202 UYANIŞ No. 2061—376 a Yazan : HİKÂYE: Bir Sınayış !. m. Matan — 'Tuğrul, seni çok düşün- celi görüyorum. Gene neyin var?... Genç çocuk, ellerini şakak- larından çekerek, şöyle dedi: — Hiç bir şey düşünmü- yorum, Sevim !,.. Gözlerim dal- dı da size öyle geldi! Gözlerini takıldığı yerden ayırmak istiyormuş gibi elleriy- le uğuşturdu. Sonra gülümsi- yerek güzel kadının yüzüne baktı, O sırada teyzesi içeri girmişti. Tuğrul, kalkıp saygısını sunduktan sonra öteden beriden konuşmağa başladılar. İhtiyar Bayan, buruşukların bile yokedemediği yıpranmış bir güzellik içinde söylüyordu : — Yavrum, hiç benim de şuracıkta bir teyzem vardır, di- ye düşünmez misin? Niçin bu kadar seyrek gelip gidiyor- sun. Soyunuzda bugüne bugün büyük sayılırım. Hem benden başka yakın soyunda kalma- dı ya... Yakışıklı subay, bu sözlerin anlamı altında ezilirken bir yandan da yakasının düğmelerini çözüyordu. Bir kaç giz yutkun- duktan sonra: — Ah teyzeciğim, bu yön- den çok kusurum var. Büyükler küçüklerin özürünü bağışlar. Yüzümü görünce bütün gücen- diklerinizi unuttuğunuzu san- mıştım. gençlik bu; siz de ya- şadınız, anlatmak istemez. Pek iyi bilirsiniz. Derken Sevimin yüzü kızar- muştı. Yaşlı kadın gülümsiyerek: — Ah bu yeni yetişenler : şimdiki gençlik bizim ilk çağ- larımıza hiç benzemiyor. Biz- lerin böyle yetişken çağda is- tedikleri gibi yaşaması ne ge- zer. Bütün günlerimizi cumba gerilerinde, kafes arkalarında dikiş dikmekle geçirdik; ger: geiler üzerinde iğne sokmaktan kamburumuz çıkardı. Bu sözleri duyan iki genç içlerinde utku âateşi parlıyan gözleriyle bibirlerine bakıştılar. Zavallı kadının çenesi açılmıştı. Gençliğin önde bıraktığı unu- tulmaz duyguları anlatıp duru: yordu. 'Tuğrul, teyzesinin bu lâkırdılarını dinler gibi görü- nürken bir yanında pencere ö- nünde oturan güzel kızını sü- züyordu. Genç Bayan kendisi gibi subayıtı da sıkıldığını sez- mişti, Annesini susturabilmek düşüncesiyle : — Tuğrul, haydi gel biraz bahçeye çıkalım. Babamın bu yıl diktiği güller açmış, dedi. Sonra bir kuş hafifliğiyle bah- çeye doğru koştu. Subayda ar- kasindan gelmişti. Renk renk güllerle dolu olan bahçe ilkyaz- den yeşil bir parça gibi titti- yordu. Türlü klebeklerin, kuşların eksik olmadığı bu eşsiz ülkenin 151, sarmaşıklar arasından do- gan bir güneş gibi parlıyordu. Bir aralık koşup güller arasına girmişti. Artık nerede olduğunu ayırdedemiyen “'Tğrul> gözle- riyle aranmağa başlamıştı. Onu uçlarında koncalar olduğu hal- de eline batan bir dikeni çıkar- mağa uğraşırken buldu. Hemen düşünceli doktor, öncebinden küçük bir cımbiz çıkardı. U- sulca dikeni aldı. Sevim, elinin kanına aldırmıyor, topladığı kon- caları doktora koklatmak isti- yordu. Saygılı subay Bayanın ince bileğini tuttu, avucundaki- İeri koklarken sonra birden u- nutup dudağına götürmüştü. Okadar usul dokunmuştu ki ona sezdirmedi. — Güllerin nekadar kokuyor, Sevim.” Güner yüzlü kız elâgözle- rinin aydınlığıyla doktoru büyü- ledikten sonra : - — Bu filizleri geçen yıl babam bir arkadaşından almış- tı. Ben diktim, hepsi de tuttu... Diye cıvıldıyordu. Onun ektiği hangi tohum, suladığı hangi ekin tutmazdı ki... Tek gönlü şen olsun diye her elinde yetişen çiçek bire bin vermekteydi. Tuğrul yüre- gine bir ateşin düştüğunü dü- şüncesinin bir yönet aldığını duygularının çoğaldığını anlar gibi olmuştu. Sevimin kendi eliyle taktı- ğı küçük bir koncayı solup bit- tiği halde göğsünden atamadı. Haftaya o gün geldiği zaman gene onu, körpe Bayan değiş- tirmiş yerine bir başkasını tak- mıştı. tatlı # ** 'Tuğrul, artık teyzesinin ver- diği öğütleri tutuyor, her hafta izinde ilk işi onu yoklamak o- layordu. Bir giz de eve gir. di mi bir daha ertesi güne ka- dar ayrılamıyordu. Onu bu yu- vaya bğlıyan gerçek ne oldu- gunu evdekiler de anlamağa başlamışlardı. Sevim, altı ay önce kocasından ayrılmiştı. Za- vallı kızın kocası sarhoşun bi- riydi. Hiç ayık gezdiğini gören olmuyordu. İçki onun huyunu, saygısını, görüşünü değiştirmiş ve perde gerisinde oynıyacak bir kuklaya dönmüştü. Işık ka- dar kusursuz olan yüzünü her şeye karşı çevirmiş; sevmekten,