Keşflerin ne olduğunu tasrih edeı]im:'_“bçan torpil,, ve “Olüm şua—r,, .. — Evet. Filmlere benden başka el süren olmadı. Yemin ederim, — Şu halde filmlerin bozuk olarak elimize geldiği kanaatindesin öyle mi? — Evet. — Peki, gidebilirsin. Fotoğrafçı dışarı çıkıp yalnız ka- Imca Benua, elleri arkasında, dolaşıp düşünmeğe başladı. — Potoğrafların hep bozuk çıkması bir tesadüfe ham- ledilemezdi. —Acaba No.39 ihanet mi ödiyordu? Hayır. Buna imkân ola- mazdı. Bu adamı para ile kendilerine iylco köle ettiklerinden emindi. O halde? Masasmım başına geçti. Bir çekme- ©0 açıp üzerinde “İzenştayn,, kelimesi yazılı bir dosya çıkardı. Kâğıtlara baktı. “Yoksa No, 39,, un faaliyetin- den şüpheye mi düştüler? diye düşün- dü. Bu da mümkün değildi. Çünkü bu takdirde filmleri No. 39 dan teslim $lan ve onları Parise getiren adamın bundan haberdar olması icap ederdi Halbuk! böyle bir şey yoktu. No, 39 Üç bin frank aylığını almış ve filmle. ri vermişti. Fevkalâde bir vaziyet ol- sa herhalde söyliyocekti. İzenştayn de fevkalâde tedbirler al. mağa mı lüzüum görmüşlerdi? Bu mümkündü; sıkı bir inzibat meselesi, Lâkin No. 39 bundan muhakkak istis- ma edilecekti. Ondan güphe etmek kimsenin aklına gelemez, o da rahat rahat fotoğraf çekip göndermeğe de- vam edebilirdi. Düşüncesi epey uzun sürdü. Fakat bir neticeye ulaşamadı. Koloneli gör- meğe karar verdi, ... — Muhakemeniz doğru kumandan Benua, Almanlar İzenştaynde fevka- lâde mühim iki keşif üzerinde çalışı- yorlar, Benua, kolonel Geroye hayretle sör- du: — Şu halde busust malümatınız var! — Evet. Keşiflerin ne olduğunu tasrih edeyim: “Uçan Torpil,, ve “Ölüm guar,,.. — "Uçan torpil, ve “Ölüm şuar, mı? Bunları nereden biliyorsunuz? — Malagadan.. Binbaşı Heseltten -13m aldım. Kont Vangorhaydin çantası zahmetleri boşa çıkarmadı. Bakın, Kolonel bir dosyadan çıkardığı mek tubu Benuaya uzatırken izah etti: — Binbaşı Hesselt tarafından Al- man istihbarat teşkilâtı relsi general fon Ragviçe gönderilen mektubun fotoğrafı.. Ayni zamanda üç de plân vardı. Onların da fotoğrafımı alıp topçuluk şubesine gönderdik; — sanı- rım ki epey İstifade edecekler. Benua mektubu okuyordu: Ekselâns, Gencral fon İsenştayna — verilmesi yicasile üç plân gönderiyorum. Bun- lar “Uçan torpil,, keşfine deirdir. ve evvelce verdiğim direktiflerde ban tadilât yapmaktadır. “Ölüm şum, na dair - tocrübdelerin hararetle devam ettiğin! ummakta- yım, Kimya, fen ve mehkanik doktoru matmazel fon İzenştayn müşterek Kkaşfimisin ilerlemesi için herhalde çalışmaktadır. Burada boş — kaldığım samanlarda — üzerinde çalışabilmem için *Ölüm şudm,, tecrübelerinin şim- diki vaziyeti hakkında bam malümat vica etmekteyim: a) Şuaın kuvveti çoğaltılabildi mi? b) Çoğaltıldı ise ne kadar? Bu mevsu üzerinde yeni düşünce. lerim var. Buradaki vasifelerimi ta. mamlayıp Almanyaya dönünce keşfi- misi filiyat sahasına çıkaradileceğimi zi kuvvetle umuyorum.,, Kolonel sordu: — Nö detsiniz? Benuvanın elde edilen malümat do- layısile sevinmesini bekliyordu. Hal- buki o büsbütün düşünceli bir tavır almıştı. — Kolonel, bozuk çıkan — filmler. den sonra öğrendiğim bu vaziyet en- dişemi artırdı. Mesele çok mühim. Sustu. Koloönel de bir gey söyleme- di. İki zabit birbirlerinin gözlerinde ayni düşünceyi okudular, Nihayet ko- lonel söze başladı: — Daha fazla malümat elde etme- miz Tüzım.. Benuva müşterek düşüncelerinin neticesini tamamladı: — Ne bahasma olursa olmun! Gene sustular. İkisi arasında daki- kalar süren, bir süküt oldu. Bu sefer söze Benuva başladı: — Oraya gitmem lizım, — Ben de sizden bunu tim. Ayağa kalktı, Benuvanın yanına giderek kucakladı: — Cesur dostum. — Kolonel. istiyecek- VII Tayyare m! $ Konrad fon Kaş rild, harbiye nazırının yeğeni, rake tile topa vurmak üzere idi ki kuvvetli bir ses işitildi: Saat on! Saat on! Alman işçisi, cesaret. Sen - vatan için palışıyorsun, vatan da senin için çalışmaktadır ! Bu, general fon İzenştaynm - bir buluşuydu, saat başında fabrikada çan yerine plâkla ve oparlörle böyle vatani cümleler söylenmekteydi. Mü- lâzim topa vurmadı ,raketi tutan kolu indi. Mülüzim, fileye doğru Herledi, Ta- kibinin elini sıktı: — Dörde bir müayö, Galebe sizde.. Danyel Gude nezaketle mukabele etti: — Revanşınız yarma., Maçm hakemi matmazel — Jertrüd fon İzenştayn. mülâzimle alay etti: — Yazık! Almanyanın mağlübiyo- tine sebep oldunuz. Mülâzim, Danyel Gudeye dönerek: — Tenis kotrunda, tayyarede ol- duğunuzdan çok daha mahir ve cesur Generalin kızma mukabeleye dösü- ret edemiyerek hımemı mühendisten alryordu. Genç kızın mühendise iyi muamelesini bir türlü hoş göremiyor- du. Bunu kıza da açmış: — Siz bir Alman kızı, demişti, na- sı! oluyor da, bu Fransızla dost ola- biliyorsunuz? Genç kız sözül derhal ağzına tıka- mıştı: — Fikrinizi kendinize saklayınız. Harekâtım hakkında sizden nasihat istemiyorum, Bir daha işlerime karış mamanızı size emrediyorum. Mülâzim bu paparayı yutmuş, fa- kat hazmedememişti. O gündenberi hırsını hep Güdeden çıkarmağa çalı: gıyordu. Her fırsatta onu iğnelemek- teydi. (Devamı var) azdaki resmi çilt . gördüğünüzü c iyen iki çehre var. Fakat. Bunlar, iki — kardeştir. İkisi de ayni » O kadar ki, —Amerikalı kızların tarkedemiyor, ancak seslerini — işittikleri wK z İngilterede yaşlı başlı adamlar - arasın: P MAYIS — zannetmeyin Burada hakikaten biribirine ayni resmin iki kere basılmış olduğu da gün doğmuştur. İkisi de biribirinin ay. annesi babası bile onları — biribirinden zaman ayırt edebiliyorlarınış.. KA y az da zıptıp mütabakaları tertip elunduğumu duymuş muydunuz? Orada 300 senedenberi, zapzıp oyunları oynalan klüpler ve bu klüplerin merbut bulunduğu — bir de Jederasyoön vardır. Zıpaıp kiüpleri orasında tur nuvalar tertip ve ker yılın zıpzıp şampiyo Büs takımı şambi vanludu almıstır. Napolyon Bonapartın slikla — çala- bildiği bir tek hava vardı. Onu da ta çocukluğunda öğrerimişti. Onun bun- dan başka.hava çaldığı hiç işitilmemiş u. ... Şimdi Fransa ve Amerikada boşan- ma yüzükleri takmak moda halinde, Bu yüzükler beyaz ve sarı altından örme geklinde yapılıyor ve ekaeriya sol elin serçe parmağına takılıyor. Parmağında bu yüzüğü taşıyanlar tek rar serbestiye kavuştuklarını böylelik te ilân ediyorlar. ... Bugünkü riyaziyecilerin en büyüğü olan Anştayn Zürihteki politeknik mektebin duhul imtihalarıada riyazi- yeden geçememişti. O zaman tamam on <ı yaşındaydı. Ancak ikinci bir imtihan geçirerek ve büyük bir müş- külâtla mektebe yazılabilmişti. nu tesbit edilir, bu seneki müsabakalarda Amerika terayiz mahkemesi azasın- dan Öliver Holmes sıhhat ve zindeli- Hini ta ölüm yaşr olan 92 yaşına ka- dar muhafaza etmişti. Bir gün dâvet- lisi bulunduğu bir çayda rastladığı genç, güzel bir kadınm önünde eğil- miş ve: —- Ah madam tekrar yetmiş yaşım- da olabilmek için şimdi neler vermez- dim! demiştir. ... Moşbur milyarder Henri Ford ilk defa tanıdığı her adamın ne dereceye kadar bilgili olduğunu anlamak mera- kındadır. Onun bu merakmı tatmin eden ba- sit bir usulü vardır. Tanıştığı adama yalan yanlış şeyler söyler, Ve bunlarm onda birakacağı tesire dikkat eder, Eğer o adam bunları sırf Ford tara- fından söylendiği için bilâitiraz kabul eder; hiç ağzımı açmazsa Ford o adam Ia tekrar alâkadar olmaz. BAA LADAY f —Seni - dedi. Birisi görmek istiyormuş. Sabiha birdenbire ayağa kalktı: — Kim 0? — Bilmem Vallahi... Bana çağırıyor - dediler. Sabiha bir hayal gibi dışarıya çıktı. Gardiyan arkada, o önde konuşma odasmna ilerlediler. Sapsarıydı rengi Sabihanın... Bu, kiminle kargılaşacağına endişe ettiğinden değildi. O, biliyordu ki kendisini arryan ağa- beysinden başkası olamaz. Odaya yaklaştıkça içinde ufacık bir nokta halinde hissetti- #i üzüntünün genişleyip kalbini sıktığını duyuyordu. Kapıdan içeriye girdi. Umduğu gibi ağabeysi BSabri ile karşılaştı. Elini uzattı. Gözleri gayri ihtiyari yaşarmıştı. Ya- nındaki sandalyeye oturdu. —- Nasılsın Sabiha? — Teşekkür ederim ağabey, iyiyim. — Sana, nizbeten istirahat edebileceğin bir yer vereceklerdi. Yaptılar mı? — Evet. — Rahat mısın? Sabiha ağabeysinin üzülmesini istemiyordu. Üç çenebaz ka- Gmmn arasında bulun u, gürültülerinden, saçma sapan konuşmalarından rahatsız olduğunu söyliyemedi. Bilâkis: — Çok rahatım ağabey, - dedi. Teşekkür ederim. İkisi de bir müddet sustular, Sabri, canından çok sevdiği kardeşinin sararmış yüzüne, çökmüş avurtlarınım daha çıkık gösterdiği elmacık kem ine, bembeyaz saçlarına bakıyor, Sabiha da gözlerini, pencereden İçeriye dolan sabah güneşinin, döşemeye işlediği parmaklık gölgesinde dolaştırıyordu, Sabri mırıldanır gibi söylendi: — Dün, - dedi. Bana Selim bey uğradı. Suad beyin seni ta- armak İstediğini, belki burada seni ziyaret edebileceğini söy- di. Gene eski, bir türlü sonu gelmiyen arzular. İstiyorlar ki HABERİN EDEBİ PEBFRİKASI. 7O Yazan: Hasan Rasm Us seni tanımasın, Şayet gelirse vaziyeti idare edersin. Sabri sustu. Ufak bir yutkunmadan sonra devam etti: — Sen, » dedi. Kendini daha nasıl feda edeceksin? Bu ıztı. raplı ve istenmiyen vaziyetleri kendi elinle hazırladın. Hayatın, Susd beyin, Selim beyin, Safinaz hanrmm hayâ- tından daha mı kıymetsizdir? Senin bu cinayeti işliyebileceği. ne ben kabiyen ve hâlâ ihtimal vermiyorum. Bana hakikati söylemiyecek misin? Kendine aermryorsan, bana da mı acı mt- yorsun? Sabiha yere bakmakta devam ediyordu: — Ben yaşıyor müydum zaten ağabey... Yaşamıyan birisi kendisin! mi, hayatta bulunan sevdiklerini mi düşünür? Yap- tığım da bundan ibaret... Niçin yalan söyliyeyim. Ben öldür- düm.» Çünkü onu öldürmeseydim, kederinden, ıztırabından oğ- Tum ölecekti. — Sağlam ve gürbüz bir oğlun mu vardı ki onu düşündün? Sabiha, ağabeyzsinin en küçük bir his parçası taşımıyan gu- aline, önce, verecek bir cevap bulamadı. Sonra: — Haklısın ağabey, - dedi. Sen evbark sahibi oldum, fakat baba olamadın... Çocuğun ne demek olduğunu bilemezsin. Sabhri, sualinin, kardeşini mütoessir ettiğini anlamıştı. Bu- nunla beraber tevile sapmayarak: — Mütcessir olma, - dedi. Gerçi baha olmadım ama, evlât KA LIYANBANCI (|DİLLERE (NAKLİ UON Bevgisinin insanı nelere sürükliyebileceğini biliyorum. Yalnız, demek istediğim şuydu. Ben oğlun yerine Benin yaşamanı ter- €ih ederim. Sabiha karşılrk vermedi. Amcık bir süküttan sonra sordu: — Feridin sıhhatinden haber verdi mi Selim ? Evet vermişti. İyi olmadığını günlerdenberi sık sık kan kus. tuğunu, yataktan kalkamadığını, babası döndükten sonra çat- lak dudakları arasından mütemadiyen "Anne!,, kelimesinin dö- düldüğünü söylemişti. Böyle bir muhavereden sonra ona oğ- Tunun bulunduğu bu feci vaziyeti anlatmasına imküân yoktu. Yalan söylemesi lâzım geliyordu. — Ferid için endişe edecek bir yey yok. Sıhatte, Babasın- dan çekinmese ve fırsat bulsa buraya da gelip seni görecekmiş. — İyi olsun da yapmasm bunu.. — Ben de öyle söyledim. Şimdi ne yapacağız, Suad bey seni görmeye gelirse nasıl hareket edeceksin? — Bütün endişem buydu zaten. Bunu önceden tahmin et. tiğim için adırım Nazire olduğunu bildirdim. Doğrusu müddel- umumi muavinine bu isteğimi yerine getirdiği için pek minnet. tarım.. Buraya gelirse yapacağım gayot basit: Kendisine gö- Tünmemek ve konuşmamak, — Buna imkân bulabilecek misin? — Çalışacağım. — Nasıl şalışırsın. Meselâ şimdi ben geldim. Seni çağırt. tılar, İsmi mi söylettiler mi? — Hayır., —— © halde? — Kim olduğunu anlamadan görüşmem: Babri Sabihanm aldanabileceğini anlatan bir baş İşaretile bu mevzuu kapadı. Sonra yavaş bir sosle: — Demek, dedi. Bana hakikati söylemiyeceksin ? — Söylediklerim hakikatten başka bir şey mi? (Devamı var),