338 UYANIŞ EE ARR LE O NY EŞ PYD YY YE EY EY No. 1707—22 7 E ( “ 3 Ml di MATBUAT HATIRALARI Serveti Fünunun resimcilikte yeniliği — Saraydan çağırılış — Mektep arkadaşım mabeyinci Arif Bey sarayda — Kitapçı başı — Roman müterecimliği. Serveti Fününun birinci altı nushalarını Ba- bıâli yokuşunun köşebaşı şimşir hakkâklarına yaptırdığım resimlerle, Mercandaki Baybılhavız- dan kiraladığım galvanolarla, Pariste bir ajans- tan getirttiğim ecnebi meşahiri portreleriyle donatmıştım. İlk Avrupa seyyahatımdan döner- ken Viyanada «Angerer ve Gösehel»çinko ve hâk fabrikasiyle yaptığım itilâf üzerine İstanbul fotoğraflarını bu muesseseye gön- dermiştim; bunların klişeleri geldi. Kendim Pariste ve Viyana matbaalarını gezip tetkik ederek bu yeni icat klişelerin nasıl basıldığını ne gibi mürrekkep kullanmak lâzım geldiğini de öğrenmiştim. Pariste bir kâğıt fabrikasına resim basmağa müsait kâğıt dahi ısmarlamıştım. Kâğıt- larım da geldi ve bu benim ilk ticari muamelem manzaraları di. Viyana klişelerinden «Ortaköy camisi *resmini ikinci alti ayın birinci nushası olan 27 numaraya basarken tabı makinesi üstünde kendim uğraş- mıştım. o Zanneyliyorum ki İstanbulda çinko ile basılan ilk nefis resim bu idi; bundan sonra- ki bir numaramızda «Kızkulesi» resmi çıktı; ve Kızkulesi resmi Serveti Fünunun hayatında çok büyük bir rol oynadı. Serveti Fünunun resimleri ve kâğıtları düze- lirken «Avrupada ne gördüm?»i de neşre başla- miştim; bü da umitten fazla rağbet gördu, her halta intişar eden formalarını merakla kapişıyor- lardı; ben matbaamın ve gazetemin işlerine dal- mıştım. : Jül Vern oromanlarının Oo serisini de kesmemiştim. İşte böyle çok oğraştığım bir gün o Zaman Ebüssuut caddesinde bulunan matbaamın kapısı onünde bir süvari durdu; bu süvari bir sıray yaveri idi. Haşmetle atından indi, kılı- cını matbaanın dar ve tahta merdivenlerinden şakırdatarak yukarı geldi; içi kırmızı, dışı lâci- kanatlı çaketinin göğsünde ana şuemri verdi: vert ve kollari nişanlar sıralanmıştı ve — Şimdi sizi mabeyinci Emin Beyfendi istiyor ! O tekrar merdivenlerden şakırtılarla inmiş ve atını dört nala kaldırarak matbaamın önün- den uzaklaşmıştı ve beni derin düşünmek al- mıştı. Padişah sarayının Yıldız denilen yerde olduğunu duyuyordum, fakat Yıldızı iyi bilmiyor- dum)|”|,hiç tecrübesiz bir gençtim. Mabeyinci Emin Beyin adını tanıyordum. Çünkü bu zat ta Jül Vernin «Kamere Seyyaht» ını tercüme ederek baş mabeyinci Osman Bey matbaasında bastır- mıştı. Sonra Mektebi Mülkiyede sinıf arkadaşım ve sınıfımın birincisi Mehmet Arif Bey dahi son aylarda sırayda mabeyinci olmuştu, fakat onu 1“) Emin Bey tarafin dan çağırılmazdan birkaç ay evvel bir gece yine böyle kırmızı kanatlı süvariler gelip beni yataktan kaldır- mışlar, sizi kitapçı başı istiyor, diye alıp Yıldıza götürmüşlerdi. Bu, Yıldıza ilk gidişimdi. Sarayın hücra bir köşesinde ayrı bir dairede çok fena dö- şenmiş bir odada, mangalının başında bir posteki üzerine oturmuş. yere kahve ' takımını dizmiş olan başı takkeli bu kitapçı başının yanına beni sokduklari zaman : — Roman tercüme eden Ahmet İhsan Efendi. dediler; kendimi hayretlerden kurtaramıyor ve acaba korkmalımı, yoksa şaşmalı mı diye karar veremiyordum. Kitapçıbaşi : — Otur evlât! yanındaki minder üzerinden gayrı mücellet ve yeşil itabı aldı. Bunları benim oturduğum dedi; kaplı altı cilt fransızca k tarafa birer birer fırlatara — Bunlar tercüme olunacak ! dedi. Kucağıma, ayağımın dibine havadan uçup ! gelerek düşen bu ciltler fransız müellifi mahudu«Kısaviye dö montepen»in «Haşmetpenah para!» ünvanlı romanı idi Bu ne? bu kitapları neden tercümeye davet olunuyorum ? Ksayiye dö montepenin romanını ben tercüme edersem ki cak ? Zihnim şu noktaları halle muvaffak olamadan kitapçı başı elendi: i —Şurada rafta müsveddelik kâğıtlar var. Onlardan bir deste al, haydi bakayım git. Haftada bir cilt isterim ha, yoksa hakkında fena olur emrini ilâve eyledi. Sarayı padişahide bana verilen şu «Haşmet penah para !» ünvanlı fransızca roman ciltlerini ve müs- veddelik kağıtları koltuğma aldım; mütehayyirane bir selâm verdim, dışarı çi ve geldiğim zaman aklaşıyordu. Yine geceye müsadif zaptiye nazaretine davetimde tecennün ederek irtihal eden zavallı büyük valideciğim kemalı istirapla pencerede beni bekliyordu. Bu ciltlerden birinden biraz tercüme eyledim. Fakat öyle haftada bir cilt yetiştirmek kabil değildi. Ahmet Mitat merhum burada da imdadıma yetişti. Sen ona bir kağıt yaz, senin tercüme etmen için irade varsa tebliğ etsin, yoksa yapamam dersin dedi, öyle yapmış ve kurtulmuştum. Dediğim kitapçı başı bir vakit) sonra Konyaya gönderilmiş ve orada kalıbı dinlendirmişti.