Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
ü Z_TEMMUZ — 193585 Z_Eıîec'deu Tatihe Auhuruİsyanı topuz hafız Sene sonu geldi de imtihanlar baş- ladı mı, kamalı ve tabancalı talebeler sahneyç çıkıyor, İntiharlar gibi bu sahte talebele, rin, mektepli şapkası giymiş bu bal. dırı çıplaklarım mekteplerimizin saf havasını karıştıran vakalarmı da ga- zetelere yYazmamak, Onları esbabı müşeddedelerle cürmümeşhud mahke. melerinde mahküm etmek, onlara mek tep denilen temiz müessesenin eşiğin- den içeriye adımlarını attırmamak ilk hatrra glen tedbirler oluyor. Fakat beni düşündüren bir nokta vardır: büu tâbancalı, bıcaklı talebele. rin aile dürüumlarının çök sıkı bir tet. kikten getirilmesi lâzımdır. Bir mekteb talebesinin hocasma k_a.rşı bicak ve tahbanca çekebilmesi İ- çin, biçak ve tabancayla aşinalığı ol- mak lâzımgelir. Tabancayı ve bıçağı ilk defa eline alan delikanlılar, ona ilk hedef olarak hocasmın kalbini, yahud beynini seçemez, Tabancalı ve bıçak. ğ_çocukların babaları, velileri, bu kti. ç_uk mücrimlerin cürüm ortaklarıdır. Ahmet Rasim merhum, geçen asrm Sonunda dayaklı Türk mektebini “Fa- laba” adını verdiği nefis bir otobi- Yografide bütün canlılığıyla yaşatmış. tı_r. Falakanın 153 sayfasında dayak YlYğn hep çocuktur. Hafız Paşa mek. İ-Bbl_nde kalfa hocanm portresini göy- le çizer: “Elinde değnek.. Bir kere îozîintfn önünde iki taban dikildi mi, endisı_ni tutamıyor... Biçare- Hafız Cemal'i de böyle döğdü de ölümüne sebebiyet vermedi miydi!...,, Koca Falaka'da hocasına el kaldıran bir tek gocuk, Topua hafız görünür, Mğ:îotğwkh“fwlar hortladı santyorum, "PLe nULUNUN TWNÜCKE PuRkiT , Sıl birirtica alâmetiyse tülebenii elin. ci tabanoca ve bıçak da, kork i : < ım b irtica silâhıdır. Si 4444 Reşat Ekrem KOÇU eee SA Yeni Neşriyat: —-—-—— Zehirli gazler mGZGhirli gazlar ve bunlardan korunma n(;"'“Ml.. hamiyle bir mecmua- İnlişara $lamıştır. Sahibi öğretmen kimyağer bîdın Üz .. ğ Ka n A ger'dir. Ayda bir çıkacağı bil. d"”mekledir. ? h—____—_— ————nııı ______Kadnnllar için Öt ; : Bıf sene bilhassa plâjlarda buruşmı. Yan ipekli kumaşlardan yapılmış pen- Yuvar çok modadır. Bu kumaşlardan BÖZe çarpan renklerde benekli ku. Maşlar tercih ediliyor. - İMESELE Çimento buhranı Birçok açıkgözlerin akılları durduracak kadar müthiş ihtikâr yapmalarına vesile oluyor. Tonu 17,5 ]iraya satılması icabeden çimentoyu 27,5 liraya satanlar var! çimento temin Hall-ı'ı'ıki memlekete hariçten çimento getirilebilse iİş sahiplerinin yarı yarıya ucuz edebilecekleri çok arzu edilir, ama, hiç bir zaman halkın ve memlçketin bu kadar açık bir hakikattır. zararına olmamak sartile !.. Yerli sanayli himaye elbette * Memleke t t e şiddetli bir çi. mento buhranı ol. duğundan geçen nüshalarımıziın İ- kisinde uzun uzun bahsetmiştik. Ve buhranm, mem- leket iktısadiyatı, memleketin ima. rı noktasınd a n çok zararlı oldu - ğunu da bildirmiş tik. İnşaat işleri - le meşgul bir çok vatandaşlarımız . dan aldığ ım 11z mektuplar, şah . si müracaatlar ve telefonlarla bize söylenenler d e n anlıyoruz ki, çi- mento — buhran 1 etrafındaki neş - riyatımız, her tarafta büyük bir mem. nuniyet uyandırmış ve bu işlerle alâ. kalı resmi makamlar harekete geçmiş- lerdir. Hâdise etrafında son iki gündür genişlettiğimiz tahkikat, çimento buh- ranmın, memleket için zannedildiğin. den çok daha fazla zararlı olduğunu göstermektedir. Bir çok devlet inşaa. ti bu yüzden sekteye uğramıştır.. Ez- cümle bu dersa senesinin başlangıcma kadar yetiştirilmesi zaruri olan mü - hendis mektebinin büyük inşaatı, yi. ne yüz elli beş gün zarfında ikmali mukarrer Şişlide büyük telefon san . tralı ve Cerrahpaşa hastanesinin sön günlerde ihale edilen büyük pavyonu ve bunlara benzer umumi ihtiyaçlarla çok yakından alâkadar bulunan bü- tün inşaat cçimentosuzluktan adetâ bunalmış bir vaziyettedir. Fabrika i- daresi silolarımız doludur demekle hakikate uygun bir söz söylememiş . tir; o kadar, ki bazan kamyonlara yükledikleri çimento adetâ soğuma . mış bir haldedir, Silolarında tek çuval çimento birikemediği de bundan anla- şılmaktadır. Ve elyevm de yevmi is- tihsalâtlarından tek çuval arttırabil . * melerine imkân yoktur. Tanınmış mü. teahhitlerden Alemdar oğlu Riza Karabük fabrikasına taahhüd ettiği çimentoların bin tonluk partisini haf- talardanberi beklediği halde alama - dığı ve çok büyük müşkülâtla 200 to. nunu tedarik ettiği, bakiyeleri için a- Çimento almak için Zeytinburnu Fabrikası önünde günlerdenberi nö- bet bekliyen sefinelerden bir kısma... it olduğu makamata müracaat ettiği- ni ve yukrada bahsettiğimiz inşaat müteahhitlerinden bir kısmının haş- vekâlete ve iktısat vekâletine telgraf. la, istidayla müracaat ettiklerini öğ. renmiş bulunuyoruz. Nafia başmü- dürlüğü de ayrıca teşebbüsatta bu - lunmakta olduğu söylenmektedir. Diğer taraftan öğrendiğimize göre, çimento buhranı yüzünden bazı açık gözler, insafsızca büyük bir ihtikâr: yapmakşadirlar. " , İnşaat yapmak behanesiyle izin a . lan ve fabrikalardan boyuna çimento çeken bu kimseler tonunu hükümetin tayin ettiği 1T,5 liralık fiattan temin ettikleri çimentoları, sıkışık vaziyet . te kalmış insaat sahiplerine ton bhaşı- na tam (0 lira kârla, derhal 27,5 li- raya satmaktadırlar ki, bu müthiş bir ihtikârdır. Halbuki, bu memlekete dı. şardan çimentoö getirilebilse, iş sahip. lerinin bu fiatın yarısından çok daha aşağı bir fiatla mal temin edehilecek- leri açık bir hakikattir. Yerli sanayii himaye etmek elbette çok arzu edilen bir iştir ama, hiçbir zaman halkın a- leyhine olmamak şartiyle., Öğrendiğimiz diğer bir nokta Üze. rinde de durmak isteriz. Birleşik çimento fabrikaları şirke. ti tarafından yapılmakta olan Ç. As- lan, yani asri çuvallama fabrikası ve bu fabrika idaresinde yüzde doksan nisbetinde ecnebi memur çalıştırıla . cakmış. Türkiyede, Türk anonim şir. keti namı altında çalışan, Türk pa- rası kazanan mec lisi idaresinin ba. gında da — bir Türk bulunan bu girketlerin, söy- 'lendiği şekil de hareket etmeleri. |ne ne diyeceğimi- zi şaşirıyoruz. " Bu fabrikanın |-tesisat ve idaresi dahi Türk me. murların pek â- “lâ yapabileceği iş. |JTerdir. Ecne b $ memüur calıştır - makta Israr eden, ve Türk anonim gşirketi ismini ta. şıyan bu müesse- seler acaba hangi akla hizmet edi . yorlar? Doğrusu merak etmemek ka- bil değil... İcinde ecnebi parmağı bulunan bü- tün şirketler, bir tek Türk memurun yapacağı işe, üç dört yabancı memür - tayin etmeyi ve bunlara da mütehas. 818 (!!) ismini vermeyi moda yap - mışlardır. Şimdiye kadar tramvay, tü- nel ve gabık elektrik ve buna müma . sil bircok şirketler bunun en canlı mi- sallerini teşkil ediyorlar: acaba çi . mento şirketleri de kendilerini bu mi- Baller arasına mı katmak arzusun . dadırlar. Bütün bu nahoş vaziyetler arasında bizi memnun eden tek haber, Zeytin. burnu fabrikasında, karadan yükle . me işindeki garib vaziyetin bizim tav- siye ettiğimiz şekilde halledilmiş ol . duğunu öğrenmemiz olmuştur. Fabrika idaresi, denizde de, munta- zam bir nöbet usulü kurmak arzusu. nu göstermiş, fakat deniz nizamların- da: “Evvelâ hangi sefine gelirse yük- almak sırası ondadır,, kaydı bülün . duğundan, deniz kısmında, takaların, mavnaların, vapurların mal almak i- çin fabrika önünde günlerce sıra bek. lemesine mâni olmak kabil olamamış- tır. Hükümetimizin büyük bir memle . ket meselesi olan bu çimento işiyle çok yakından alâkadar olacağına ve acele tedbirlerle buhranı önliyeceğin şüphe etmiyoruz. z zörden kaçarak Şiliye iltica etmişti. de ilâve etmiştir. meşguldür. Asri Robenson ÜĞO Veber isminde bir Alman Jan Fernandez ada- larınım en küçüğünde meşhur Robenson Kruzoe. nin hayatını tekrar yaşamak arzusuna kapılmıştır. Bu Alman, cihan harbi sıralarında Almanyanın Dresden kru- vazöründe çalışan bir bahriyelidir. Harb içersinde kruva. Harbden sonra Şiliden ayrılmış ve küçük bir adaya yerleşmiştir. Bu adada yalnız 100 kadar yerli ahali var - dır. Hügo bunlar arasında tek beyaz adam olarak yaşa. mıştır. Robensönün hyatmı kendisine örnek tutan Al - man, adada kendisine hir ev yapmış, Almanyadan bir de kadın getirterek tam bir sükünet içersinde yaşamaya ko. | yulmuştur. Fakat son günlerde Amerikalı seyyahlar bu küçük dünya cennetini keşfetmişler, mütemadi ziyaretleriyle medeniyetten uzak yaşıyan çiftin istirahati bozmuşlardır: zavallı yirminci asır Robensonu yuvasını bozmaya karar vyermiş ve Alman hükümetine müracaat ederek adadaki tesisatın 3500 mark mukabilinde satmalınmasını istemiş ve kendi yerine bir çiftçi ailesinin gönderilmesi talebini - Kendisi, tamamiyle boş-yeni:bir. ada araştırmakla , yaparlar. Düdük sesile öle adam B İR Fransız, trene binmek üzereyken lokömotif bir- denbire keskin bir düdük çalıyor. Adalmcağız an- sızım yere yıkılıyör ve yıldırımla çarpılmış gibi oluyor. Kulakta vaki Ââni ve şiddetli bir taharrüşün bu ölüme se. beb olduğu bugün anlaşılmış gibidir. Bu mesele üzerine tetkikatta bulunan Fransız doktör- larından Buvaje yazdığı bir makalede şunları söylüyor: “Motörlerin mütemadi gürültüleri, havayı keskin bir şekilde yırtan korna seslerine karışıyor. Tramvayların | çanları, sokağın diğer gürültülerini arttırıyor. Kamyon. | lar, otobüsler ve saire bitmez tükenmez bir gürültü kay- | nağı oluyor. Bütün bunlar insan uzviyeti üzerinde tesir Gürültü evvelâ sinir cümlesi üzerine fena bir tesir ya. par. Sinirlerin refleks hareketleri yüzünden deveran, ha- zım, uyku güçleşir. Alışır gibi görünmemize rağmen ya. şadığımız muhitin gürültüsünden çok fazla 1stırab çekti- ğimiz muhakkaktır. Kulak zarımm yorgunluğu umumi e. |nerjimizden çok kaybettirir. Kalb ve dimağ hareketlerini Mmuvazenede tutan uzuvlarımızdan birisi de kulağmuzdn-,,ıj —- Göcüşler : #Hem isşçi hem talebe elan gençler,, Yazan; Dr.R. ADASAL En doğru hayat felsefesi, her gün gö- zönünde hişlerimizi kamçılayan ve ha - yat mücadelesini bütün çıplaklığiyle gös teren hâdiselerin pilânçosundan ibaret - tir. İztirabı romantizme sapmadan ve muhtelif renklerle boyamadan ifade ede- bilmek ve kalemimizin ucuna düşen dü- şüncelere hayal kudretini katmadan baş kalarına da duyurmak keyfiyeti yazı sa- natinin en kolay şartlarından biri sayı - lır; çünkü bu kalem tecrübelerinde ha- yal makanizması faaliyette bulunmadığı cihetle bütün gayret sırf müşahedenin - dir. Halbuki bu müşahedelerimizin ço- ğu sathi ve indidir. Her görgüğümüzü bütün inceliklerile, hayattaki faciaları bütün acı taraflarile neşterliyerek tahlil edebiliyor muyuz?.... Her gün bin bir canlı tabloyla karşılaş- tığımız, muhtelif tip ve karakterde in - sanlarla konuştuğumuz halde bunlardan kaçının ruh ummanlarımnda yelken açıp sonunda bir kara parçasına ulaşabiliyo- ruz? Bugünkü mevzuum, doğrudan doğ- ruya kendi ihatalr görüşümün değil, yar dımcı tesadüllerin mahsulüdür. Üç gündenberi imtihanlarını muvaf- fakıyetle bitirmiş olan yeğenimi Taşra- daki yakınlarına gidinceye kadar ya - nımda bulunduruyor ve İstanbulun muh telif yerlerini gezdiriyorum. Bu pazar günkü tenezzühümüz Fener- Beşiktaş maçını buluncaya kadar muh - telif kademelerde başka başka tecellile- rin sahnesi olmuştu. Sabah çayımızı Be- yazit kütüphanesinin karşısındaki ağaç- liklı kahvede içerken ben munis bir so- kulganlıkla etrafımızda uçuşan güver « cinlerle meşgul olduğum bir anda yeğe- nimin garsonlarla olan muhaveresini â. lelâde bir merak sanmış ve kulak bile vermemiştim. Fakat bu muhaverenin samimiyeti ve müddeti uzayınca bir lise talebesinin bu genç gârsonları. nereden tanıdığını düşündüm ve yeğenime sor - dum: — Senin Haydarpaşadan Beyazıda ve bilhassa bu kahvelere çıktığın yoktur; bu çocukları evvelden tanıdığını görü . yorum, — Evet dayı!.. Bunların ikisi de kar- deş çocukları ve lisenin onuncu sımnıfın. da talebedir. Takdir ve hayretimi gizlemeden ben de bu genç işçileri isticvap ettim. Sınıf- larını geçtikleri ve bütün tatil müdde « “tince kahve sahibi olan babalarına yar- dımda bulunmak süretile garson ücreti olarak kazandıkları paranın kışım mek. tep harçlıklarını teşkil ettiğini anladım. Bu kahveden kalkıp ta köprüye inmek için seçtiğimiz yolun bir tarafında kurul müuş olan bir manav sergisinde kolları sıvalı, gürbüz ve yanık çehreli bir deli- kanlıya gene yeğenimin âşinalık etti. ğini gördüm. Genç satıcı büyük bir küfenin destek- lediği temiz bir tablada mevsim mey. vesi satıyordu. Bu çocuğun da İstanbul gençliği arasında maruf bir atlet ve hu- kuk fakültesinin birinci sınıfında talebe "olduğunu gene hayretle öğrendim. Spor culuğunu tahkik etmeğe lüzum yoktu; çünkü bu cepheden ben de tanıyordum. Fakat, meyve dolu bir tablayı yüklen- mek suretile hayatını kazanarak - bir i. lim adamı olmağa çabaladığını yeni öğ- reniyordum. Öğleden sonra moda iskelesini denize * doğru uzatan rıhtiım üstündeyiz ve bizi güzel Kalamış koyunda biraz gezdirdik- ten sonra Fener sahasma götürecek o - Jan üygüun bir kayık arayoruz. Bizi ken dilerine has olan candan jestler ve hitap larla sandallarına çağıran bu denizci ka- filesi arasında bunaldığımız ve pazarlık- la bir sandal seçmekte bulunduğumuz sırada yanıma kadar tereddüt ve sıkıl- ganlık ile sokulan bir gencin “Benim — sandalıma buyuymaz mısmız döktor?.., yolundaki teklifini düşünmeden derhal kabul ettiğimi hatırlryorum. Bunü, ihtimal ki gizli bir ıztırabın i- fadesi olan titrek sesinin, ihtimal ki üş- tümde bir etiket olmadığı halde Hbana doktor diye hitap etmekle Kamcılanan tahteşuuri hodbinliğimin Uyandırdığı bir hisle yapıryordum. 'Bilâhare sandal için- tvamı 15 incide) B eli