Duvardaki harita bölünnü ve ortaya gizli bir kapı çıktı Kapıya doğru ilerlemişti, vedalaştı: — Allahaısmarladık yüzbaşı, tek . rar görüşelim. Yüzbayı bir düğmeye bağıyordu, ha- reketini izah etti: — Nöbetçiyi çağırıyoum, dedi, size yol göstersinler. Yakımnda tekrar gö- Tüşeceğimizi umarım. Mühendis Gude, âmirinin işareti ü. zerine koşan neferin refakatinde dı « şarı çıktı. Arkasından kapı henliz ka. panmıştı ki, yazıhanesine dönmüş ©- Jan Alman zabiti, masanın bir kenarı, na dokunmak suretile bir elektrik ma- kinesini harekete getirdi .Duvardaki büyük harita ortadan bölünerek bir kısmır yukarıya doğru kalktı ve açılan boşlukta polis komiseri Velterin iri- yarı vücudu göründü, Komizer, vücu. du bir İ. harfi gibi dimdik, topuklar bitişik, eller vücuda yapışık bir hakde durarak kayıtsız ve şartsız itaatini gi- fahen de biklirmek üzere çenesini bir otomat gibi açıp kapadı: — Emriniz yüzbaşım. — Şimdi buradan çıkan adamr, memurlarmızdan ikisi takip etsinler ve kendisini bir saniye bile gözden kaybetmesinler, Komiser kımıldamıyordu. Zabit söy- lendi: — Ne duruyorsunuz? Haydi Komiser gene haztr ol vaziyetinde, hürmetkârane bir tavırla cevab ver. di; — Emirleriniz yerine gelirilmiştir efendim. Buradan çıkan adamı, oda - sında, kendisini gördüğüm andanberi takip ettiriyorum, Hattâ biraz evvel öteldeki odasını, sizi ziyaretl dolayı: siyle, boş kalmasmdan istifade ede . rek baştanbaşa araştırdım. Fakat şüpheli bir şey bulamadık. Oturduğu öteldeki telefoncu ve kaprer ile odası- nin bulunduğu kattaki erkek ve kadın oda hizmetçileri (1) "Gestapo mensu- budür. Yüzbaşr memnüniyetini bir tek keli. meyle ifade etti; — Bravo! Komiser selâm verdi, geri geri iki adım yürüyerek duvardaki gizli kapı- dan girip kayboldu. Fon Strammer masasındaki düğmeye tekrar basınca haritanın parçaları birleşti ve duvar. daki gizli kapı kapandı. Yüzbaşı, bu iş tamam olunca, kol- tuğuna kuruldu, Bir cigara yaktı ve stilosunu çıkararak raporunu yazma. ya koyuldu. — —H — İzenştayıt müesseseleri idare müdü- Yü, 3 Üncü istihküm taburu sabık bay- raktarı Stup, bira fabrikası kamyo. nunda şoförün yanmda oturduğu yer- den sallana sallana indi. Askert üÜni. formasını giymişti. Yere ayak basın- Selim mırıldandı: €a ceketini ve pantalonunun tozlar. dan temizledi ve goförü askerce selâm- ladı. Şoför de, direksiyonun arka - sında ayağa kalkarak, harb zamanın . daki âmirine askerce selâm verdi. — Heil! — Hell! İkisi de selâm vaziyetini biraktr lar, Stup yürüdü, öteki şoför mevkil. ne oturarak kamyonu hareket ettirdi. Fakat Stup bir şey hatırlryarak geri döndü: — Dur! Beneke, bayrağı almayı u- nuttum, Beneke frenlere bastı. — Evet, unuttuk. Prusya dragonları zabitvekili ' üni . formasını giymiş olan Beneke kam- * yonun içine iğildi. “Kriegerverein,, (2) bayrağı bira şişeleri arasında durü - yordu. Aldı ve Stupe uzattı. Eski bayraktar alıp sol omuzuna koydu: — Allahaısmarladık Beneke.. Ve ilâve etti: — Zavallı Hammerstos! Beneke bir aksiseda gibi cevab ver. di: — Allattlarsmarladk... Evet, zavalli arkadaşımız Hammerstos! Kısa bir süküt oldu ve sonra ikisi birden haykırdılar: — Hell Hitler! Kamyon uzaklaştı ve Stupe omu- zunda bayrak, İzenştayn müessesele. rinin büyük kapısına doğru ilerledi. Dik yürümeye çalışmasına rağmen sarhoşluğu kendini belli ediyordu. Bacakları ikide bir bükülü bükülüve- riyor, bir saağ bir sola yıkılmaktan doğru dürüst yürüyemiyordu. Zikzak yürüdüğünün kendisi de farkındaydı ve buünu azametiyle uygun bulmuyor. du. Doğru yürümek için bir istikamet noktası tayin etmenin muvafık olaca- ğmt düşündü. Büyük demir kapmın üzerine, ziyaretçilerle kapıyı açma -« dan önce görüşmek için, açılmış olan penceremsi delik istikametini tayine medar olabilirdi. Adımlatını ona göre idare etmeye çalıştı. Ne mümkün? Bacaklarma hükmü geçmez olmuştu, bira ile bu kadar sarhoş olduğundan utandı. Kendi kendine söylendi: — Sarhoş oldum! Ne ayıp! Bir harb arkadaşının cenaze merasimi dönü . şünde hep böyle oluyorum. Zavallı Hammeratos! Ne iyi, ne candan bir at- kadaştı! Nihayet kapıya gelmişti. Memnu . niyetle vücudunu demire yasladı. Ve, fabrikanm ilk avlasunu zikzak yap- madan yürümeye kâfi gelecek derece. de kuvvet iktisap ettiğine kanaat ge- tirinceye kadar, birkaç dakika bekle- di. Fazla sarhoş oluşuna bir sebeb bulduğuna içten içe memnun, ağlar gibi söylendi: — Zavallı arkadaşım! Kapıyı çaldı, kapıcıya —mahzunane gülümsedi. Kâapıcının karısı onu, omuzunda bayrak, ağır ağır geçerken görünce mırıldandı: — Zavalir Her Stup, ne kadar da koderli. Ve önlüğile çocuğunun bur- zunu sildikten sonra tekrar bulaşık- ları yıkamağa koyuldu. Stup, sarhoşluğunu pek belli etme- den, avlumun nihayetinde ayrı bir paviyon teşkil eden evine vasıl olabil di. Dört basamaklık merdiveni güçbe- Tâ çıktı ve kapıyı çaldı. — Nihayet geldin mi? Kiırklık, sarışm ve şişmanca bir ka- dm 'olan Vilhelmin Stup kocasını gü- Tümsiyerek karşıladı. Kederini unut- mak vesilesile birayı fazla kaçırmış ol- duğunu anlamıştı, fakat farkelmemiş görünmeği tercih etti. Bayrağı koca- sımın elinden alarak aynalı dolabm yanma dayadı, sonra bir koltuğa y ğılmış olan Stupun önüne geldi. — Yorgunsun değil mi? — Çok kederliyim. Bacaklarmı uzattı, ellerini bira ile gişmiş göbeğinin üstünde kavuştur. du ve arkadaşının ölümü mevzuu üze- Tinde uzun bir nutka başladı. Yanı başındaki koltuğa oturmuş olan Vil- helmin ,onu büyük bir sabırla dinli- yordu. — Bir arkadaş daha gitti. Birer bi- rer hepsi gîd.ıyurlır Sıra bana ;eldl demektir. — Allah eıırge—ır' Sen daha sapa sağlamsın. —- Öyle ama ölüm sağlamı, zayıfı ayırt ediyor mu? Hem artık genç de- ğilim ki.. Hayattan istifade etmek için önümde çok zaman kalmadı. Hâlâ ha- yalimizde kurduğumuz hayata kavu- şamadık, Ne demek istediğimi anlıyor sun değil mi? — — Anlamaz olur muyum ? Benim de gece gündüz aklımdan çıkmıyor. Fran sanın cenup sahillerinde, meselâ Nis- to kendimize ait mini mini bir ev.. Kış yüzü görmiyen bir memlekette seninle yanyana ihtiyarlayıp gitmek, — Ah evet! Biliyor musun ki ba- zan, meselâ kışın haftalarca devam eden kâr fırtmaları esnasımda bu ha- pishane gibi fabrikada kaldıkça içimi hafakanlar basıyor, başımı alıp kaç- mak istiyorum. — Ben de öyle sevgili kocacığım. Balayı zamanımızı geçirdiğimiz dün- ya cenneti hatırmdan çikmtyor. — Bu dünya cennetinde beraber olarak ancak Üüç hafta geçirmiştik. Sonra ben iki sene kaldım ama.. — Harp esiri olarak.. Hem de hasta Tıpkı bir roman 29 NİSAN — 1938 Haydut henüz yakalanamadı Arkadaşımızı yaralıyan kadın: tanınmış bir sahne artisti! Klinikteki muharririmize bir büketle bir mektup gönderdiler! Bu kadar çapraşık bir vaka matbuat hayatımızda görülmemiştir En şiddetli araştırmalara, en esas- İr İncelemelere rağmen kibar haydut Mahmut Nadirle arkadaşı bayan Rem ziye henüz ele geçirilememiştir. Fakat onların ele geçirilip geçirile- memesi - vaziyete bakılırsa « artık ikinci plânda kalmış gibidir. Nasıl ol- sa yakalanacakları şüphesizdir, Günün asıl meselesi şekline giren, mMuharririmizin başma gelen hadise- dir. Bu vaka ne kadar ehemmiyet al. makta ise o kadar da - tabirden kim- se alınmasın « komikleşmeğe başla- mıştır, Bunlardan bir tanesi de dün. kü buket hadisesidir, Şöyle ki dün | akşam üstü Mis sokağındaki Afiyet kliniğinin kapıcısına on beş on altı yaşlarında, süslü giyinmiş bir Rum besleme gelir, Elinde zarif çiçekler- den yapılmiş pek zarif bir buketle bir mektup vardır. Buketle mektubu ka- pıcıya verip gider, Kızın getirdikleri hasta yatan muharririmizin adresine gönderilmiştir. Mektup yeni harf- lerle Türkçe yazılmış olmasma rağ- maen Türk olmayan birisi tarafından yazıldığı, yahut mektuba öyle bir ge- gırticı çeğni verilmek istendiği anla- şılmıştır. Kısa mektubun kopyesi gü- dur: Bayin Bay gazeteci, (Beni içun size pardon (oylenmeyo utanıyorum. (Bon bir tefa vurmak istedim (ise oto içerdeki arkadaşim (bana kanrdirdikim çok gol (vurayım, (Sonnam pişman oldum ama (sisin kafa kirildi okudum (gazetalarda, Yureğimde (yandı kem utandim. (Ama pardon siz de Bay (Mahmut Nadir içun çol (fena polislik yaptiniz. (O Jena adam deyil vatlayi (billaği! idin, zehirli gazla ciğerlerin harap olmuştu. Fakat sonradan iyileştim ve Fran- sızca bildiğim iİçin rahat yaşadım. Hastahanede tercümanlık hiç de fena değildi. Serbestçe istediğim yere gi- debiliyordum. Eğer sen olsaydın ben orada kalır, hiç dönmezdim. — Sabret kocacığım, sabret. Üç, nihayot dört sene sonra kâfi derece. de para biriktirmiş olacağız. O zaman hulyamız hakikat haline gelecek. — Parayı getirsene. — Ne yapacaksın?. (Devamı Var) (1) Alman gizli polis teşkilâtı. (£) Eski muharibler birliği, YABANCI (DİLLERE — Hayır. İNAKLİ (Çok rica ediyorum pardon (Ülân benim kuçuk buket Aalasiniz, hem beni içun (polislarla bir şey soyle- (meyesiniz, Ben geçen bir (tefa gitim poliste makemede ( 'verdim kirmişim hani ayna (cezası, Bu tefa beni mapusta (atarlar sorü. Selâm.) İlk bakışta bu mektubun yabancı birisi tarafından yazıldığı kolayca an« laşılıyor ise de acaba böyle midir? Yoksa yukarıda dediğimiz gibi bir ga- Şirtmaca mıdır? Fakat yapılan tahkikat birinci su- alin doğruluğunu göstermektedir. Bus ket almmış, çiçekçi mağazalarında yapılan incelemede anlaşılmıştır ki bu demeti tanmmış sahne artistlerin- den birisi, bizzat sipariş verip, bizzat almıştır. O halde mektubu yazan da odür. Çünkü başka türlü yazması ihtimali yoktur, Bu artisti herkes ta- niyor. Bununla boeraber iş yine karışmak- tadır. Çünkü tanmmış artist buketi ismarlayıp aldığını inkâr etmemekte ve fakat bir mektup yazmadığını söy- lemektedir, Artistin dediği şudur: — Tanıdığım Türk bayanlardan bi- risi bana böyle bir buket yaptırıp ge- tirmemi irca etti, ve köndisi birisini beklediği için çiçekçiye gidemediğmi söyledi. Ben de (..) den bu buketi yaptırıp bayana götürdüm. Başka bir bilmiyorum. “gey — O bayan nerede oturuyor? — Bilmem. Taksimdeki Cumhurl- yet pasta salonunda oturuyordu. Bu- keti oraya götürdüm, — Bu bayan kimdir? Yine son derecee esefle söylemeğe mecburuz ki bu bayan; Ankaradaki evin kiracısı ve otomobilin sahibi olan gok tanmmış zatın pek yakmlarından birisidir. Ve bayan o zatm evindedir. No çare ki herhangi sebeplerden ve- ya masuniyetlerden dolayı tahkikat müşküle uğramaktadır. Acaba artist her geyi biliyor da masum görünmek jestlerile saklamak mı istiyor? Muharririmizin fikrine kalırsa kendisini yaralayan kadım bu artist değildir. Çünkü o hadise anm- da kullandığı Türkçe çok selis ve kuv« vetliydi, mektubunda ise tastamam acemi Türkçe kullanmıştır. Yani bu« ket ona aldırılmış ve mektup güya onun ağzından yazılmış zannmı ver- mek için öteki bayan tarafından yal zılmiş veya (yazdırılmıştır!) Bu kadar çapraşık bir vaka matbu- at hayatımızda görülmemiştir. Baka- Itm yarm neler olacak? İHAKİKI MAHFUZDUR — Doktorla hiç dolaşmaz ve buluşmaz mrydmız? — Haklısınız Sabri Bey, Bunun hiçbir faydası yok. İnanınız düşünemiyecek kadar perişan bir haldeyim. Üç kişinin konuşması hiçbir neticeye bağlanamadır.. Önlerin. Ge en vazıh gördükleri yol, beklemek yoluydu. Böyel yapacak- lardı. , . . " , * * . . ' » . , . K . * . y . AA Suadin, müddelumumi muavini tarafından dinlendiği odada- yız. Solda bir pencere, pencerahin yanında bir masa var. Oda eski halinde ve eski perişanlığında, İçeriye girip çıkanlar sivil ve resmi polislerden ibaret. Sabiha, o gün üçüncü defa dinleniyordu. Her dinlenişinde müddelumum? muavini cinayetin adınt Nazire diye bildiren bu kadın tarafından işlendiğine kanaat getiriyordu. Yerli yerince bir itiraf, Nasıl takip ettiği, nasıl öldürdüğü, niçin öldürdüğü... Bütün bunlar - birkaç noktadan başka - bir. , biri arasında en küçük bir aksaklık emaresi bulunmıyan ifa. delerdi. 5 Müddeiumumi muavini, pencere yanında oturan bu genç, fakat birdenbire çökmüş görünen kadının ince siluetini tetkik ederken masa yanında ayakta duruyordu. Elindeki kurşun ka- lemini fırlatarak kafasında yer eden aykırılıkları aydınlatmaya çalıştı: — Cinayeti, kıskançlık neticesinde yaptığınızı söylüyor ve HABERİN EDEBİ YEFRİKASI: 62 Yazan: Hasan Rasim Us Doktor Nedimle senelerce süren bir alâkanız olduğundan bah. sodiyorsunuz. Fakat yaptığımız tahkikat sizin Doktor Nedimle hiçbir âlâkanız olmadığı neticesine varıdı. Ne diyeceksiniz? — Kendimde yalan söylemeye hiçbir mecburiyet görmüyo- runt. — İki senedenberi bu alâkanızı, velevki uzaktan bilen hiçbir kimsenin bulunmayışına hayret etmez misiniz? Sizi, Doktor Nedimin uzak ve yakın tanıdıklarmdan hiçbirisi tanımıyor. — Tanımıyabilirler... Doktorla alâkamin mevcut bulunduğu. nu iuıı edecek değildim ya! söylüyorsunuz. Siz vaziyette bulunan, temiz pak. uhııl mlh bir kadm, alâkalarmı gizli tutmaya çıtıw Fa- kat iki sene gibi uzun bir zuman içinde hiç kimsenin görmeyişi biraz akla aykırı geliyor. Bize Doktorla tanışıklığınızı isbat e. decek bir İp ucu veremez misiniz? — Buluşurduk, Fakat dolaşmazdık. <— Doöktoru nereden tanımıştımız? — Kendisine bir tarihte gözlerimi müuayene ettirmiştim. Tas nışiklığımız o zamandan başlar. — Pek âlâ... Elbette biz, yine bir taraftan araştırmalaları« mıza devam edeceğiz ve hakikati ortaya koyacağız. Nimet Ha. nimt tanır mıydınız? — Hayır. — Doktorla münasebette bulunduğunu ne zaman ve nereden haber aldmız?. — Kimseden haber almış değilim. Bir gün gözümle gördüm, Kendisine sordum. Münasebeti olduğunu inkâr etti. Takipleri- mi sıklaştırdım, münasebetin hiç do geçici olmadığı neticesine vardım, Bana verdiği sözü tutmıyan bir adama karşı başka türlü hareket edemezdim. O gün de takib ettim. Beraberce Lüts fiye Hanimm evi olduğuna evvelce öğrendiğim v sık sık bus luştukları eve girdiklerini gördüm. Ortalığın kararmazını bek. ledim. Girdim. Ve ikisini de bildiğiniz gibi öldürdüm. Yaptı- ğımdan müteessir değilim. — Nimet Hanımm, İrfan Paşa oğlu Suad Beyin karrsı oldu. ğunu da bilmiyor muydunuz?. — Omun kim olduğu veya olacağı beni alükadar etmezdi. 'Tahkik etseydim öğrenirdim. Fakat lüzum görmedim. (Devamı var)