318 — «Siz, çok kibar bit adama benziyorsunuz; yanınızda oturmak istediğim dakikada, her hâlde müsade edeceğinizi zannederim. Buna mecbur kaldım. O da, yüzümde elbette gördüğü sıkıntı alâmetlerine birazda aldırış et- medi, ve oturdu. Lâkin, hakikaten kızmıştım. Hiç tanıma- dıgım bir adamın bu kadar teklifsizliğini yeni görüyordum. Daha sonra, önümde seyretmek istedigim, konuşmak için vesileler aradığım bir kadın da verdi. — «Siz buranın kadınlarını tanımıyorsunuz tabii.. Şuhalde, nasıl bir cesaretle bu siyah kadınla konuşmayı arzu ediyorsunuz.» Ne demek istedigini anlamamıştım. O, de- vametti: — «Çok uzak değil. Yedi, sekiz ay kadar oluyor; gene bu bahçede otelin sahibi, memle- ketinden henüz gelmiş genç bir Romen taktim etti : — Lüdvik Fuhariç Ona, — Sizi, diyordu, Mısırda arkadaşımdan daha iyi gezdirecek, daha iyi malumat verecek başka bir adam tanımıyorum. Romen, çok kibar bir gençti; tıbkı benziyor. Sizin kadar güzeldi. Odunda saçları böyleydi ve gözleri aynı renkte... İnsanlar çift olarak yaratılırmış derler. Ben, sizi gördükten sonra, inandım. Evet, o kibar bir adamdı; Londura şivesiyle güzel bir ingilizce konuşuyordu.. Her akşam, şehrin dışında, bir otomopil gezintisi yapardık... «Mısır» a İniçin geldiğini böyle bir gezintide anladım . «Bükreş»in büyük bankalarından birinde «Daktilo» da çalışan bir kiz sevmiş; ve kendisi de, aynı bankanın muhasibi imiş. Fakat kimbilir ayrıl- size niçin — söylemedi, ben de sormadım mışlar. Onu unutabilmek için buraya gelmiş. » Hiköyenin burasında hakikaten alâkadar oldum. Ne garipti ki, yüzü ve tavurları bana benziyen adam, ruhunda da aynı yarayı taşıyor- muş. O devam ediyordu: — Bir gün haber aldım: «Kahire»nin en muh- teşem tiyatrolarından biri olan <Elhilâl» tiya- trosunda, iki gece sonra, çok yeni bir artist tarafından “Zenci dası» yapılacakmış. Kahirenin büyük tiyatrolarında, yeni program olduğu zamanların ilk akşamı, bilet bulmak kadar güç, hiç bir şey yoktur. UYANIŞ No. 1705—20 Fakat ben, nasılsa elime bir bilet geçirdim. O gece. muayyen vakıttan çok evel, sahnenin hemem yanında olan locamızdaydık. Hikâyeyi uzatmak istemiyorum. Belki, ya- pılacak işleriniz vardır, alakoymak istemem. Bununla beraber söylediğm şeylerle, yabancı olan size küçük bir yardımda bulunabilirsem, bununla bahtiyar olacağımı da ilâve etmek isterim.” Bana, macerasını anlatan yabancının, sigara içmek için kımıldandığı saniyelerde, başımı çevirdim. Güneşin ziyası, ince ve altundan bir toz haline gelmisti. Artık, mabut «Setin, glebe çalacağı, ve « Hbulhevl»in gözlerinde, yaşların sisleşeceği zamanlardı. O, masasında halâ yalnız oturuyordu; ve gözleri halâ siyah Akikler gibi parlıyordu. Tekrar düşündum ki, fecir, mutlaka O güldüğü zaman doğacaktır. — « Nihayet perde açıldı. » yabancı devam ediyordu. « Evet, perde nihayet açildı. Alkışlar okadar mebzuldü ki... Biz, uzak localardan çevrilmiş dürbünlerden daha iyi görüyorduk. ve belkide kıralın locasında olanlar, bizden daha iyi görmüyordu. Bu, zenci bir kadındı. uzun, ince endamlı; ve bir kayığın sulara düşen gölgesi kadar narin. Ben, bir zenciyim. Fakat zenciler arasında, bu derece harikulade vucütlu bir kadın görmemiştim. Omuzları, dalgalanan sular gibi hareket içindeydi ; çıplak ovücudu dalgalar üstünde oynayan bir kayık kader helcan içinde. Sahne- nin dört bir tarafından şiddetle vuran keskin Işıklar, onu, doğan güneş kadar vazıh göste- riyordu. ve O, akseden ışıklarla, beyaz bir siyah bir inci kadar merak ve tehalükle mermer üstüne düşmüş, parlaktı... Arkadaşım çök yüzel pir Romen arkegiydi. Iddia edebilirim ki, tiyatronun içinde, O gece, ondan daha güzel erkek yoktu. Bir aralık bana döndü: — Ne dersiniz, dedi, güzel degilmi?,. Cevap verdim: — Çok güzel ... Siyah bir inci kadar güzel.. — Evet, hakikaten bir siyah inci... İşte, lam bu sıralrada, Lüdvik Fuhariçle beraber, Siyah inci ismini verdiğimiz zenci dansöz, bati haraketlerle, ta locanın yanına kadar geldi; Ve elini dudaklarına götürdü. e