No. 1855—168 — Çok küçüktenberi beraber büyümüştük, Onu çok iyi tanıdığımı zannediyordum. Halbuki, ben bu iddiada nekadar yalnışmışım. Huylear gizli ve na- mütenahi insan kolay anlaşılmıyor. Kaptanın böyle karıncayı serçe yapan gurur derecesini bu güne kadar bilmemiştim. Pek kıymetsiz bir kaç söz üzerine, büyük sevgi ve saygılarla merbut olduğunu iddiş ettiği arkadaş- larını, bir mâbet, diye, içinden bir an ayrılmak is temediği kulübünü, ve nihayet spora olan sabit ve lâyetegayyer aşkını terk ettirecek bir kuvvette söz bozan manasız bir gurur azizim, manasız bir gurur. Onun gururuna şaşıyorlardı. Kulübün yıl pönümü akşamı şensiz şenliksiz geçiyordu. Teşebbüslerinde yorulmak bilmiyen idare hey'eti ortaya bir teklif koydu. Hey'etin teklifi der- hal umumi bir arzu halini aldı. Hayatiye, içtöân ge- len bir samimiyetle kâh sitemli, kâh istirhamkâr bir mektup kaleme alındı. Mektup bütün faal, gayri fanl aza tarafından hararetle imzalandı, ve yollandı. mektup diğerlerinin akibetine oğramamıştı. Bu- assbi bir haletiruhiye içinde karalanmış beş on kelimelik bir cevap geldi. Kaptan bu mektupla er- tesi gün için bütün arkadaşlarını şehtin en yakın sayfiyelerinden birine davet ediyordu. Bu gevinç kulüpte bakikaten büyük bir hadise oldu, Mektup haberi etrafa bir yıldırım guretile yayılmıştı derhal toplanıldı. Bu iki satırlık kâğıt o kadar çok ellerde dolaştı o kadar çabuk yıprandı ki, adeta bir beze döndü. Evvelce ye'sin, üzerlerinde resimleştiği çeh- reler, şimdi berrak bir memnuniyetle çalkandı, yı- “kandı, Istıraplaşmış muhayyilelerde o mes'ut bir gine- me başladı, müfekkirelerde istikbal için bir emniyet doğdu. Reis elindeki yıpranmış mektubu bir daha gözlerinin önünde tuttu. Kor olmuş bir hasret ya- nıklığı ile başını salladı. Hayatinin kısa satırlarını belki onuncu defa bir daha okudu. Ondan sonra hazurunu müteheyyiç bir sesle tebrik etti. Artık yarın o büyük muzaffere kavuşulacaktı. Bu kulübün çok meş'ut bir günü oldu. Hazurun, ertesi günü bir an evvel kavuşmak isticalile dagıldı. Bulutsuz serin bir yaz cuması idi, Kırk adedini ın bir camaat bir saatlik yolculuğu müteakip, kendilerini karşılıyan bir mihmandar arkasında çen, şakrak hafif bir tepeyi tırmahıyorlardı. Bu temiz kıyafetli, iyi sıhhatli kalabalık ne kadar hoş bir manzara “arzediyordu. Onlar sanki müteharrik, ve uzun bir çiçek tarlası imiş gibi, yaz çiçeklerinin en müstesna, en nadir demetlerini taşıyorlardı: Haya- tiye götürülen buketler o kadar çoktu. Bu elleri dolu vefakâr çocukların dilleri gönülleri ellerinden daha çoktu, Hepsinde zârit birer sitem, tatlı birer öç gizli idi. Süküti mihmendar, kafileyi "hiç te ümit ve tâsavvurlarda olmıyan bir mahalle sevkedince, dudaklarda bir tereddüt, bir istifham dolaştı. Burası bir ganatoryumdu. Mihmandarı takiben temiz ve çiçekli bir şosâdan bahçeye dahil olunduğu vakit, uzakta dizleri üzerine kayan battaniyeğini tutmağa çalışarak kalkan, sonra kendilerine doğru kollarını nzatargk bir koç.adum atabilen hiç tanımadıkları bir hastanın, dermansız öksürüklerle bir yığın külçe gibi yere kapandığını gördüler. Kafile bu yere yı- ğılan betbahtın yanına, yardımına koşunca, tülbent- SERVETİFÜNUN 191 Günlerden... İlk Bahardayız... Yeşil çimenlerin arasında; gitdikce artan beyaz papat- yalar, menekşeler tabiatın mevzuunu anlatır gibi güzelleşir. Ağaçların, ilahi bir varlığın derinliğine gömülmesile beraber, yapraklandığı zeman, kalplerde, yeni bir emel doğar .... Bazen, tebessümünden neş'e saçanlar, şakrak seslerle gülerler . Bazende, etrafını göz yaşları arasından seyredenlerin hayatı, tatlı bir hürmetle, derin bir hasret rengile delaşır.. Herşey kudsi bir temayül hissile baygın, meftun... Çiçeklerin dibi kazılır ve nisan yağmurları, onların renğine sükünet ahenği dagıtır, Sonra baharı müjdeleyen bestekâr ve şairlerde, kelebek- lerle beraber çimenlerde, çiçek toplar şarkı söylerler.. ve bahar günlerinin gurubu ne hazindir. Genç kızlar, hassas kalplerinin ve göz yaşlarının yanın- da, en çok sevdikleri çiçek demetile ve son namelerle yürürken akşam rüzğârı güzel çamın gölğesinden bir hatırayı yükseltir ve götürür... Fekat, acaba bu bahar güneşi kalplere, ruhlara nasil doğar.. bahar içinde, bahar görenler varmıdır ?. Yaşar Âli leşmiğ sarı bir deri içinde kımıldayan, soluyan bu iskeletin kendilerinden olduğunu derin hayret ve teessürlerle müşahede ettiler. Bn Hayati idi. Haya- tinin büy kadar hafif kalan vücudü kuvvetli kollar üstünde tekrar kamış koltuğa yerleştirildi. Kaptan onları, mikrobnuu verraekten korkar bir titizlikle, ellerini göğsüne basmak şuretile ayrı, ayrı selâmladı, Bu ne büyük sukutu hayal ne feci bir manzara idi. Rüzgâr önüne katılmış bir hazan yaprağı gibi, kurumuş vücudunu günlerin ölüme sürüklediği betbaht çocuk, gözleri yaşaran arkadaşlarına uymak için kupkuru kirpiklerinin yanan diplerinde yaş aradı. Soluk benzinde dirilere ait olmıyan bir tebe&- güm belirdi. Kemikleri arasında zaji, zaif inleyen öksürükler ile sarsıldı. Teknik kulüp ailesi, şimdi artık Hayatinin ken- dilerine vedaa bile zaman bulamadan nasıl aynlı- şının, asli manasını anlamıştı. Eğik kafalar dakika- larca, içerlerde büyüyen ıstırabın tahammülsüz acısını dinledi. Kesik heceler arasında, yalnız höves ve emelin yaşadığı hazin ve mevtai bir seda, bu elim sükütu par- çalamak' istedi, Üstat sportmen, doktorların konuş maktan menetmesine rağmen, bir nefes kadar zaif se- sile eseri muhafızlarına yaşayan ölüsünü göstererek, spor 've sıhhatlar üğerinde son bir ders daha verdi, 12-1-932 Ankara