5 UYANIŞ A AŞ A gere No. 1811—1260 © rm odada sürgüde onutmuş idi, Arkadaşım odaya geldigi zaman sevgilisini bulamadı ... Masanın ü açtı; kâğıtlar yerinde yok idi! Başka yerde almasın diye odada gramırken ayak sesi işitti, belki yabancıdır, görünmeyim diye derhal perdenin urla sna gizlendi. Kadın içeri girdi. Blinde bir cüzdan var idi ve arkasından bir başka adam geliyor idi, arkadaki adam İngilizce olarak şu sözleri söyledi ; «Kâğıtları yerine koyunuz; esvabınizı değiştiriniz ve beni bulunuz»... Siz Japonları iyi tanımazsınız... Onlar zahirde kapalı görünür, o sabırlı görünür, hal buki ekseriya ani hareket ederler... Arkadaşım üze rinde daima bir ufak piçak taşırdı. Derhal gizlendiği yerden fırladı, kadını elinden cüzdanı çekti, 0 müdafaaya kalkınen Japon dostum elindeki piçağı kadının göğsüne sapladı ve Japonca bir kelime şöy Jedi ki bunun Fransizcaya tercümesi hemuti kabil değildir.. Casusluk cürmünün çerikini yakalamak üzere arkasından koştu, faküt yetişemedi... Hikâye buraya gelmiş iken arkalarından ayak sesi işitildi, döndüler, İngiliz ser hafiyesi mirnlay Bongafyelt yanlarına, gelmiş idi, Japon devamla : — Bonsvar miralay.. Biribirinizi tanıyorsunuz değil mi? 'Takdime hacet yok. Ben hikâyemi biti- reyim... İlerifin arkasından koşta, o adamı yakalar yamadı ve o günden sonrü ne kadını bir daha gördü ve ne ba vak'adan kimseye bahseyledi. İş kapatılmış idi... Azizim miralay; genç Fransız dostumuza belki işine yarar diye mahut vak'ayı anlatıyordum... Evet, arkadaşımın piçağı kadının göğsünde kaldı ama şimdi hiç silâhsız gözmez ! İngiliz miralayı Piyere güler yüzle baktı. Japon, gözüne ilâve etti : — Bvet azizim miralay... Fransız dostumuz Obu- raya yeni gelmiş... Moskof kadınlarının burada ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak istedim, Zatinliniz onların tehlikesini benden iyi bilirsiniz değil mi efendim *... y LR Balonün son davetlileri dağılıyordu. Mükâleme burada kesildi. Üç adam biribirine veda eyledi, Piyer sokakta idi, Saat sabahın dürt buçuğu idi. Mektebe kadar yayan gitti, Bababa karşı sokakta. kimse olmadığı için arkusındaki garip elbise nazara çarpmaz idi; mamafi osvabını düşündüğü yok idi, Hamâmlardan birisine gireyim, başını toplayım dedi, Hamamdaki yanın karanlık, yaş kubbeler, göbek taşımdna yatan bir kaç kişi onun hülyasına kuvvet verdi. Su buğusu içinde yürüyordu. Boukluktu havlular içine yatırıldı., uğuşturdular, kahve ve sigara ikram ettiler, Piyer uykuya daldı. Uyandığı zaman saat onu geçiyordu, delikanlı kendisine gelmiş idi, Karnı acıkmış idi. Japonun hikâyesi aklına geldi, gülümsedi, sonra İngiliz baş hafiyesinin simasını ve daha sonra Lubamn göğeün- deki yara yerini hatırladı, düşüncesi artlı... Birinci kısmın sonu — Müdürü mes'ul? AHMET İHSAN İkinci Kısım e a Hüyat devam eyliyordu. Piyer Lubaya meftun ve kadının halinden endi- şeli olarak onun peşi sira yaşımuk istiyor. Lâkin başka işleri onu serbest bırakmiyor. Mektepte vazi- fesi var, kendini arayan ahbapları var, sonra İstan- bulda ecorayan eden siyasi vak'alar var... Bereket versin delikanlıda aşıklımı haddinden fazlaya var- dırmak zayıflığı yok idi; o daha genç yaşından beri kendisini biraz sevdaya kaptırırsa derhal hissiyalına intizam vermeğe muvnfiok olmüş idi. Lubayı her gün birkaç saat ya Moskof barında, şalmt odasında görüyordu, Ona mahut yari mez lesindeh dolâyı hiç bir şey sormamıştı, işin kendi- liğrinden meydana çıkmasını bekliyordu.Sanki Lubada bekliyordu, lâkin neyi ? Aralarındaki münnsebet daima ayni vaziyete idi; genç kadın böyle devam arzusunda idi, Artık Piyer öğrenmiş idi; kadın ne dereceye kadar müsait davranıyor, ve yerede durmak istiyor, onu Piyer biliyordu ve ileri gitmek istemiyordu. Böyle olduğu halde kadınla münasebetinden çok memnun idi, her halde kadında ayni hisse iştirak eyliyordu. Prenses Vasenbergi görmekte Piyer devam edi- yordu, bu kadın delikanlının fikri ihtiyaçların temin ediyordu. Hürmet, itimat ve takdirde mü- tevellit münasebet Piyer ile Prenses arasında kurul- muş idi, Prensesle delikanlı İstanbul ve civarında uzun gezmeler yapıyorlardı. Beraber konuştukları zaman delikanlı kulbi meşgalesine ait Prensese bir şey söylemiyor, yalnız istikbale ait tasavvurlarından bahsediyordu. Acaba bu ihtiyat nereden geliyordu, bu belli değil idi, ikisi de kalbi mubaheselere sokul- mıyordu. Sanki Prenses Piyerin asabi ve sergüzeşt peşinden koşar ruhuna dokunmak istemiyor, onu sik görüp afacan kalbine sükünet vermeğe çalışıyordu. Prenses en ziyade Piyere İstanbulu sevdirmek istiyordu. Ve ona «Buraya gelen ecnebiler İstanbulu derhal sevemezler, buun zairin rahunu ve gözünü alıştırmak lâzımdır; ruh ve göz alışınca büyük bir parkın tabii fışkırmış güzel ağaçlarına ve otlarına karşı yüksek ruhlarda hasıl olun meyil derhal peyda olurr diyordu. Bir gün Prenses Piyeri öğleden sönra Süleyma- niye camiine götürdü. Neşeli bir halde yayan yolu çıktılar. Hava güneşli idi. Piyer kaç gündür mek- tebin dershanelerile Lubanın odasında kapanık geçen saatlerine mukabil mükemmel güneş banyosuna dalmıştı, Evvelâ Valde camii yolunu tutinlar, sonra “Mar carısından geçip nevi nevi bahar kokusunu aldılar. Mısır çarşısındaki iri çam kavanozlar içinde tok renk tözları Piyer zevkle seyreyliyordu; orani havasında gezen küranlil, tarçın ve anber kokularını aliyordu. Birtakım örtülü kadınları sürme ve düzgün — Devamı var — MEZE TRSAN ns rl Gm meme Ünen