No. 1707—22 UYANIŞ 339 a e e a da üç senedir görmemiştim. Bindiğim beygir ara- basında Beşiktaştan Yıldıza doğru giderken, acaba ne ola? diye düşünüyordum ve yureğim çarpıyordu. Hamidiye Camisinin karşısındaki Yıldız sarayının kapısına varmadan arabadan indim, kapıcılar soruyorlardı; Emin Beye adam gönder- diler, gelen hademe önüme düştu. Yıldızın aşağı (o kapısından girince sağa tesadüf eden büyük kârğir binanın bodrumuna girdik. Burası çok basık tavanlı, karanlık, nemli, ru- tubetli idi; birçok ağalar, hademeler bodrumun mermer döşeli avlusunda kapıların önunde sıra- lanmıştılar. Bodrumun ta dibinde daha loş bir yerde bir kapı açtılar, bodrum gibi tavanı basık, pencereleri bir metre kalınlığında duvara açıl- mış ve mühkem demir parmaklıklı idi. Dışarki bahçenin zemini bodrum odanın döşemesinden yüksek olduğu için pencerelerin sökesi önunde toprak ve çiçekler görülüyördu, odanın iki ta- rafa dört penceresi vardı; duvarlar ve tavan Bir köşedeki masanın başında koyu kara sakallı, iri ve kırmızı fesli, Emin Beyle Mehmet Ârif Bey mabeyincilerin en münevveri sayılırdı ; gençler arasında adları hürmetle anılırdı. Odada birçok adamlar daha vardı; bunlardan birisi son vakıtlarda hânedanın manzum tarihini yazmağa memur edilen «Mu- allim Naci» idi. Odadakiler Emin Beyle, o zamanın ve sara- yın âdeti üzere hep kulak fıskosu yaptıktan sonra dağılıp gittiler, nöbet bana geldi. Serveti Fünunda çıkan «Kızkulesi» resmi- nin (manzuru şahane) olup çok beğenildiğini bana haber verdi ve sonra: — Padişahımız resimli gazetenizin şanı OS- maniyeye çespan olarak çıkmasını arzü buyuru- yorlar, bu bapta ne düşünüyorsanız muhtıra yap getir, arzolunacaktır, sözlerini ilâve eyledi. Ben şaşırmıştım . Emin Beyin odasina muttasıl odanın ara kapısında (sınıf arkadaşım Memet Ârif Bey merhum göründü, yanıma geldi, mes'eleyi du- yunca çok alâka gösterdi. Emin Bey ile Meh- met Ârif bey arasında yine kulak tertibi bir konuşma oldu ve Ârif Bey bana dönerek dedi ki: — Sen yazacağın muhtırayı bana getir,bu işle ben meşgul olacağım. Emin Beyfendinin daha çok mühim vazifeleri var. Böyle karar verdik. Ben son derece sevinmiştim, muhtırayı yaz- mak üzere eve dönerken ne büyük hayaller kuruyordum, âdeta İstanbulda Avrupanın en bü- yük illustırasyonunu geçecek resimli gazete ku- ruyordum. Yıldızdan : çağrılış, omuhtıranın yazılıp di- zilmesi beni matbaanın hududundan çıkardı; vaktin sadrazamile, Maarif nazırıle, daha bir çok ricalile görüşmeğe yol bulmuştum. Diyebi- lirim ki bundan sonra memleketimizi öğrenmeğe ve anlamağa başladım. Ahmet Ihsan yağlı boyalıydı. Hanım yazılari : ÇÖL. Hayatımı dinlemek mi istiyorsun? İstersen anlatayım : « Ben yakıcı, kızgın kumlu çöllerin en neş'eli, en güzel kızıydım.. Günlerim — sicak kumların yumuşak kucağında geçerdi. Kızıl akşamlar,pempe sabahlar; ve güzel gözlü gazalim gönlümü dolduran şeylerdi. Kalp boşluğunu, onun sızılarını hiç bilmiyordum. — « Senin için ölen bu güzel çöl adamla- rına acımıyor musun, » derlerken ne demek iste- diklerini düşünmezdim bile.. Ne bilirim ki, bir gün benim de kalbimi alacaklarmış. Bunları sana anlatırken geçen günlerde gibi yaşıyorum.. Çöl derken kimbilir nasıl boş, bıktırıcı, nihayetsi- likler düşünüyorsun.. Halbuki bilsen çöle bü- tün güzelleğini veren onun engin ve nihayetsiz boşluğu. . Bak nerelere geçtim, nekadar uzak yerlere... Bir gündü.. sularda hurma dallarının ince ince titreştiği bir gün.. Güneş kumları kavuruyor... kollarım gazali- min boynunda, ayaklarım suların içinde uyuya kalmışım... Bilmiyorum böyle nekadar zamanlar gelip geçmiş... Gözlerimi açtığım zaman günün son ışıkları titreşiyordu... Başka ohiçbir şey görmedim. Şimdi çöl denince gözlerimde alevden ziyalar içinde, yavaş, yavaş silinmeğe başlıyan nihayetsiz boşluklar canlanıyor. Kimbilir o güzel gözlü gazalimde nerelere düştü. Siyah örtüler sevgili yurdumun bütün yerles rini bir anda gözlerimden sildi. Hepsine peki dedim. Güzellik, öyle büyük bir belâ ki, insanı her yerde buluyor. Bir gece gene ayni yerde ipek saçlarını diz- lerimde okşarken bana Nasıl oldu bilmiyorum, rengi meş'aleler dolaştı. sevgisini anlatıyordu. karanlık yollarda kan Vahşi sesleri, kızıl meş'aleler kovaladı. Bunları söylerken hâlâ titriyorum. Haydutlar