HABER — Akşam postam nsan Yiyen YILANLAR Bir âlim, Cenubi Amerikadaki korkunç seqa/ıatını anlatıqor On metre boyunda ve bir insan kalçası ka'ınlığındaki bu yılanlar, bir adamı kolaylıkla kapıp gölürebiliyorlar v Sicak memleketlerde yaşıyan gayet uzun yılanlara dair birçok masallar vardır. Bu diyarlarda — dolaşan bir seyyak, yerlilerden bu yılanlar hak- kında bitlmez tükenmez — hiköyeler dinler. Bu hikâyeler inanılmıyacak geyler bile olsa, aöyleyenler onu ina. narak anlatırlar. Belçika hükümeti tarafından ce. nubi Amerikada tetkikât yapmak ü- zere gönderilen — meşhur tabiiye 8. lümi Varvenin Fransıt mecmuaların. dan birisinde çıkan mektubu, bu çe- şit yılanlar hakkında hayli meraklı tafsilât veriyor: a ben şahsan on — yahut on bir Mmetreden daha uzun yılan — görmedim. fakat bunlardan daha çok urzun yılan lar olduğu muhakkaktır. Çünkü kendile- Tile konuştuğum bütün yerliler büyük bir samimiyetle çok uzun yılanlardan bah- gettiler, Yerlilerden mürekkep ufak bir seter heyetim vardı. — Bunlarla heraher dolaşırken tesadüf ettiğimiz ufak bir ha- dise bana yerlilerin haklı olduğunu — etti. 'Yerli bir kılavuz ve birkaç sandalcı ile beraber, ağaçtan oyulmuş Pirog ismi ve- tilen küçük bir sandalla Guaviare nehri- e dökülen küçük bir irmakta - ilerliyor- duk, Sandalımız çak dardı. — Sandıklarım sandalım büyük bir kısmiını doldurmuş- tu. Basit bir sopayı dümen gibi kullana- rak sandalın gideceği istikameti tanzim eden dümenci ile konuşuyordum. Ön ta- rafta ellerinde ucu çengelli uzun sopa lar buluran yerliler akıntı ile çarpışıyor- lardı. Bazan ellerindeki değneklerin ço> ğin dibine bütün kuv- Dazan Ja sopalarının İ ağaçları iterek sandalı ilerl. a ndalm kolayca Merliyebileceği mıntatava yanatmak re oldufumuzdan sarili yakımdan nkı-» ederek yavaş gidiyorduk. Ben âletlerimden birisini silmekle meş- güldüm. Etrafımızda her — şey sükünet içerisinde idi. Birdenhire tam — karşımda olan adam, boğuk bir sesle haykırdı ve sarardı. Daha doğrusu rengi — yemyeşil oldu. Zira Amerika yerlilerinin rengi faz- Ta esmerdir. sararmazla at heyecan. Tanınca yüzleri âdeta yeşil olur. Hevecan dan yüzü yeşil renk almış bir — verliyi görmek de hoş bir manzara değildi Yertlinin boğuk sesi üserine arkadasları Başlarını kaldırdılar. Birkaç metre uzak- ta, kıyıdaki bir ağacın ırmağa doğru sar- çengelli ucuvla Yerkler bir yılan öldürmeya — uğraşıyorlar... berrak olduğu cihetle bir metreden biraz fazla bir derinlikte kum üzerinde yılanı uzanmış gördük. Yaralı yılanı yakalamak neye mul olur? Yılanı yakalamak ve saklamak istiyor- dum. Fakat bir sırıkla dokunduğum va- a) kit başını kaldırarak gerinir gibi bir ha- İstirahat halinde bir yılan kan dalına sarılmış kocaman bize bakıyordu. Yerliler yılanı görür görmez,. bütün kuvvetlerile sırıklara dayandılar, sandalı © kadar hızla karşı sahile doğru çevirdi- ler ki az kalsın devriliyorduk. Fakat vü- cetlarının becerikli bir hareketile sanda- lm muvazenesini yeniden kurdular. Ve çasukça karşıki sahile — yetiştik. Orada sonu çok kötü olan bir kazadan kur- tulmuş olduğumuzu arkadaşlarım bana anlattılar, Suda yaşıyan Boğa — yılanlarının bir ağaç gövdesine sarılarak en yüksek dal- lara kadar çıktıkları ve suya doğru sar- “an dallar üzerinde uzun zamanlar hare- ketsiz kaldıkları her vakit görülür. Renk- leri altaç rengine benzediği — için suddan geçenler uzaktan yılanın farkıma vara- mazlar. Hayvan orada avmı bekler, her- hangi bir av ağacın altından geçerse yı!- dırim hizile üzerine atılır ve geniş ağ- zile kurbanını yakalar. Eğer ileriye doğru iki adım daha at. mış olsaydık yılan benimle beraber olan yerlilerden birini kolaylıkla yakalıryacak- tı. Heyecanlanan yerliler, kargıki sahilde sandalı durdurdular. Tüleği yakalardım, omuzuma dayadım ve ateş ettim. Hay- vanı tam başmım arkasından — vurdum, kurşun boyun hizasında belkemiğini par- çaladı. Yediği kurşuna rağğmen hayvan yerin- den kımıldamadı, yalnıız haşı biraz yana düşer gihi oldu. Fakat bir lâhza sonra büklümler çözüldü ve yılan ağır bir mer- dane gihi ağacın gövdesi üzerinden ka- varak suya düştü. akıntı içerisinde kay- boldu. Hayvanın düştüğü yere — gitmek için kürekçilere emir verdim. Orada su gayet bir yılan y reket yaptı. Arkadan dümen tutan biri bana: — Nasıl oluyor da bunu yakalamak is- tiyorsunuz, © canlıdır. Ancak altı saat burada beklersek kuvvetini kaybeder. Diğer biri söze karıştı: — Arkadaşımın hakkı — var. Eğer bu hayvanı şimdi yakalamak istersek ve far. zımuhal olarak tutabilirsek — derhal içi- mizden birisinin vücuduna — sarılır ve bütün kemiklerimizi ince bir kamış gibi kırar , Bütün yerliler buradan biran — evvel uzaklaşmak istiyorlardı; dümenci tekrar söze başladı: — Bu pis hayvanı ne yapmak istiyor- sunuz? Münakaşa çok uzayacak gibi görünü- yordu.. Binaenaleyh yerlilere yola devam etmeleri için işaret verdim ve yolumuza devam ettik. Fakat sorduğu suale cevap alamıyan dümenci, bu noktaya çok me- rak etmiş olacak ki tekrar sordu: — Tehlikeyi atlatmıştık. Niçin hayva- nm üzerine ateş ettiniz ve boş yere ba- rultunuzu israf ettiniz? — Çünkü çok uzun bir yılandı, derisi- ni almak istiyordum. — Uzun mu dediniz? Hiç de değil.. Or- ta boylu, hattâ küçük bir yılan. — Fakat hiç olmazsa Üç metre uzun- luğunda vardı. Vakia bundan daha uzun- ları da vardır ama bu hürmetlice bir yı- lan savılır... — Evet hürmetlice sayılır; meselâ bir san yiyebilir. Fakat bazan bizim gör- düğümüz yılanların yanında çok küçük kalır. Guavlare nehrinde, — bilhassa bu nehrin munsabı. —yakınlarırda feyezan zamanlarında bazan bu yılanın ikisi ka- dar uzun yılanlara rastgeliriz. Kalınlık- ları bizim sandalı geçer. Bütün gün. bu hâdisenin tesiri altında kaldık ve yolda giderken boyuna yılan- lardan bahsettik. Bu vaka bana Orenok givarında iken karşılaştığım bir hâdiseyi hatırlattı, İrmak kıyılarında bulunan medent in- sanların yasadığı son kövden meml'eketin tamamile vahşi yerlerine gitmek üzere hazırlanıyordum. Beraberimdeki adam- lar da hazırlık bitinceye kadar istirahat Piyerloti, İstanbulun üç büyük ve meşhur me- zarlığı ile serviliği vardır: Edirnekapı, Eyüp, Karacathmet.. Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Piyerloti isimli bir adam gün batıdan buraya ko- nuk olarak gelmiş ve burada en çok bu üç yeri beğenmiş. Şimdi, bu uzunca masalı başmndan sonuna kadar öğrenmiyen kal- madı. O halde bundan tekrar ne için bahs ediyorum? Ssebi var: Gazetelerin birinde yine bu meseleye dair Burhan Cahidin bir yazı- sını okudum: Eyüple Karacaahmet mezarlık ve ser. vilikleri şimdi nicedir, ne haldedir? Pek bilmem! Edirnekapısına gelince oranın şimdi nice ve ne halde olduğunu dinle- yin benden: Edirnekapısındaki mezarlıklar, hâlâ Nuh nebiden kalan o mezarlıklardır. Va- kıa, bundan iki yıl önceki çok yaman bir kış sonu fırtımasında, orada kuruyup da devrilmekten, kesilip sobalara tıkılmak- tan arta kalmış olan kara kara servile- rin bir ksımı daha tanrının rahmetine kavuşarak oraları biraz açmışlar ve ay- dınlatmışlarsa da ayni yerde hâlâ hatırı sayılır derecede servi vardır, Gel gele- Him, bugünkü Edirnekapı, bundan yirmi, otuz yıl önceki Edirnekapı değildir. Vakra, oranın, hâlâ mezarlıkları gep- geniş, mezarları tarkın, servileri bolca ve dilencileri lüzumundan çok fazla ise de eski manzarasına nisbetle bugünkü dekoru pek başka ve daha alacalıdır. Kapınım içi, Fatihe doğru, gittikçe yeni- leşmekte, şıklaşmakta ve tabir caizse modernleşmektedir. Dışma gelince, bu- rası tam manasile bir yamalr bohça, ya- hut bir yamalı yorgan yüzüdür. Bir kere burada eskice bir parke, çok harap, çok kühne ve kaşım çamur,yazın- toz deryası bir şose bozuntusu ile ta sa- bık Alman imparatoru ikinci Vilhelmin İstanbula geldiğindenberi kazma, kürek yüzü görmiyen yarısı ham toprak, yarı- sı da bozuk mu bozuk, berbat mı berbat bir Arnavut kaldırımı ve son sistem bir asfalt yüzyüze, burun buruna vermiş, lâkin birbirlerine fena halde yan bak- maktadırlar. Bakarsınız, günün herhangi bir saatin de son moda, gayet şik bir otomobil göğ sünü gere gere klakson çalarak kapıdan dışarıya çıkıp 6 en son moda - asfalta doğru yağ gibi kayarken aksi istiknmet- ten, katransız tekerlekleri gacır da ga- cır, gicir da gıcır bir manda arabası, fıstıği makamla, kapıya doğrulur. Bunların arkasından yarısı balon bi- çimi, üç kişilik, ve yıldırım gibi uçan bir motosiklet Topkapı yolunu tutarken Bayrampaşa tarafından mevsimine göre Yahana, prasa, ispanak, bakla, enginar yüklü ve çift atlı bir araba şehre doğru kıvrılır. Bunların arkasından sırtları süslü ör- tülerle bezenmiş ve üzerlerinde alili jö- keyleri ile ceylan gibi iki yarış atı ka: pırdan Topçulara doğru süzülürken Top- çular istikametinden kapıya doğru da sırtlarındaki küfeler tepeleme diken ve rsırgan dolu ve iki yanaşmanın idaresin deki inekçi beygirleri n eder. Bir ta- edeceklerdi. İşte bu hazırlık günlerinden birinde yerlilerden bir kaçile o civardaki bir yerli köyüne gitmek istedim. Bu köyün evleri, irmalfın — ufacık hir şelüle teşkil ettiği bir sırtın üzerinde İdi. Burava gitmek için suyun akısından ak- Si istikamette altı saat yol almak İâzım. di. Yolda, hana kahilelerine ait efsane- leri anlatan yerlilerle — konuşuyordum. Yerlilerin etraftaki yamaçlara çok dik- katli baktıklarımı görünce sebebini sor- dum. Bir insanı kolaylıkla alıp gö'üren yılanlar İçlerinden biri cevap verdi: — Buralardaki kıyılarda bir çok delik- ler var, biz bu deliklere trmağın sıvı de- riz. Bu deliklerde Koca koca — yılanlar oturur. Diğer birisi atıldı: — Biz öyle yılanlar gördük ki bir in- 23 NİSAN — 1938 I S3ahirden Röbortallar Mezarlıklar,serviler Osman Cemat vesalre... rafta cicili bicili çocuk arabaları, içle- rinde temiz tirandaz ve renk renk mini miniler, yine temiz tirandaz, ve renk renk kızlar, kadınlar tarafından sağa so- la sürülürken öbür taraftan yalmayak, başıkabak ve kirpas içindeki hırpani ço- cukların tahta parçalarından yaptıkları sözüm ona çekçekler sağa, sola koşuşur. Şimdi tam mevsimi, tam zamanıdır: Bakarsınız, bir taraftan düzgün, temiz, gık, son derece özene bezene giyinmiş çiftler, aileler kırlara doğru hava almaya dökülürlerken öte taraftan allı, pullu, morlu, yeşilli, sarılı, turunçlu entarili, mantolu, baş örtülü ve ellerinde, kolla- rında utlar, kemanlar, teflerle Sulukule- Hiler caddeyi kaplarlar. Orada gerek kalenin içinde, gerek dı. şındaki kahvelerin hepsinde hem gramo. fon, hem radyo vardır. Hele bu gramo. fonlarla radyolar bu mevsimde hep bir- Gen ahenge başladılar mıydı artık oranım hali pek ömürdür! Sağda zurna İle çifte telli, solda ince sazla hüzam bir şarkı, alt yanda davullu, zurnalı pehlivan ha- vası, Üst tarafta kalabalık bir dans ha- VAST Hasanın kahvesinde bir Bükreş or« kestrası, Hüseyinin gazinosunda bir Azerbeycan takımı, Alinin kıraathanesin de yanık bir şarkı, Velinin bahçesinde kıvrak bir curcuna! Ekseriya, sabahları, öğleden önce, sağ. daki dış meydanlığın önünde, yani ikin- di Vilhelm zamanındanberi pek kazma, kürek görmediği söylenen bozuk mu bo- zuk, berbat mı berbat Arnavut kaldırı- minm üÜzerinde yirmi, otuz, kırk, elli ve bazan altmış, yetmiş kadar birikmiş seyyah otomobili ve kalenin üzerinde elli, yüz, yüz elli iki yüz kadar seyyah. 'Topçular yolu üzarinde ise, on, on beş, saman arabasi.. Yaz, kış öğleden sorira — otomobilli, yaya cenaze alayları ve bir sürü di. lenel.. Yaz pazarları sabahtan aksama, hatta gece geç vakitlere kadar içeriden di- garıya ve dışarıdan içeriye hiç durup dinlenmiyen insan akını!. Şimdi, siz gelin de birbirine bu kadar zıd, birbirine bu kadar benzemiyen man zaralı bir yeri İstanbulun başka bir tara- fında bulun bakalrm! Edirnekapı, şimdi çoktan Piyerloti gi- bi düşünenlere eski, sessiz. ve tam pü- rüzsüz uhrevf bir rüya olmaktan çıkmış- tır. Çıkmıştır ama, buras biraz himmet ister. Kapının içi âlâ ama, dışarısı biraz daha adama dönmeli, artık yolların ke, marlarımna kadar taşmaya başlıyan me. zarlar tahdit edilmeli, ocanım, mükem mel ve İstanbulun en geniş nümune asfaltının yanı başında'ti anayol da hiç değilse ikinci Üçüncü derecede bir yol haline konulmalı ve geceleri, bu yol, eski masallarda golyabanilerin, cadı- ların, hortlakların dolaştıkları kuz. guni! siyah yollara benzemekten kur. tulmak için üzerine birkaç lâmba kük nulmalr ki Edirnekapı eski Piyerloti. nin dekorunu büsbütün değiştirmiş ve bugüne lâyik bir yer olmuş olsun, Osman Cemal Kaygılı sanı kolaylıkla almp götürebilir. Sordum: — Bu söylediklerinizde biraz mübal$. Ba yok mudur? — Kat'iyyen, dediler, hattâ sandallari le ırmakta dolaçan kardeşlerimizden bir çoğunun bu hayvanlara yem - oldukları da vakidir. Bundan iki ay evveldi; akrâ. barndan birisi bıçağını suya düşürdü. al- mak için suya daldı bir yılan onu kaptı ve götürdü. Siz bu vakayı — duymadınız mı? Bu sözlere inanmıyacak, bu adamları yalancı değilse bile çok fazla mübalâğacı sayacaktım. Fakat birkaç saat sonra vu- kua gelen bir hâdise beni onların doğru söylediklerine ikna etti. Biraz sonra köye geldik. Köy denilen yer bir arı kovanı biçiminde yapılmış iki koca kulübeden ibaretti. — Yanaştık, (Devamı 15 incide)