p No. 18493—157 SERVETİFÜNÜN i Ti * N BESE SENE SESE MENE Wa > sam Ss BES EEE i a cCc ji nm az .— “n Pençesi Hepsi için. — Bu <Göyü münekkite kim! Geçen hafta « Keli pençesi « sütununda Çi- kan yazıyı okuyan bir kari, soruyor. Suüle cevap vermek, bir nezaket icabı. Anenk, bu vevap, bahisei- tiğim zatin ismini ifşa suretinde oolmıyacak, Ne lü- zum var? O, gene gölgede kalsın! Bunu karşı, o kari, belki şöyle ders. bir şey demöz de, y — İsmini söylemiyec üe diye böyle bir münekkit ten bahsetti Yok bitaraf değilmiş, yok garezkârmış. Sonra bunu ispat içinde bir hadiseyi kapalıca zikrediyor. İyi ama kim bu adam! Bilelim de, o, şuna, buna dair mütalen beyan ©der, atip tutarken ihtiyatlı davranalım! Kendisini kontrol edelim. «Acaba, böyle derken ne gibi bir maksalla hareket ediyor?» diye düşünmeği ihmal etmiyelim! Bu #nale muhatap olsam da, vereceğim cevap - yahut artık şudur; — Ne lüzum var?t O, gene gölgede kalsın! Ben, bizde başka bir münekkit tanışaydım, bitaraf olan, garezkârlıkla hareket etmiyen bir münekkit tamsay- dım, size bahsettiğim zutin ismini ilşa eder, başka larının sözlerinin de tereddütle, şüphe ile karşılanma sana sebep olacak müphemliği, bir an Evvel da- gıtardım, Halbuki bizde şu veya bu bahse dair söz süy- liyen her münekkit, böyle, Ben, en yakından tanıdı. gim birisinin alıvalini anlattım. Siz, bu mümuüneye bakarak, kendinizi hepsini tanımış sayabilirsiniz. Emin olunuz, ki çerçeve haricinde kalan yoktur! Bu yazdıklarımı, şöyle hir gözden geçirirken, Ra» dece münekkit demiş olmamın, «Münekkit vür, ama bitaraf olanı, garezkâr olmıyanı yoklu münâsini çi- karmağı müsait bir veziyet gösterdiğini farkettim. Hayır, o da yok. Böyle yeüneklit deyişim, onların tevehhümlerine göre, kendilerine verdikleri payeyi ağızlarından tekrar şeklindedir. Yokan benim için hepsi «Göya münekieiile Mabnt Sözde milneklit!e Hepsi bir! Gelecek Nüshamızda Reşat Feyzi Beyin Güzel bir hikâyesi çıkacaktır Felsefi Nesir Bir lâhza düşünürüm... Kuytu ormanların loşluklarından çıkarak kulakları dolduran fısıltlar ve dık rüzgârların yaprakları haşırdatışları ne güzell. Mor deniz- lerin uwesuz bucaksız ufuklarında gurubu seyr- etmek ne hoş!.. Göğü, yıldızları ve ayı berrak bir gece de kiyıda yalmeca temaşa etmek ne oa- zgip!,, Fakat, bu görüşlerin ve duyuşların haki ki mânâlarını anlamak için, insan gözlerimi daha derinlere dikinee, önünde koyu bir karanlık uçtu rumu görür; kendi cehlini anlar ve istirap dus yar.,, Den bu haşin ve muzlim tabialin karşi: #nda masum insanın halini tasaveur etlikçe, Zavallı insan! der ve bir lâhza düşünürüm. Sevgi büyük şeydir. Hayatım birçok o esrarı orada aydınlanır... En wmulmez — duygüs lar orada canlanır... ve fânilik yanında ebadilik ümidi orada doğar. Ben aşık olmaklan fazla aşıkları severim. Çünkü bu hissi içlerinde yaşa- tanlar cesur, mahviyelkâr, doğru ve azimli in sanlardır. Aşk asaletin kalbe asılı armasıdır; O en'asil adamların tenleri içinde parıldayan ve onlara hayat veren bir kandil gibidir. Fakat, bazan bu asalet armasının, bu hayat kandilinin viedansız o sevgililer tarafından kırıldığım ve söndürüldüğümü öşilir ve görürüm, Ü zaman asalelle asaleisizliği daha iyi anlar ve bir lühza düşünürüm. Aydınlık göcelerde İzil bardaklar etrafında kalkalanmış mes'ut insanlar «Hayyam» m gür- lerini okuyarak neş'elenirlermiş... Mermer köşk. lerde, altından, sedeften ve yakıttan işlemeli koltuklar üstünde oturan yamsaz ve düşüncesiz önsanlar varmış, .. Şefkatli annelerin dnesilern- daki yavrular, aşldayan gözlerile annelerine kendilerinin sonsuz bir hayat yaşayacaklarını müjdelerlermiş,,, Fakat, ben ebedi uykularına dalmış insanların bulundukları ihtüyar selvi ağaçlarının arasından geçerken bu işitliklerime inanmaz ve bir lâhza düşünürüm, Kemal Tevfik