196 SERVETİFÜNUN No. 1855— 168 Mutlaka yüzünü görmek, iyice görmek istiyordum. Dişlerini sıkarak: — Ben yokken şikılmadın yel... Dedi. — Bir az! Dedim ve tekrarladım: — Canım kırbaç ne oldu? Üzerime âeri bir nazar firlattı: — Kaybetmedim, attım! Dedi.... Ve düşünmeye başladı, başı önüne düştü. Babamın hatlarının bu kadar büyük keder ve ımülâ- yemet ifade edebildiğini ilk ve belki son defa gördüm. Yeniden dört nala başladı, bu sefer yetişemiyor- dum, eve de ondan bir çeyrek saat sonra geldim. Gece odamda artık üzerinde kitaplar,. defterler görünmeye başlayan masamız başında düşünüyor ve aşk işte bu, garam bu! diyordum, Nasıl isyan et- medi? nasl o kırbacı yedi? Kimin elinden olursa olsun, velev uğuruna bayılıp öldüğü, öldüğü bir el- den.. demek bu da olurmuş, demek sevmek bu kadar kuvvetli olabilirmiş. Halbuki ben.. ben neler tasav- vur ederdim. O son haftalar beni yemiş, bitirmiş, zebun düşürmüştü. Kızın gon vaziyeti önünde şimdi kendi aşkım, heyecanları, endişeleri ıztirapları ile beraber hatta kendi gözlerime çocukça ve miskinane bir gey görü- nüyordu; önümde meçhulüm olan daha yeni yeni güç hal ile anlamaya başladığım ve çok güzel ve çok ta müthiş bir tecelli gibi korkutan levha o kadar yüksek bir azamet ve ceberuti e serilmiş duruyordu.. O gece fena bir rüya gördüm; basık bir odaya girdim, babam ayakta, elinde kırbaç olduğu halde yetişiyordu. Kız bir köşeye sinmiş; elinde kolunda değil, alnının orta yerinde kırmızı bir leke bir iz vardı. Babamın ve onun arkasında Belovzorov kanlı bir halde, babamın üzerine atılmaya hazır bulunu- yordu. İkı ay sonra fakülteye girdim; altı ay sonra da babam Petersburg'da nüzul isabet ederek öldü. Ölümünden bir kaç gün evvel Moskovadan bir mektup almış, ona çok, pek çok üzülmüş, annemden birşey istemiş, yalvarmiş hatta rivayete göre ağlamış... Babam ağlamış, kendisine nüzul gelmeden, o günün sabahı bana hitaben Fransızca bir mektüp yazmaya başlamış: «Oğlum, aşktan sakın; onun sag detlerinden de, zehirlerinden de uzak kal.» Annem kocaşının ölümünden sonra Moskovaya mühim miktarda bir para yolladı. XXII Aradan dört sene geçti fakülteyi bitirmiştim. Ne yapacağımı, hanği kapıyı çalacağımı düşünüyordum. Bir akşam tiyatroda şair (Mardanov)a raat geldim, Evlenmiş ve hükümet hizmetine girmişti. Onu hiç değişmemiş buldum, yine eskisi gibi çabucak tehey- yüç ediyor, yine ayni suretle meftur düşüyordu. Hoş beş arasında: Haberiniz var mıf Madam Dolska burada! dedi. Sordum: — Hangi Madam Dolska — Canim siz de dahil olarak hepimizin bir az âşık olduğumuz sabık prenses Zasekin? — Dolski ilemi evlendi? — Evet. — Şimdi burada mı tiyatroda mi? — Yok canım, burada yani Petersburgda, geleli daha çok olmayor ve Avrupaya bir yerlere gitmek isteyor. — Kornası nasıl bir adam — İyi bir çocuk, zengin, benim Moskovadan mektep arkadaşımdır, malüm ya o dakikadan sonra.. siz pek iyi bileceksiniz — Şair burada mânâlı mâ- nâlı güldü — artık evlenebilmesi kolay değildi. Fa- kat o zekâ ile imkânsızlık imkân bulur. Siz gidip ziyaret ederseniz çok memnun olacaktır. Eskisinden daha güzel, Dema oteline inmiş, eski hatıralar uyandı. Eski aşkımı, hemen ertesi günü gidip görmeye karar ver- dim, fakat bazı işler hail oldu. Bir hafta geçti, bir daha geçti, nihayet otelin yolunu tnttum ve madam Dolska diye sordum. Dört gün evvel çocuk doğururken öldüğünü söylediler. Bir &ızı duydum. Onu görebilmek elimde olduğu halde görmemiş olmam ve bir daha da görmem im- kânının müebbeden kalkması, bu acı kanaat içime bir zehir tesiri yapıyor susturmak ve uzaklaşmak kabil olmayan bir tevbih sedası kulaklarımın dibinde gürüldeyorbu. ——— suratına alık alık bakarak: ölmüş diye tekrarladı Si 4 gili çıktım ve nereye gittiğini bilmeye- rek yürümeye başladım. Bütün mazi gözümün önüne geldi, Ve muntazam bir sıra ile geçti. O genç, har, parlak, müstesna ha- yat neye müncer olmuştu, heyecan ve sür'atle nereye koşup gidiyormuş! diye düşündüm. © zaman onun simasının o kiymetli hututunu, o güzel gözleri, o ipek saçları, dar bir sandukçe içinde, yer altının rutubetli karanlığında değil, hayatta olarak, yanıbaşımda, kıs- men de babamın yanında gördüm. Bunları en derin bir teessürle kurarken yine kulağımda bir ses: onun ölümü haberini lâkayt du- daklardan işittik ve lâkayt dinledik diyordu! Ey gençlik! hiç bir şeyden endişe etmezsin! sanki dünyanın bütün hazineleri elindedir; keder bile seni oyalar; sana melihulya bile hoş gider. Bir elinde teminat öbür elinde cür'etler vardır <ben yalnız. y&- şayorum!» dersin, Bununla beraber senin günlerinde geçer ve devamlı bir iz brakmadan yok olur, Sende de ne varsa hepsi güneşe tutulmuş bir balmumu gibi kar gibi erir, gider. Belki de câzibenin bütün sırrı her şeye kadir olmak ihtimalinde değil, her şeye kadir olabilecekliği tahayyül kabiliyetindedir. Bu cazıbenin sırrı, zaten başka yerde kullanamayacağın kuvvetleri havaya vermendedir, Bu itibar iledir ki her fert kendisini kuvvetlerini israf etıniş addeder ve gayri şuuri olarak ileride şöyle söylemeye hakkı olmasını arar: «eh gençliğimi israf etmeseydim, neler yapmazdım!» — Devamı var — AHMET İFİSAN Maihanaı Lirited