No. 1734—49 Hikâye: PN NA m a ra Pe mami Ve UYANIŞ 797 ESKİ BİR HATIRA — Geçen nüshadan mabat ve son — Biz, bütün arkadaşlar, hepimiz İrfanın ya- nında Muhtara bir mevki verdiğimiz halde, onun garip seciyesi iddialarımızın karşısında bizi daima utandırdı. Sanki Muhtar, İrfanın hizmet- çisiydi. Onun emrinden çikamazdı. O ne derse: — Peki, Ne yaparsa; *— Mükemmeldi. Bunları vapura yerleşinceye kadar düşüün- yordum. Muhtar bana bilmem neler söyledi? Lâkin ben dalğındım. Birşey duymuyordunı. Bir an oldu, Muhtarı çocukluk halile hatırladım. Gülmek istiyordum. Bugünkü kiliğıle o zamanki mevcudiyeti hemen biribirinden farksızdı. 'Tasavvur edin. Bir mektepte hiç öyle mas- karalık, acelacayip (ecellülacayip) şeyler olur- mu? Bilfarz bahçede bir kaç arkadaş kapital oynarken, birimizin bilyalara fazla sıkı vuruşu bilyaları uzağa götürdü. Bilyaların bu kaçışı daima mümkündü ya? Hayır!... İrfan bizim sıkı vruşumuzdan ziyade bilyaların parmaklık- dan çikmasına kızardı. Bu halde yapılacak yegâne şey: Bahçenin dişındakı baş mubassırdan izin alıp bilyayı bul- mak değil mi? — bBil4kis, O zaman İrfan, o tertemiz, canım elbisesile yere oturur, haykırarak: — Muhtar Uzaktan yalnız sesi gelir, fakat kendisi yok- te — Efendim. — Gel (bize) otursanıza... Ben o zaman kızardım: — Sen alsana... vari — Neden Jâi olsun. — İşi ne? O tekrar seslenir : — Muhtar. Gene uzaktan bir ses: — Geliyorum. Hepimiz fikrimizde musır. İrfanla adeta kav- ga edriz. Fakat zavallı Muhtar elindeki bütün işleri bırakarak, koşar, gelir, evvelâ bize güle- rek, İrfanın karşısında da daima hür- metkâr: — Efendim, derdi. > Hâlâ şaşarım niçin ? Muhtarın, babasının efendisinin oğlunun karşısındaki bu sakil hareketi içimize çok do- kunurdu. Amma, kendisi bu hareketlerinden adeta memnundu. Biz bu karşılıklı hayat oynu- na hayretle bakarken, onları sahnedeki « Ffen- di, uşak » rollerini son derece muvaffak olmuş bir mükemmeliyetle oynarlardı. Ben, kendi hisabıma, bu sahneyi istemeden seyrediyordum . Bu hissimin tesiri altındada çok defa ar- kadaşlarla birbirimize bakıp göz kirpmıştık. Ona: : bi Sen, kendinin efendisi olamıyacaksın. Irfana: — Ayip ediyorsun. Lâkin daha fazla Muhtara yüklenir, onun- .la uzun mücadeleler yapardım: — Tu, yazık sana, Sözlerim ekseriya onu kızdırıyordu. Bu yüz- den bazı günlerce dargın kalırdık. Ve köprü üzerinde bana ismimi sorduğu vakit bile, gözlerinde o kadim infial, hare- ketlerinden sinirlenerek « Acaba bir şey diye- cekmi yim?» diyen bakışlarını sezmiştim. Mama- fih o halde de gene eski itiyadile bıyiklarımı kıvırarak bana ismini söylediği zaman da ben İrfanı seciyesinden tanımıştım. İçim açıdı. İçime bir ateş düştü. Geçen 2Za- manı düşündüm. Mektebi, sıraları, bahçedeki top oyunları aklıma geldi. bir an oldü, onunla yanyana yürürken de bütün o hayat safahalarını hatırladığım için, gözlerim dolar gibi oldu. San- ki, çok sene evvel geçen zamanın kuş cıvıltı- sına benziyen neş'esi yeniden içimde ses ver- mek isteyordu. Seneler geçti. Görüşmedik. Bazı rastgelir- dim selâmlaşırdık. Yalnız bir kısa müddet be- raber bulunmak fırsatı düştü. Onunla talimgâh- ta karşılaştım. Bir müddet ahbaplık yaptıktı, sonra bizi cepheye gönderdiler. O bir tarafa, ben başka yere... Çok sürmedi: ben yaralandım. Lâkin ondan sonra, Muhtar ne oldu, bilmis yordum. Bugün onunla karşılaşmam, işte, geçmiş, ço- cukluk zamanlarına ait hayatımızın önüne gerilen tozlu, kalın perdelerini kaldırdı. Baktım: Boğazım yanıyor. O perdeler hakikaten örtül- miyecek gibi. Çünkü arkasında bütün bir ha- yat safhası var. —Devamı 8400 inci sahifede —