çiğniye- rek sonu gelmez bir yol üzerinde iri adımlarla Herliyor ve gençliğimizi aşındırarak güzel istikballer arıyorduk. Bazan Parise uğradığımda, çalışkan çocukluğumun geçtiği apartunan; gider bir kaç gün veya bir kaç saat görürdüm. Orada her şey sessiz ve sâkindi. Bakımsız» luk yüzünden mobilyalar üzerinde çamaşırlar duruyordu. Elimde bir lâmba ile, senelerdenberi kapalı duran panjurları açmadan, kâfur kokan perdeleri kaldırma» dan, odaları birer birer dolaşırdım. Bakılan yalnız be- nim odamdı diğerleri bakımsız. Kütüphanem odaların en büyüğü ve en sessiziydi. Masa veraflardaki kitap- lara dokunulmamıştı; onları bıraktığım gibi buldum. Bazan onlardan birini, gündüz olmasına rağmen, yanan lâmbanın yanında açar ve saatlerin geçişini unuturdum. Bazan da piyanonuti önüne oturur, hafızamı karıştırır ve eski havaları arardım. Aradığımı eksik bulduğum zaman teessür duyar ve piyanoyu keserdim. Ertesi gün tekrar Paristen uzaklaşırdım. Tabii olarak sevici doğan kalbim bir mayi gibi her tarafa yayılıyordu. Hiç bir neşe bana ait değilmiş gibi görünüyordu. Her tesadüfü kendime davet ederdim; her gelen neşeme iştirak ederdi; yalnız olduğum zamanlar ise ancak gurur sayesinde mahzuz olabiliyordum. Bazı kimseler beni hotgâmltıkla ittiham ettiler; ben de onları budalalıkla ittiham ettim. Birisini, erkek veya kadın değil, arkadaşlığı, mu- habbeti veya aşkı sevmek niyetindeydim. Aşkımı bi- risine verip bir diğerini mahrum etmek istemezdim. Kendimi kiraya vermekten başka bir şey yapmıyordum, Başka birinin de vücut veya kalbini inhisarıma almak niyetinde değildim. Tabiat karşısında olduğu gibi aşk- ta da göçebeydim. Hiç bir yerde duraklamıyordum. Tercih etmek bana haksızlık gibi görünüyordu. Her- kesin olmak arzusile kendimi kimseye vermedim. Her şehir hatırasına bir sefahat hatıram ilişikti. Venedikte maskaralara iştirak ettim. Flauta ve altolar konseri aşkı tatmakta olduğum sapdüalı takip ediyordu. Kadın ve erkeklerle dolu diğer sandallar da arkamızdan ge- liyordu. Fecri beklemek içın Lidoya gitmiştik, Güneş yükselmişti, biz ise uyuyorduk; zira musiki dinmişti. Bu yalancı neşelerin bizde biraktıkları yorgunluğu seviyordum. Seviyordum bu neşelerin solduğunu gös- teren uyanışlardaki baş dönmelerini. Başka rıhtımlarda büyük gemi bahriyelilerile do- laştım. Pis aydınlatılan dar sokaklara indim. Kendim- de, yegâne ayartıcımız olan tecrübenin verdiği arzuyu tayip ediyordum. Sonra bahriyelileri karanlık ve pis odalarında bırakarak, bir vecd arasından yükseliyormuş