484 UYANIŞ No. 1716—31 KÖY POSTASI, SANCI MEZARI Rİ çınarın altındaki kahvehanenin. önüne Man olan alçak iskemleler'üzerine oturan ağalar, yukarı köyden gelen yola bakiyorlar. İçlerinde çok bilir sayılan bir tanesi yağlı kas- ketinin kulak üstüne devrik güneşliğinin ters durduğuna ehemmiyet vermeyerek ufalmış cıgara- sındaki sık sık çekti, savurdu, tütün dumaniyle kirli ve eski meşin. son içimleri dumanını rengini alan parmakları arasındaki izmaritini yere attı; topuğu dönük yemenisile onu yerde ezdi, sonra üzerine bir tükürdü ve dedi ki : — Sancı mezarını dört kerecik dolaşan hay- van geniş bir solur, oracıkta gözleri açılır, derdi kesilir. Beyaz renkte olduğuna dört şahit lâzımgelen ve pire noktalarile beneklenmiş bir gömlek giymiş olan ikinci ağa iri ve küt parmaklarile başını sert sert kaşıdı ve kundurasından çıkarıp dizinin üzerine aldığı yırtık ve kirli çoraplı ayağını elile birkaç defa okşadı, sonra o elile yüzünü gözünü sıvadı; «Allaha şükür!» diye bir gürledi, sonra cevap verdi : — Canına rahmet o mezarda yatan babanın ! Sancı mezarı bizim ne kadar hayvanımızı kur- tardı... Baytar kaç para ederki! Bir tanesi ilâve eyledi: — Canım ne diyon sen! Geçende benim duru beygir sancılandı, bizim çocukla oraya gönderdim, mezarı birkaç kere dolanıver dedim, gitti, geldi; hayvan halâ sancıdan kıvranıyordu. Şaştım, hayvanı tepe kaka birde ben götürdüm. Ben bizim oğlanın yanlış yere gittiğini sezmiş- tim. Dediğim çıktı.... Sersem oğlan, meğer babanın mezarını bilmiyormuş, yanlış yere git- miş... Duru beygirle dört defa dolandım, val- lah billah dönüşte koşu küheylânı olmuştu ! Her ağızdan bunun gibi sözler, isbatlar sa- yılıp dökülüyordu ve tam bu esnada ağaların göz diktiği köy yolundan yedeğe alınmış bir lâğar beygirin geldiğini gördük. Sordum. —Bu hayvanda sancı mezarından mı geliyor? — Öyle ya! Siz İstanbul beyleri böyle şeylere inanmazsınız. “Zaten senin hayvan has. talansa mezarı dolanmaktan faide çıkmaz, sancı babası öyle nezretmiştir, inanmayanlara o mü- bareğin yardımı yoktur | Gelen lâğar beygir kafasını arasıra karnına götürüyor, inliyordu, en yaşlı ağa hükmünü verdi * — Ben zaten bilirdim, bizim kabak Hasa- nın oğlunda itikat yoktur, hayvanı o götürdüğü için tesiri olmadı. Kabak Hasan burada olsaydı, beygirini ' iletseydi' sancı mezarının hızır gibi şifası gelirdi ! itikatlarının. envaıı dinleye batıl lâzımgeldiğini âğalara söyleye söyleye yorulmuş Böyle batıl dinleye usanmış, şeylere inanmamak olduğum için lakırdıyı uzatmak istemedim. Çünkü bunlardan bir tanesi daha bir hafta ev- vel veremden yatan çocuğuna Şifa vermek için «Hendek» civarında bir köye kadar hastayı götürmüştü; bir diğeride yarım boğuk doğan çocuğun çenesi açılsın diye kırmızı biberle toprak solucanını döğdürüp yeni doğmuş çocu- ğun kafasına melhem diye koydurmuştu ve çocuk ölmüştü. Gözümü bu köhne ağalardan çevirdim, kahvehanenin içine dolmuş gençlere baktım; onlar da kahvede dönen gramofonun etrafına toplanmışlar, curcuna havası dinliyorlar, yahut köşelerde altmış altı oynıyorlardı.. Gençlerin bu halide beni me'yüs eyledi; sonra gözlerim mektepten gelen ve yaşları on ikiden yukarı nesle dikildi; tekmil Evet onlar başka türlü olmayan yeni ümidim bunlarda toplandı. yetişiyorlar, yeni harflerle okuyup yazıyorlardı. Evime dönerken çocuklardan birine sordum: — Oğlum sancı mezarı nerede, sen biliyor musun? — Sancı mezarı köye çıkarken son örcün yolu üstündedir. Ve sonra bir kahkaha salıverdi: — Oraya sade bizim örümcek kafalılar inanır! Ahmet İhsan